Siyasette Dengeler Değişirken – Münür Rahvancıoğlu

2011 yılından beridir çalkantılı bir seyir içinde olan siyasal atmosferimiz, giderek daha fazla fırtına sinyalleri veriyor…

Geleneksel siyasal özneler; CTP, UBP ve DP çıplak gözle görülebilecek bariz bir panik içerisinde…

Bu paniğin de etkisi ile son iki yıldır “olmaz” denilenlerin hayat bulduğu günler, aylar yaşadık. CTP ile UBP hükümet kurdu, DP baraj paniği ile şartsız şurtsuz koalisyona balıklama atladı… Her üç parti de, siyasal dengelerde yaşanacak olası bir değişime ve kendi gerileyiş süreçlerine müdahale etmek için, sessiz bir işbirliği süreci içerisine girdi…

Agresif, tahammülsüz ve yırtıcı bir ruh hali siyasetin genel psikolojisi haline geldi. Ve başta DP olmak üzere, yaklaşan fırtınadan sığınmak için kendine liman arayan “merkez” için “sarılmayı reddedecek yılan”, “ruhunu satmayacak şeytan” kalmadı…

40 yıldır devam eden siyasal statüko çatırdadıkça, yıkılacağı belli yapının altında kalmak istemeyen ama gidecek başka bir yeri de olmayan düzen partileri biraz daha huzursuzlaşıyor.

Bu da merkezin birbirine daha çok sokulduğu, merkez dışına yönelik müdahalelerin ise hiç olmadığı kadar “organize” hale geldiği bir biçime dönüşüyor…

***

İsterseniz bu duruma nasıl geldiğimize şöyle hızlıca bakalım…

2011 yılında gerçekleşen Toplumsal Varoluş Mitingleri, Annan Planı döneminden farklı olarak siyasette ciddi bir kırılmanın göstergesiydi…

Annan Planı’nda sağ statüko da sol statüko da yerli yerinde duruyor ve Plan’a ilişkin konumlanışları bakımından birbirleri ile çekişiyorlardı… Yıllarca yaşanan saflaşmaların, yeni bir vesile ile tekrarı niteliğindeki süreç, ilk kez barış güçlerinin daha kitlesel olması bakımından yeni bir öğe içeriyordu. En önemlisi ise, süreç tamamiyle CTP’nin kontrolü altındaydı…

Oysa 2011’de solun geleneksel “abisi” CTP’nin konumu sarsılmıştı. Bu yüzden de toplumsal muhalefeti kontrol altında tutma imkanlarını artık yitirdiği ortaya çıktı. Ne mitinglerde yapılan konuşmaları, ne açılan pankartları ne de atılan sloganları “uygun” biçime sokamayan CTP, 2011’de ipin ucunun kaçtığını gördü…

Annan Planı’ndan farklı olarak, meydanları dolduran halk herhangi bir planı desteklemek için değil; Türkiye’nin baskıcı siyasetine “hayır” demek için seferber oluyordu. Bu da siyasal merkezde “marjinal” olarak nitelenen radikal sol örgütlerin çekim alanına giren muazzam bir kitle demekti…

Halkta oluşan müthiş öfkeye rağmen, bu öfkenin statüko aleyhine örgütlenip seferber edilememesi, bugün hala devam eden siyasal krizin başlangıç noktasını oluşturur…

Geleneksel partiler halka inandırıcı gelmiyor, ama alternatifler de bir o kadar yetersiz görünüyor…

***

2011’de kendini ilan eden siyasal krizi daha o yıllarda tespit edip; solda iş birliği, güç birliği, eylem birliği çağrısı yapan, bu hedef doğrultusunda tüm faaliyetini seferber eden Baraka oldu… Ancak radikal sol içerisindeki çeşitli dengeler, bu siyasetin arzu edildiği kadar hızlı ve sağlıklı ilerlemesine engel oldu. Bugün ise bu uğurda epey yol katediği söylenebilir. 2013 Genel seçimlerinde Toplumsal Varoluş Güçleri ile başlayan süreç, TDP’nin de dahil olduğu Lefkoşa Türk Belediyesi seçimlerinden başlayarak sürekli büyüdü, gelişti, kökleşti… Hala da devam ediyor…

Ancak siyasal kriz ve özne sorununa siyasal statükonun dışından gelen tek müdahale sol ittifak değil. Hemen hemen aynı dönemde, Kudret Özersay tarafından başlatılan, Toparlanıyoruz ismi altında biriken ve Halkın Partisi olarak siyasallaşan yeni bir odak daha oluştu…

UBP-CTP ve DP için kabus haline gelen bu kapan, işte böyle kuruldu…

***

Yıllarca halkın tepki ve taleplerini, kendi partisel, kişisel çıkarları doğrultusunda görmezden gelen üç düşman kardeş; her yönden gelen tehlikelerle yüzleşiyor ve ayaklarının altındaki zeminin kaymakta olduğunu görüyorlar…

Bir yandan Halkın Partisi, muhafazakar eğilimli ve daha “olgun düşünceli” tabanlarını çoktan toparlamış durumda. Diğer yandan ise sol ittifak siyaseti üç yıldır hiç yıpranmadan sürekli büyüyor…

Öyle ki, önümüzdeki ilk seçimde UBP’nin tarihindeki en düşük oyu olması, DP’nin de baraj altında kalması söz konusu… Ama diğerlerinden farklı olarak bu gidişat en çok CTP’yi vuracak gibi görünüyor.

Çünkü CTP; hem HP’ye hem de sol ittifaka doğru kitle erozyonu yaşamakta… Ve bu da kan kaybını şiddetlendiriyor… Üstelik ilk kez bu seçimde, CTP çok önemli bir moral avantajını yitirme tehlikesi ile yüz yüze: “Solun” birinci partisi  olma konumu tehlike altında!

Eğer bu durum gerçekleşir ve CTP solun ikinci partisi durumuna düşerse, geri dönüşü olmayan bir süreç yaşanabilir. CTP tarihe havale olur…

***

Tehlike büyük olunca, panik de büyük oluyor…

Bu panik ile yapılanların değerlendirmesini, bir sonraki yazıya bırakalım…

 Münür Rahvancıoğlu
Baraka Aktivisti