Teşvik Sendikacılığı ve Sendikalar – Münür Rahvancıoğlu

Özel sektörde çalışma koşullarının iyileşmesi ve huzurlu bir iş yaşamına ulaşabilmek için örgütlenmek isteyen onbinlerce emekçi var.

Ancak hepimizin bildiği gibi, çalışanların geleceğini iki dudakları arasında tutan patronlar, işçilerin bu en meşru arzusunun önünde bir engel olarak dikiliyorlar. İşçiler bırakın örgütlenmeyi, en basit bir meselede patrona itiraz ettikleri anda kendilerini kapının önünde bulabilirler. Hatta birçok durumda, hiçbir “sorun” çıkarmasalar bile sırf patron o gün öfkeli diye işini kaybeden yüzlerce emekçi var.

Durum böyleyken, işçilerin örgütlenmesini engelleyen patronlara “teşvik” adı altında fidye ödeyerek, emekçilerin en meşru haklarını satın almak, siyasi iradenin yapması gereken en son şey dahi değildir. Bir hakkı engelleyen, bir hakkın karşısına dikilerek başka insanların özgürlüklerini gasp eden kesimlerin, ödüllendirilmesi değil cezalandırılması gerekir. Ancak siyasi irdeyi elinde bulunduranlar, esasen adaletten yana değil patronlardan yana oldukları için, bu durumdan yarattıkları mazeret ile işverenlerine yeni gelir kaynakları oluşturabiliyorlar. Emekçilerin örgütlenme özgürlüğünü serbest bırakmaları karşılığında patronları maaşa bağlamaya dayalı yeni Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı projesi de bundan başka bir şey değil.

***

Biz bu projeye “Teşvik Sendikacılığı” diyoruz. Ancak “teşvik” adı altında sermayedarlara maaş bağlama fikri Zeki Çeler’in buluşu değil. Bu “şeref”in tek bir kişiye mal edilmesinden rahatsız olan Cenk Mutluyakalı, teşvik sürecinin “gurur listesini” geçtiğimiz hafta özetledi: Teşvik sürecine temel olan tüzük, CTP’li Sonay Adem’in bakanlığı döneminde hazırlanıyor; Tüzüğü bakanlar kurulundan geçirmek UBP’li Türkay Tokel’e nasip oluyor; ancak fonda yeterli paranın birikmesi ve ilk uygulamaların hayata geçirilmesi CTP’li Aziz Gürpınar dönemine denk geliyor. UBP’li Ersan Saner, fonun kapsamını genişletip patronlara bağlanan maaşın miktarını arttırıyor ve altın vuruşu yapmak da TDP’li Zeki Çeler’e kalıyor.

Kısacası CTP, UBP, CTP, UBP ve TDP şeklinde özetlenebilecek bu müthiş uyum, söz konusu bakanlar ve partiler arası benzeşmeyi özetlemesi bakımından manidar. Bu kardeşlik listesinde adının bulunması insanı memnun mu etmeli, yoksa utandırmalı mı; orasını da kişinin kendi midesine bırakmak gerek.

Bağımsızlık Yolu Aziz Gürpınar döneminde ortaya konan ilk uygulamalardan beridir, patronların gasp ettikleri haklar nedeniyle ödüllendirilmesini, yabancı uyruklu işçilerin haklarının kırpılarak patronlara maaş olarak bağlanmasını ve bunun da kktc vatandaşı işçilere yapılan bir lütufmuş gibi sunulmasını eleştirdi. Tüm felsefi yanlışlıkları bir yana, bu uygulamanın patronların gelirini arttırmak dışında somut hiçbir çözüm üretmeyeceğini de vurguladı. Nitekim proje kapsamında çözüleceği iddia edilen sigorta yatırımlarının zamanında ve gerçek maaş üzerinden yapılması, gençler ve kadınlar arasında işsizliğin çözümlenmesi gibi sorunlarda bir arpa boyu bile yol kat edilmedi ama İhtiyat Sandığı’nın kasasından patronların cebine milyonlarca TL başarı ile akıtıldı.

***

Kısacası teşvik sistemi Bağımsızlık Yolu tarafından yıllardan beridir hem pratikte hem de ideolojik olarak eleştirilmektedir. Bu eleştirilere de bugüne kadar yukarda adı sayılan siyasi figürlerden hiçbiri tarafından, ergen atarının ötesinde bir yanıt verilememiştir.

Peki siyasi iradenin kısmi iyileştirmeler sağlanması fırsatı sunarak patronlarla uyumlu projeler geliştirmesi karşısında emek hareketinin diğer bileşenleri nasıl davranmalıdır? Sendikalar, bu projenin ülke genelindeki ideolojik ve pratik yansımasından bağımsız olarak teker teker işyerlerinde sunduğu fırsatlara sırtını mı dönmelidir yoksa siyasal örgütlerin eleştirisine rağmen projeyi sahiplenmeli midir?

Bu soruya daha genel bir noktadan özele doğru yaklaşarak yanıt vermek, konunun teorik ve pratik noktalarını aydınlatmak açısından önemli:

Emek hareketi ideolojik, siyasi ve demokratik bileşenleri ile bir bütündür. Bu bağlamda siyasal partiler ve sendikalar aynı hareketin çıkarlarını savunan farklı tip örgütlerdir ve farklı alanlarda, farklı sorunlarla yüz yüze geldiklerinden, çeşitli konulardaki pratik adımları da farklı olmalıdır. Bu türden farklılıklar emek hareketinin diyalektik bir birlik olmasından ötürü, “normal” olmanın ötesinde; gereklidir. Aksi takdirde siyasal partiler sendika gibi davranır; sendikalar da siyasal parti olurdu. Ve ne sendikalar ne de siyasal partiler yerine getirmeleri gereken kendi işlevlerini yerine getiremezlerdi.

Her iki örgüt tipi de emek hareketi bütününün farklı işlevleri olan parçalarıdır. Farklı değil bire bir aynı davransalardı, o zaman kendi işlevlerini yerine getiremezlerdi.

Devrimci bir siyasal partinin kıyasıya eleştirdiği, halkı daha fazlasını istemekten alıkoymak için egemenler tarafından hazırlanan reform niteliğinde bir uygulamanın, emek hareketinin gündelik süreçleri açısından bir fırsat yaratıp yaratmadığını denemek, pratik uygulamanın yarattığı çatlaklara sızmak, sendikaların görevidir.

İdeolojik birlik noktaları gözden yitirilmediği sürece bu farklılıklar, emek hareketine zarar değil yarar sağlar. Sendika gibi davranan bir siyasal parti, ideolojik anlamda kaypaklaşırken; siyasal parti gibi davranan bir sendika da, aşırı katılaşıp sekterleşecek ve kitle ile bağlarını kaybedecektir.

Bu yüzden devrimciler emek hareketinin farklı bileşenlerinin farklı işlevleri olduğunu ve ideolojik olarak benzer baktıkları olgulara yönelik, pratik tutumlarının farklı olması gerektiğini bilerek hareket ederler.

***

Teşvik sendikacılığı örneğimize dönersek; Bağımsızlık Yolu bu uygulamanın felsefi ve pratik boyutlarını eleştirirken, emek hareketinin diğer bileşeni olan sendikaların ortada değerlendirecek bir fırsat olup olmadığını pratikte yoklamasına karşı çıkamaz.

Sendikalar elbette ki, bu uygulama aracılığı ile oluşması muhtemel çatlaklara sızmak için elinden geleni yapmalı, kaç işçiyi örgütleyebilirse örgütlemeli, kaç iş yerinde örgütlenebilirse örgütlenmelidir. Yeter ki bu çatlaklar, nihai hedef konumuna yüceltilmesin ve egemenlerin projeleri emeğin projesiymiş gibi sahiplenilmesin. Özel sektörün sorunlarına pratik anlamda çözüm üretecek ve emek mücadelesi açısından da ideolojik bir temele oturan; patronların sendikasız işçi çalıştırmasının yasaklanması talebi yüksekte tutulduğu sürece, egemenlerin sunduğu zeminleri fırsata çevirme çabası sınıf mücadelesinin gereğidir.

Hem sendikal kitle hem de kamuoyu nezdinde akılda tutulması gereken ise; çatlaklarına sızılan uygulamanın sahiplerinin “siyasi irade” yada “egemenler” olduğudur. Yani bu tür projelere sırt dönmek de sahiplenmek de sendikalar açısından yanlış olacaktır.

Sırt dönüldüğünde emekçiler için elde edilebilecek minimum kazanıma veya projenin baştan sona fiyasko olduğu gerçeğinin deneyimle görülmesi fırsatına da sırt dönülmüş olur. Sahiplenildiğinde ise, sendikal kitlenin egemenler tarafından yaratılan hipnozun etkisine girmesine, projenin yıkımı gerçekleştiğinde yaşanacak hayal kırıklığından kaçınılamamasına ve projeyi ideolojik temelde eleştiren siyasal öznelere karşı egemenlerin kalkanı haline dönüşmeye zemin hazırlanır.

Bu tür projeler karşısında doğru sendikal tutum ise; ortaya konan meşru taleplere egemenlerce verilmiş yetersiz bir yanıt olduğunu akılda tutarak, yeni durumun yarattığı fırsatları değerlendirmekten kaçmamaktır.

***

Teşvik sendikacılığı ilan edilirken mikrofonun karşısında oturanlara çıplak gözle bakanlar birbirine uyumlu bir üçlü görmüş olabilir.

Ancak yukarda yazılanların bilinci ile mücadele eden devrimcilerin gördüğü tablo bambaşkaydı. Biz o masada sendikasız çalıştırılmanın yasaklanmasına baştan beridir karşı olan bir patron, bu sloganı kullanarak kendine makam yapmış ancak şimdi patronlara maaş bağlamakla ilgilenen bir siyasetçi ve sendikasız çalıştırılmanın yasaklanması sözünü yükseltmeye devam ederken verili durumun fırsatlarını emekçiler lehine yoklayan bir sendika gördük.

Bu yüzden de teşvik sistemine yönelik eleştirilerimiz, bu sistemin gerçek sahibi olan patronlarla siyasetçileri itham ederken, emekten yana sendikaların yapmaları gerekeni yaptıklarını söyleyebiliyoruz.

Münür Rahvancıoğlu
Bağımsızlık Yolu Genel Sekreteri