El’mi Yaman Bey’mi Yaman Karşısında Barış Oranımız-Ali Doğanbay

Endişe verici… Türk milliyetçiliği Türkçeyi konuşamıyor. Masum halklar üzerinden tırmandırdıkları ayrıştırıcı dil ile mahsum türk ailelerine saldıran kurtçuklu elmanın öbür yarısıyla hesaplaşmak için hiç de masumane olmayan bir yöntemle ara bölgede kavga etmek istiyorlar. Herkezle o kadar kavgalı ki içleri, iç dünyaları, herkesi kendileri gibi sanıyorlar. Ve evet kendileri değilse bile gövdeleri her zaman iktidarda olduğu ve bu tür hesaplaşmalara mahsum diye bakıldığı için herkesle kardeşçe yaşayacakları bir dünyayı asla kuramıyorlar.  Herkese sormadan ve öyle herkes için de değil aslında herkez uğruna savaşsın istiyorlar. Kendi herkezleri için herkesin çocuğunu öldürmek istiyorlar. Evet, endişe verici. Türk milliyetçiliği Türkçe konuşamıyor. Daha endişe verici Rum milliyetçileri de Rumca mı konuşamıyor? Eğer öyleyse bu mahsum olduğu kadar masum olmayan milliyetçi dile karşı, acilen ve hakkaniyetli bir herkesin ve bütün masumların adaleti olacak bir dil geliştirmeliyiz. Yoksa bu dilde boğulacağız, herkez ve herkes olarak…

Çünkü biliyoruz ki bu adanın tarihi, el’mi yaman yoksa bey’mi yaman karşılaşması yapanların tarihidir. Biz o karşılaşmayı daha evvelden biliyoruz. Bence hiç 11.30’da zahmet edip buluşmayın. Zaten bu, sizin karşılaşmanız değil. Başkasının maçını oynayacaksınız. 74’de biten ve 83’de skor olan, iki halkın kalesine de acıklı bir şekilde gol olan ve başkasının tabelasına hep galip diye yazılan bu mağlup meselesinde iki halkın direkleri de ceza sahası da el’in tarihinden de bey’in tarihinden de büyüktür. Başkasının iddiası bunlar, yine sen tutturamayacaksın, tutma şunların maçını. Ha, illa ne olur diyorsan söyleyeyim, bu maçtan kazanan çıkmaz, 1 ve ya 2 oynamaktan kaçın, 2,5 gol üstü olur. Endişe verici, Türk milliyetçileri ve Rum milliyetçileri bahis yapıyor. Ve her iki taraftan da yatan yatana. Olsun, vatan vatana olduktan sonra…

Bütün bu olanları birkaç kendini bilmezin akılsızca yaptığı ve hassasiyet kisvesiyle taçlandırıldığı menfur olaylar diye okuyamayız. Çünkü bu güruhun eline kalem verilmiyor, ve ne yazdıklarını biliyoruz, bir güvercin tedirginliği ile bir insan ömrünün en onurlu en ahlaklı ve en delikanlı hassasiyetini bu coğrafyada yaşayan herkezden daha çok hisseden Hrant Dink’in, upuzun ve mahsum uzanan ve çok masum duran ayakkabılarından okuduk. Biliyoruz ki iktidarlar, gözümün önüne kirpiğim kaçtı yalanı ile gözünün önünde bir parti binasının, bir kitapçının, bir insanın, mahsum hassasiyetlerle donatılmış bu herkezler tarafından el’mi yaman yoksa bey’mi yaman karşılaşmalarını görmezden geliyor.  O yüzden sevgili Tufan Erhürman, güneyde işlenen ve Rumcası da mahsum olmayan ve Rumlar arasında da herkezin olmayan o menfur dil nasıl ki bu adanın dilini barışa çevirmeye gönül vermiş insanların tümcesi değilse, kuzeyde de bugün halen başkasının karşılaşmasına soyunmak isteyenler de herkezin dili değildir. Bence halkımıza barış dilini yerleştirmek için herkes ile herkezi ayırmalıyız.  Çünkü biz herkesle karşılaştığımızda daha çok kardeşlik, daha çok sevgi, daha çok bir arada yaşamak ve daha çok dokunmak kazansın isteriz. Ama onlar karşılaştıklarında, iki buçuk gol üstü olur.  İki buçuk gol üstü acıklıdır, ve Ortadoğu’nun bu bölünmüş adasında olduğu gibi coğrafyanın bu yakasında herkezin iki buçuk gol üstü vardır. Nesine oynuyorsun bilmem barışa oynuyorsan eğer yüzünü Filistin’e, Suriye’ye dönmelisin.  Silvan’a baktın mı mesela, senin de barışının bahis oranı çoğu ki onun ki ile aynı tabeladandır.  Yani dememdir ki, iki buçuk gol üstü bir sürü dikenli teldir, bir sürü yıkık evdir, bir sürü kayıp insandır, bölünmüş şehirlerdir, terkedilmiş kentlerdir, korkulu insanlardır, ve en çok korktuğum korkulu insanlardır, herkezler en çok korkulu insanları sever, ve korkulu insanların çocuklarına bırakılan yazı dikkat askeri bölge girilmezdir. Evet, endişe verici, bu bahsi yeniden düşünmeliyiz sevgili Tufan Bey.

Ve umarım bu bahis de Doğuş Hanım’ın çıkışları gibi olmaz zira Doğuş Hanım bazen ya merdiveni koyduğu yeri unutuyor ya da çıkmış gibi yaptığından mıdır nedir aşağıya indiğinde merdiven neredeydi diye arıyoruz, bir müddet sonra eski bir şarkının herhangi bir yerini birden hatırlar gibi, o bişey dediydi ya n’oldu o iş diye soruyoruz. Çok merdivensel bir problem, çık çık çözemiyoruz. Fakat zihnimizde çalan şarkının sesi midir yoksa sürekli unutmayı artık parti programı haline getirenlerin sesi midir ya da bu kakofoninin ideoloji midir, nedir, hep merdiveni koyduğu yeri unutuyor Ctp ve hep kakofoniyi çalıyor..  Sadece demiş olmak, dememiş olanlardan sizi ayırmaz. Eğer bir eyleme gidiyorsan ya da birinin eylemine arkadaş oluyorsan, bunu kakofoni yapmadan, frekans ayarlarını yaparak ve doğru bir tonda, ve herkesin anlayacağı şekilde söylersin. Biz oraya üç adam gönderdik –kusura bakılmasın- mafyavaridir, böyle siyaset yapılmaz. Çünkü bir parti konuşur, ve konuştukça halkıyla anlaşacağı bir dil geliştirir.  Ve evet, halkının aklını karıştıracak tınılar çalmaz. O yüzden, bu olaydan zaman sonra da, bizim facebookta bir Tufan abimiz vardı, olayla ilgili bişiler yazdıydı, daha ne yapalım, demek sizi demeyenlerden ayırmaz. Ha bi de, size niye böyle yapıyorsunuz diyenleri felsefe yapmakla, amaaaan çekmekle, yahu her şeye de bir şey bulursunuz demekle eleştirmek, barış dilini inşa edenlerin hanesine değil,  el’mi yaman yoksa bey’mi yaman karşılaşması yapanların hanesine düşürür. Yoksa bakın, ben de buraya yazıyorum, güneyde ve kuzeyde işlenen sıradan bir suç değil, nefret suçudur.  Yazmaktan başka şeyleri de endişe etmeliyiz, evet.

Ama endişe edeceğimiz her şey herkesle beraber bizi bir arada ve güçlü kılacak ve yalnızca sınır diye uydurdukları haritalara değil insanların içine sıralamak istedikleri duvarları da yıkmak için umudumuz olacak. Çünkü dağlara çizdikleri kötü kalpli resimlerden daha güzeldir, herkesin içine sıcak bir merhabayı bırakacak olan çocuklarımızın çizecekleri resim. Onların en çok da endişe ettiği budur; bir insan kalbinin başka bir insan kalbine yaslanırken bütün taşların ellerinde un ufak olduğu o karşılaşma anı. O karşılaşma anından korkuyorlar. Ve hiç karşılaşmayalım diye durmadan nefretle karşılaşmak istiyorlar. Bıkmadan, karşılaşmak ve öç almak istiyorlar. Yeniden öç almak ve yeni ölümlere yeniden ön açmak için, karşılaşmak istiyorlar. Ama biz de buradayız. Sınırların ve duvarların un ufak edileceği ve hiçbir çocuğun kalbinde endişenin olmayacağı, ve karşılaştığında yanağından öpmeyi en büyük insanlık bilecek çocuklarımızın burada top oynayacağı bir ülke için karşılacağız. Bak kardeşim anlayacağın şekilde yazıyorum, kusura bakılmasın yazının bundan sonraki burası, Baf’a bir kale kuracağız bir de Dipkarpaz’a, Baf’tan topa bir vuracağız, Lefkoşa’da ne bir tele takılacak, ne de hızla kavis alarak giderken bir üniformayı görüp selam çakmak zorunda kalacak, süzülerek geçerken Beşparmaklardan Dipkarpaz’da ki kaleye gelecek… Bahis olmayacak, altı da üstü de bir olacak, hep birlikte olacak, beraber olacak ve berabere olacak bütün tabelalar… Ve elbette… Endişe etmeden…

Ali Doğanbay