Kadın, emek, özgürlük – Cansu N. Nazlı

Bir yılı aşkın bir süredir özel sektöre sendika kampanyamız kapsamında 10 ve üzeri çalışanı olan iş yerlerinde işverene sendikasız işçi çalıştırma yasağı getirilmesi talebini yükseltiyoruz. Eylemler, paneller, köşe yazıları, gazete röportajları, çarşı gezmeleri, sendika ziyaretleri… Her yolla yaymaya çalıştığımız özel sektöre sendika talebini İş Yasası değişikliği önerisi olarak TDP Milletvekili Zeki Çeler aracılığıyla meclise taşıdığımızda olumlu oy kullanan CTP meclis kürsüsünde yasa önerisini sorunlu bulduklarını söyleyerek sendika zorunluğunun İLO sözleşmelerine uygun olmadığını iddia etmişti. Özel sektördeki çalışma koşullarında çalışanların anayasal ve yasal hakkı olmasına karşın sendika kurma ve üye olma özgürlüğünü kullanamadığını ifade ettik. İşveren-işçi ilişkisindeki iktisadi eşitsizliklerin yasalar önündeki soyut eşitliği ortadan kaldırdığını ve bu özgürlüklerin sadece kağıt üzerinde kaldığını söyledik. Yani, sendika özgürlüğünün özel sektörde fiilen hayata geçmesi için geçici bir süre de olsa işverene sendikasız işçi çalıştırma yasağı getirilmesi gerektiğini savunduk durduk.
Özelde sendikalaşma oranının en iyi ihtimalle %5 olduğunu ancak böyle bir zorunluluğun da sendikaya üye olmama özgürlüğünü ihlal edeceğini savunan ve bunu yaparken de işveren-işçi arasındaki eşitsizlikleri yok sayan CTP, bugün kadın örgütünün kota propagandasında aynen şu sözleri kullanıyor:
“Eşitlik, fırsatlarda, koşullarda ve sonuçlarda fiilen yürürlüğe girdiği zaman sağlanır. Eşitsizlik yaratan koşullar ortadan kalktığında kota uygulamasına da gerek kalmaz.”
Şimdi özelde sendikalaşma zorunluluğu öngören yasa değişiklik önerisine CTP’nin getirdiği eleştirilere ayna tutmak maksadıyla kendi söylemlerini kota uygulamasına uyarlamaya çalışalım:
“Toplumun yarısını oluşturan kadınların mecliste temsil oranı %8 olabilir. Ancak kota uygulaması hayata geçerse kadınların anayasal ve yasal hakkı olan seçme ve seçilme hakkı ihlal edilecektir. Çünkü seçme ve seçilme hakkı, seçmeme ve seçilmeme hakkını da içerir. Böyle bir kota uygulaması birçok kadını aday olmaya hatta seçilmeye zorlayacaktır. Bu yüzden kota önerisini sorunlu buluyoruz.”
Gerçekten uyarlamaya çalışırken bile insanın vicdanı rahatsız oluyor. Zira, yüzyıllar boyu ikinci cins olarak görülen kadınlar evrensel oy hakkını bedel ödeyerek verdikleri mücadeleler sonucu kazanmışlardır tıpkı tarihte emekçilerin canlarından olarak mücadeleleri sonucu sendikal haklarını kazanmaları gibi. Ataerkil kapitalizm koşullarında emekçilerin ve kadınların kazanımları sürekli tehdit altındadır. Bu sebeple hak mücadeleleri sürerken bu kazanılmış ama neoliberal politikalarla kullanılmaz hale getirilen hakların fiilen kullanabilmesi için birtakım özel önlemler alınması talep edilebilir. Bu yönüyle bakıldığında cinsiyet kotası uygulaması ile sendikasız işçi çalıştırma yasağının mantığı aslında birbirine benzemektedir.
Peki, belli bir alanda cinsiyet eşitsizliklerini gidermek adına %40 kadın kotası uygulaması gibi geçici yasal bir önlem öneren CTP, sınıfsal temelli eşitsizlikleri gidermek adına geçici olarak özel sektörde zorunlu sendikalaşma önerisine nasıl oluyor da karşı çıkıyor?
İşine gelmiyor, artık emeğin partisi değil filan demeyeceğim. CTP’ye sorulan her soru havada kaldığından kendi sorduğum soruya önce CTP gibi cevap vermeye çalışacağım:
“Özel sektöre sendikalaşma zorunluluğu İLO sözleşmelerine uygun değil; ancak cinsiyet kotası iç hukukumuzun da bir parçası olan CEDAW’a (BM’nin Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi) uygundur.”
Burada elbette CTP’den BY’nin talebine BM’nin direktifi gibi yaklaşmasını beklemiyoruz. Sosyalist feminist bir örgüt olan Bağımsızlık Yolu’nun emperyalistlerle bir tutulmasına herkesten evvel zaten biz darılırız. Şaka bir yana, ataerkil kapitalizmde var olan eşitsizliklerin bizzat mimarı egemenler tarafından önerilen BM sözleşmeleri ve uygulamalarının ancak ve ancak mor kapitalizmi vadedebileceğini ve salt bu düzenlemelerin cinsel ve sınıfsal eşitsizliklerin ortadan kaldıramayacağını belirtmek isterim. Mor kapitalizm derken neyi kastettiğimi biraz açmak istiyorum. Bahsi geçen uluslararası sözleşmelere taraf olup uygulamalarda bulunan Avrupa ülkelerine bakacak olursak kadın parlamenter sayısının erkeklerle oranının gerçekten yanaştığını görürüz. Öte yandan böyle bir ülke olan İngiltere’de 1886 yılından beri faaliyet gösteren köklü bir kadın hakları örgütü Fawcett’in 70 dolara sattığı feminist tişörtleri Afrika kıtasına bağlı bir ülke olan Mauritus’ta 16 kişilik koğuşlarda kalıp saati neredeyse bir dolara çalışan kadın işçilerin ürettiğini görürüz.
Ülkemize tekrar dönecek olursak Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi 2011 yılından beri iç hukukumuzun bir parçası olmasına ve Aile Yasası’nda buna uygun olarak birtakım değişiklikler yapılmasına karşın bugün maddi geliri düşük olan bir kadın şiddete uğradığı zaman yargı yoluna başvurabilmesi için adli yardım sağlanamamakta, başını sokacak bir dam bulunmamaktadır. Bunları da geçelim, şiddet gördüğü için yargıya başvuran özel sektör emekçisi birçok kadın sadece belli periyotlarla mahkemeye gelmesi gerektiği için bile sürekli işini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalmaktadır.
Bu yüzden diyoruz ki gerek özel sektör çalışanlarının sendikal haklarını gerekse kadınların sosyal ve siyasal haklarını fiilen elde etmesi, mevcut düzen tarafından bize bahşedilen İLO, CEDAW vb uluslararası sözleşmeler ve uygulamalarıyla değil; sosyalist feminist bir mücadelenin örgütlenmesiyle mümkün olacaktır.

Cansu N. Nazlı

Bağımsızlık Yolu Üyesi