İtalyan Faşizmi Bize Ne Öğretebilir? – Celal Özkızan

Pazar günü İtalya halkı sandık başına gitti. Beklendiği üzere merkez-sağ ve faşist sağ partiler seçimden zaferle ayrıldılar. Seçim sonuçlarının neler getireceği henüz belli değil zira tek başına hükümete gelebilecek çoğunlukta oy alan tek bir parti yok.

Önümüzdeki günlerde koalisyon görüşmeleri, gidişatın seyrini belirleyecek.

Bu yazıda ise seçim değerlendirmesi yapmaktan ziyade, seçime katılmış küçük (Pazar günkü seçimlerde %1’in altında kaldılar) ama toplumda büyüme potansiyeli olan faşist CasaPound partisinden söz etmek istiyorum; zira Kıbrıs’ın kuzeyinde faşizmin gündem konusu olduğu bu dönemde, bizim bu örnekten öğrenebileceğimiz pek çok şey var.

***

CasaPound, kendisini açıkça “faşist” olarak niteleyen bir parti. Bundan gocunmuyorlar, aksine, bu sıfatı üzerlerinde gururla taşıyorlar. Dahası, toplantılarında Mussolini’nin sözlerinin ve fotoğraflarının çerçevelendiği simgeleri de görmek mümkün.

CasaPound’u seçim başarısı olarak değilse bile toplumsal anlamda etkili kılan şeyler şöyle:

1. Kapitalizmin 2007’de başlayan ve hala sürmekte olan krizinin etkilerinin en yoğun hissedildiği yerlerden biri olan İtalya’da, bu krizden etkilenen halk kesimleri arasında çalışma yürütüyorlar.

2. Bu çalışmalarını, halkın gündelik dertlerine, geçim sıkıntılarına, neoliberal politikaların aşındırdığı temel refah uygulamalarının yokluğundan doğan konut, sağlık, eğitim, ulaşım, gıda gibi yaşamsal meselelere odaklanarak gerçekleştiriyorlar. Kısacası, tabandan bir biçimde, kolektif bir çabayla ve dahası sadece sloganlara ve “ideolojik tespitlere” sığınmayıp kitleselleşmeye çalışarak etkilerini arttırıyorlar.

3. Bunlarla da yetinmeyip, alternatif ağlar ve kurumlar yaratıyorlar kendi çaplarında; tabii ki de ırkçı ve faşist bir temelde. Örneğin “sadece İtalyanların faydalanabileceği” bir sağlık merkezi, yiyecek bankası ve “gençlik hoteli” işletiyorlar. Aynı zamanda, konut sorunu için sosyal politikalar geliştirilmesi adına hükümete baskı yapıp pek çok gencin ve yoksulun da sempatisini kazanıyorlar.

***

Dünyadaki faşist hareketlerin büyük bir kısmı, en azından iktidara gelene kadar, emek-sermaye çelişkisinin, gelir eşitsizliğinin, refah devletinin çöküşünün yarattığı sorunları merkezine alıp o sorunlar temelinde ve o sorunlardan yola çıkarak “taban odaklı örgütlenme” yoluna giderler. Elbette bu sorunları yaratan koşulların kendisine asla dokunmazlar; ancak somut sorunların etrafında örgütlendikleri ve hatta alternatif geçim ve sosyalleşme ağları yarattıkları için sempati toplarlar.

İtalya’da faşistlerin yapmaya çalıştığını, Kıbrıs’ın kuzeyinde kendisine “anti-faşist” diyen pek çok kimse yapamıyor ne yazık ki. Kıbrıs’ta faşizme karşı mücadele, işte böyle tabandan örgütlenmelerle, geçim derdi çeken insanların günlük hayatına dokunan politikaları merkeze alarak ve kimlik değil emek hareketi çevresinde birleşerek gerçekleştirilir.

Vatandaşlık, hukuki soruşturmalar, nüfus sayımı, ülkeye giriş çıkışlar elbette önemli meselelerdir ve üzerine eğinilmelidir; ancak insanların hayatına dokunan konular “geçim derdi” dediğimiz konulardır ve ne yazık ki memlekette bu çizgide kitle siyaseti yapan Bağımsızlık Yolu dışında bir örgüt yoktur.
Geriye kalanlar ya zaten emek derdini çoktan bırakıp merkeze kaymışlardır; ya merkez siyasete kaymayıp ancak aynı zamanda da “kimlik siyaseti” üzerinden hareket edip tam da faşizmin beslendiği kanalları cilalayarak siyaset yapmaktadır; ya emek temelli düşünmeyi sürdürmekte ama pratikte kitleselleşme çabası yürüt(e)memektedir; ya da kitleselleşme çabaları vardır ama kurumsal, kalıcı ve dayanıklı yapılar ve ilişki ağları kurmak yerine “aktivizm” adı altında “canım sıkıldıkça solculuğu”na ya da “fon buldukça solculuğu”na kapılmışlardır…

***

Solun en büyük yanılgılarından biri, sağ partilerin başarısını basitçe “halkın körlüğüne, eğitimsizliğine, kendi çıkarlarının farkına olmamasına” bağlamasıdır. Halbuki, gerek merkez sağ partiler gerekse de faşistler, yozlaşmış bir temelde de olsa, halkın içinde, halka birlikte ve halkın gündelik sorunlarını merkeze alarak böyle güçlü bir şekilde örgütlenebilmektedirler. Gazete köşelerindeki “derin” entelektüel analizlerin, sosyal medyadaki yakarışların, meclis kürsüsünden ortaya konulan “kişisel duruşların” ve/veya anlık öfkelere ve tepkilere dayanan (ve çoğu zaman da emek temelli değil kimlik temelli bir biçim alan) çıkışların ötesine geçemeyen ve kolektif, kurumsal ve kalıcı bir ilişkiler ağı yaratamayan bir sol her zaman yenimeye mahkûmdur.

O yüzden,
GERİCİLİKTEN KORKMA AMA GEÇ KALMAKTAN KORK
BAĞIMSIZLIK YOLU’NDA ÖRGÜTLEN!

Celal Özkızan

Bağımsızlık Yolu üyesi