Lafazanlık – Barış Doğanbay

Türk Dil Kurumu’na göre diyolag kelimesinin anlamı “karşılılı konuşma”; “oyun, roman hikaye vb. eserlerde iki veya daha fazla kişinin konuşması” demek. Bir başka deyişle diyalog “2 (iki) veya daha fazla kişinin karşılıklı konuşması” demektir. İnsani bir olgu olan diyalogun özü “Söz”dür.

kktc’nin kuruluşundan bu yana geçen 33 yıllık zaman zarfında bir çok siyasi parti kurulmuş, kapanmış veya ismini değiştirerek günümüze kadar gelmiştir. Sağcısından solcusuna, faşistinden liberaline siyasi yelpazenin iki ucu arasında kendini konumlandıran bu siyasi partiler her dönem farklı vaatleri ile halkın karşısına çıkmışlardır. Büyük çoğunlukla verilen sözler ya yerine getirilmemiş ya da halka değişik yollarla unutturulmuşlardır.

kktc’nin kurulmasından bir kaç sene sonra dönemin TC hükümeti tarafından başlatılan “Kıbrıslı Türkleri üretimden koparma ve memurlaştırma” politikası günümüzde artarak ve genişleyerek “daha da bağımlı hale getirmek amacı ile” hiç hız kesmeden neoliberal politikalar eşliğinde sürdürülmektedir. Sürdürülmektedir diyorum çünkü TC hükümetleri bu politikaları uygularken kktc’deki işbirlikçileri ile yapmaktadırlar. Her dönem TC iktidarları değişim gösterirken kktc’deki işbirlikçiler de değişiklik arzetmektedir. İşte tüm bu politikalar da gün geçtikçe Kıbrıslı Türklerin adada varolma kaygısı çekmesine ve umutsuzluğa yol açmaktadır.

Siyasi partiler tarafından yerine getirilmeyen her söz (vaat) adada Kıbrıslı Türkler arasında umutsuzluklara yol açıp, gün ve gün varolma kaygısının giderek artmasına neden olmaktadır. Günümüze gelene kadar tüm bu siyasi arenada varolup hükümet olan partiler ve onların temsilcileri Kıbrıslı Türk halkının çıkarlarını değil TC hükümetlerinin ve sermayenin çıkarlarını savundular. Aslında kktc’de “hükümet olup iktidar olamamak” cümlesi de tam bu noktada hayat bulmaktadır.

Önceki yıllarda farklı senaryolar ile kamu kurum ve kuruluşları zarar ediyormuş gibi gösterilip kapattırılıyorken şimdilerde “özelleştirme” adı altında sermayeye peşkeş çekilmektedir.

Örneğin kktc’nin ilk yıllarında Sanayi Holding güzel bir senaryo ile batmış gibi gösterilip tüm fabrikaları sıra ile tek tek kapatılmıştır. Günümüze bakacak olursak KTHY (Kıbrıs Türk Hava Yolları) yine benzer bir senaryo ile kapattırılmıştır. Özelleştirme adı altında KTP (Kıbrıs Türk Petrolleri) 4-5 yıllık karı ile yerli sermayeye; Ercan Havalimanı ise TC sermayesine peşkeş çekilmiştir.

Son olarak uzun bir süredir kktc gündemini meşgul eden ve her ne hikmetse hakkında resmi olarak hiçbir açıklama yapılmayan “SU” konusu vardır. Malumunuz üzere her ne kadar hükümetimiz! kabul etmese de “özelleştirilmiştir. Sırada ise Telefon ve Elektirik kurumunun olduğu açık açık söylenmektedir.

kktc siyasetinin en temel reflekslerinden biri muhalefetteyken karşı oldukları her ne ise hükümete gelince (iktidar eksikliğinden de olabilir!) bir anda unutup yanında yer almalarıdır. Örnek bakınız : “Göç Yasası”

Yazının başında diyalogdan bahsetmiştim. Diyaloğun özünün Söz olduğundan. Söz diyaloğun gerçekleşmesi için sadece bir araçtır. Söz kendi içinde iki boyutu barındırır. Bunlar “düşünme” ve “eylem”dir. Aynı zamanda bir praksis olmayan hiçbir gerçek söz yoktur.

Praksis   =   İ ş   =   Söz   =   Eylem + Düşünce.                                                              Eylemin feda edilmesi       =   Lafazanlık                                                                                                       Düşüncenin feda edilmesi=   Aktivizm

Bu yüzden, gerçek bir söz söylemek, dünyayı dönüştürmektir[1].

Kıbrıslı Türk siyasetinin 30 küsur yıllık siyasi tarihinin arenasına çıkan her siyasi parti ve onun temsilcilerinin şu an geldikleri nokta için söylenecek tek şey vardır. O da bu partilerin ve temsilcilerin yıllardır lafazanlık yaptıklarıdır. Bu lafazan zihniyet ve müdavimleri sürekli olarak halkına yalan söylemeyi, kılıf üretmeyi ve kılıfına uygun bir minare yaratıp pazarlamayı bir sol siyaset argümanı olarak kullanmıştır.

Halkın olduğu iddia eden ve halkına siyaset ürettiğini söyleyen her oluşum, bütün başarısız durumlarda ya da çıkmazlarda ise halkını aşağılayarak, yok sayarak, aptal olduğuna vurgu yaparak, hem durumların somut eleştirisinden kendini alıkoymuştur hem de somut bir tahlil yapmamıza engel olmuştur. Böylece kimi zaman halkına uydurduğu yalanlarla siyaset üreten veya/ya da halkını küçük düşüren/aptal sayan bu zihniyet (ki paralel olarak birbirleriyle herhangi bir yol çatalında buluşurlar ve el ele görünürler) tarih boyunca ortaya koydukları argümanlarla aynı zamanda diyalogu ve eylemi de basitleştirmeye çalışmışlardır.

Bir üçüncü yol yalanına karşı, YOLun BAĞIMSIZLIğını savunan ve üreten Kıbrıslı Türk devrimcileri ise eğer ortada bir aptallık ya da aşağılanacak bir şey varsa bunu toplumlar üzerinden değil toplumlara dayatılan ve ona alan bırakmayan ve durmadan yafta ile siyaset yapmaya çalıştıranlara karşı yapılması gereken bir şey olduğunu düşünmektedir.

Ayrıca halkına yalan söylememeyi ve açıktan-doğrudan içinden geçen bütün duyguları yüksek sesle dile getirmeyi bir devrimci namus olarak görmektedir. Kıbrıslı Türk devrimcisinin lafazan zihniyetle işi olmadığı gibi, hem kendi yurdunda hem de dünyanın başka yerlerinde bütün kardeş halklarla daha fazla diyaloga ve daha fazla eyleme ihtiyacı olduğunu düşünmektedir.

O halde demek ki tam da şimdi devrimci bir siyasetle öne çıkma zamanıdır. Çünkü devrimci siyaset, eskinin tükendiği anlarda yeniyi yaratmanın tek olası yöntemidir2.

 

[1] Ezilenlerin Pedagojisi, Paulo Freire, Çevirenler:Dilek Hattatoğlu&Erol Özbek, Ayrıntı yay.,9.basım, syf:73

2 Bağımsızlık Yolu bildirgesi, Sayfa 62, www.bagimsizlikyolu.org/bildirge/