Karada Yanıp, Denizde Zehirlenmek İstemiyorsan; Örgütlen! – Emel Cicibaba

Geçtiğimiz bir hafta içinde, ülkemizin kuzey yarısında ekoloji anlamında tam bir trajedi yaşandı. Kalkanlı-Tepebaşı bölgesinde çıkan yangın sonucu, 450 hektar alan, içinde bulunan bitkiler ve hayvan dostlarımızla birlikte kül oldu. Bu kocaman orman tahribatı yetmezmiş gibi bir de Girne sahillerinde denize akıtılan ve lağım suyu olduğu düşünlen deniz kirliliği haberleriyle güne başladık Pazar günü. Buna bir de Çarşamba günü Girne bölgesinde patlayan ve yola taşıp bölgeyi felç eden rögar borularını da ekleyince ülkemizde bir haftada yaşanılan doğa tahribatının ciddiyetini görebiliriz.

Eskiden yeşildi, şimdi kapkara

Ülkemizde artık daha sıcak geçmeye başlayan yaz ayları, daha çok risk ve tehlike arz etmeye başladı. Çarpık yapılaşma ile yok edilen birçok yeşil alan yetmezmiş gibi, gerekli önlemlerin alınmaması nedeniyle geriye kalan yeşil alanlarımız da yanarak kül oluyor.
Geçtiğimiz hafta başlayan ve uzun uğraşlar sonucu kontrol altına alınan yangında çok fazla ağaç ve hayvan yok oldu. Devlet kaynaklarının yurt dışı ziyaretlerine, kişisel harcamalara ve Mercedeslere harcanması, özellikle yaz aylarında hayati önem taşıyan yangın helikopterlerinin alınmasının önünü kesiyor. Bunun üzerine çevre bakanının yangın helikopterlerine ihtiyaç olmadığını belirten açıklaması ile akıllarda şu soru beliriyor; “450 hektar büyüklüğünde bir bölgenin yok olması ile sonuçlanan yangının üzerine ilgili bakan böyle bir açıklama yapıyorsa bu bakan ve bunun gibiler değişmeden biz yangın helikopterlerini gerçekten alabilecek miyiz?”
İçinde birçok canlının yaşadığı ve geriye kalmış sayılı yeşil alanlarımızdan olan Kalkanlı Piknik Alanı artık cıvıl cıvıl yeşermek yerine, kapkara kömüre büründü.

10 kişiden 1’i tuvalet kullansın, belediyeye yüklenmeyin!

Çarpık kentleşme ve betonlaşmanın hat safhada olduğu Girne’de Çarşamba günü, Türkiye’den su temin projesi kapsamında döşenen su boruları patladı. Daha önceleri de Naci Talat caddesi gibi başta işlek caddeler olmak üzere, sadece bir yıl içinde Girne’de yaşanan altyapı sorunları neticesinde bölge halkının yaşadığı sıkıntıları gazetelerde görmüştük. Son olarak Girne’nin en işlek caddelerinden olan Uğur Mumcu caddesinde meydana gelen ve döşenen su borularındaki arızadan ötürü suların rögardan dışarıya taşması ile trafik felç oldu, gerçek yüzümüze bir kez daha vurdu. Peki bunlar neden oluyor?
Normalde 80 bin nüfuslu bir kent olan Girne, yaz aylarında 100 bin nüfusa ulaşabiliyor. Çoğalan nüfus ile birlikte yetersiz altyapı çoğu zaman dayanamıyor, çöküyor ve şehirde kaos kaçınılmaz oluyor. Girne merkezde var olan 10 bin kapasiteli kanalizasyon sistemi, 100 bin kişiye ulaşan nüfusu kaldıramayınca iflas etmesi kaçınılmaz oluyor ve şehir lağım sularına boğulabiliyor.
Son olay üzerine Girne Belediyesi borularda meydana gelen sıkıntının kendilerinden kaynaklanmadığını belirtti fakat “olaya müdahale ederek sorunu ortadan kaldırmak için gerekli çalışmaların yapıldığını” belirterek göz boyamaktan da çekinmedi. Bu açıklama üzerine Girne Belediyesi’ne soracağımız birkaç soru var; “Şehrin yetersiz alt yapısının iyileştirilmesi için son yıllarda neler yapıldı? Atılan adımlar var ise şehir neden halen daha alt yapı sorunları ile boğuşuyor?”

Karaya çıksam beton, denize girsem lağım

Yeşil alanların azalmasıyla yaz aylarında hissedilen sıcaklık doğal olarak artıyor. Sıcaktan bunalan birçok vatandaş denizlere akın ediyor. Peki denizlerimizin şehirlerimizden farkı kaldı mı?
Sıcaklığın mevsim normallerinin üzerinde olduğu anons edilen Pazar günü sabah saatlerinde denize akın eden vatandaşlar karşılaştıkları manzara ile gözlerine inanamadılar. Escape ve Mare Monte olmak üzere Kuzey şeridindeki sahiller, lağım suyu olduğu düşünülen atıklar ile kaplıydı. Bir süre sonra dalgalar ile dağılan lağım sularının varlığından habersiz, denize öğleden sonra giden vatandaşlar ise denize girip serinlemeye çalıştılar fakat sağlıklarının tehlikede olduğundan hepsi bihaberdi.
Yanan Devlet Kimya Laboratuvarı’nın şu an kapalı olmasından ötürü denizdeki kirliliği ölçecek testler maalesef yapılamıyor. Veteriner dairesinde yürütülen birçok test olmasına rağmen deniz kirliliğinin ölçümü ile ilgili olanlar yapılmıyor. Kıyı şeridini kaplamış birçok otelin kendi arıtma sistemleri olmasına rağmen, denetim olmadığı için, arıtma düzensiz ve keyfi olarak yapılıyor. Belediyelere ait arıtma tesislerinin birçoğunun eski olması da durumu pek iyiye götürmüyor ve insanlarımız kirlilik oranın belli olmadığı sahillerimizde serinlemeye mahkûm ediliyor. Neredeyse tümü peşkeş çekilmiş sahillerimizde vatandaşlar girecek deniz bulmakta zorlanırken şimdilerde buna bir de temiz deniz bulma derdi eklendi.

Fuarlarda Cennet Ada, Adanın içi Cehennemden Ala

Yurtdışı turizm fuarlarında, tv bantlarında cennet ada olarak tanıtılan ülkemiz ne ironikdir ki, onu bu şekilde tanıtanlar tarafından cehenneme çevrildi. Taşından toprağına, yaprağından denizine, kirletilmeyen, talan edilmeyen, yok edilmeyen doğal güzelliklerimiz iki elimizdeki parmaklarımızdan az.
Sorumluların kim olduğu apaçık ortada. Fakat sorumluları biliyor olmak yetmez, sorumluluklarını yerine getirmeyenlerden hesap sormaktır doğrusu. Ormanlarımızı yakan, denizlerimizi kirleten, hayvanlarımızı katleden kısacası doğada A’dan Z’ye harap etmedikleri tek bir şey olmayan sorumlulardan bunların hesabını sormalıyız. Tek dertleri oy olan, ceplerini para dolduran, Mercedes’lerinde fink atan bakanlar sadece oy sandıklarından çıkacak sonuçlara bakıyorlar. Bizler ise talepkar olmalıyız, onlara duyduğumuz öfkeyi örgütlemeli, bir araya gelmeli ve adamızı yaşanmaz hale getirenlere hesap sorabilecek şekilde güçlenmeliyiz.
Çünkü en son ya karada yanacak ya denizde zehirleneceğiz.

 

Emel Cicibaba 
Baraka Aktivisti