“Eseriniz ile övünün Ersin Tatar, Sibel Tatar ve Münevver Çağın”

ey kıbrıs türk halkı siz ekonomik sıkıntılar içerisinde boğuşurken onlar makam odalarında malt viskilerini yudumlarken ağızlarına alabildiceğine büyük purolarını tütürken ellerinde tespihlerini sallıyorlar.

8 yıldır, Cumhurbaşkanlığı’nın basın biriminde çalışan Mert Beysoydan, Cumhurbaşkanlığı Basın ve Halkla İlişkiler Müdürü Münevver Çağın’ın, kendisini asistan gibi çalıştırdığını, eşyalarını taşıttırdığını, bu durumu “Firstlady” Sibel Tatar’a şikayet etmesinden bir hafta sonra, tazminatı dahi ödenmeden işten atıldığını açıkladı.

Açıklama şöyle:

Kamuya girişim 8 sene önce olmuştu. O dönemler askerlikten çıkmıştım ve kuzeyde iş bulamamıştım. Güneyde çalışmaya başlamıştım. Mutluydum da. Güneyde 2 sene çalıştıktan sonra kuzeyden cumhurbaşkanlığından teklif geldi. Cumhurbaşkanı resmi kameramanlığı için. Kabul ettim. Ama nasıl olacak dedim. Bir heycan girdik. Dönemin cumhurbaşkanı Sayın Eroğlu’nun kameramanlığını yaptım. Kalbinin babacanlığını gördüm keza kızı Aslı ablanın da. Bizi hep kolladılar. Her konuda aynı görüşte olmasak da siyasi olarak hiç yargılamadılar hor görmediler. Neyse yıllar geçti Sayın Akıncı geldi ardından. Onunla daha değişik ilişkilerimiz oldu. 2 cumhurbaşkanıyla da birçok iş deneyimi edindim. Gerek yurtdışında gerek yurtiçinde. Yıllar içinde yaptığımız işin kalitesinden parmakla gösterilmeye başlandık. Göğsümüz kabardı. Tabi arada zıtlıklarımız oldu. Mesela Ali Bizden ile çok çatıştık. Ama işi bu bireysel tartışmalara karıştırmadık. Gereken ne ise; doğrusu ve hızlısını yaptık. Ve de çok iyi yaptık. Gün geldi seçim oldu. Cumhurbaşkanı değişti. Ersin Tatar cumhurbaşkanı oldu. Tabi ki her cumhurbaşkanı değiştiğinde içimizi bir korku sardı; Atılma korkusu. Nedenini biliyorsunuz. Borç yapıyorsunuz. Ev borcu araba borcu vs. Neyse bir süre geçti ve yeni gelenleri tanıdık. Aralarında işi hiç bilmeyen, eğitimi basın olmayan apayrı biri başımıza getirildi bu şahıs Münevver Çağın. Elimizden geldiğince yardım etmeye çalıştık fakat alışkın olmadığımız durumlarla karşılaştık. Şahıs bizi asistanı zannetti. Çantasını, ceketini, naylonlarını, hediye kutularını ve hatta ve hatta portakal gaşalarını taşıtmaya çalıştı. İş bilmemezliğ bir yana mobinkleri ve verdiği rahatsızlıklar bir yana. Sabah saat 4.30 da arandığımız oldu. Cebimize özel eşyalarını soktu. Sonra bizleri yarı yoldan döndürüp özel eşyalarını istedi. Ardından hakaret etti. Evet saraydaki son dönemlerim çok kötü geçmekteydi. Bütün saray çalışanlarına yemek çıkarken basın bölümüne ve polislere çıkmadı. En fazla çalışan 2 birimdir bunlar. Yemek istedik. Bulan yer dendi bizlere. Taki bir gün bu bahsettiğim kişiyi gidip sayın firstladye şikayet edene kadar. Ettim etmesine hak verdiğini de söyledi. 1 hafta sonra mesai bittikten sonra telefondan müsteşar sekereteri hemen müsteşarın yanına gelin dedi acil. İşi bitirdikten sonra hemen gittik. Elimize birer belge verildi. “Cumhurbaşkanından aldığım talimatla yazıyordu. Verdiğiniz emekelerden dolayı teşekkür ederiz. Size hayatınızda başarılar dileriz” bir şok yaşadık. Borçlarım vardı. Ailemi üzdüler, beni üzdüler, bütün basın tarafından kınandılar. Hatta ve hatta cumhurbaşkanına babam ulaştı. Konuyu anlattı. Yardımmış edecekti. Sayın firstladye de ulaşıldı. Biz zaten kendi ekibimizi getirmiştik dendi. Bu cümleyi müsteşar da ağzından atmıştı. Neyse ki arkadaşlarım yardımıma ulaştı. Güneyden ulaştılar. Sen dert etme dediler biz sana iş bulacayık. Yani anlayacağınız, partizanlık, emeği hiçe sayma, statüko bu ülkenin başından tırnağına bürünmüştür. Ben bu saygısızlığı ve emeğimi hiçe saymayı PANDEMİDE VE RAMAZAN AYINDA yaşadım. Kimse çıkıp müslümanlık ve insanlık dersi vermesin. Hatta Kıbrıs Türkünü düşünüyoruz söylemlerine hiç girilmesin. Dünyada ahlaki ve etik çerçevede çalışan her bir kurum ve birim birinin işine son vereceği zaman 1-2 ay öncesinden bildirir. Saray artık tarafsız değil. Objektif hiç değil. Son sözüm ironik olacak. “Beni kuzey kıbrıs istemedi, güney kıbrıs sahip çıktı…” Her şey 1 Mayıs’ta başladı ve 1 Mayıs’ta bitti. UBP nin ve Devletin sizinle yaptığı hiçbir sözleşmenin geçerliliği yoktur. Altında cumhurbaşkanının ve şahitlerin imzası olsa bile. Bugün savcılıktan gelen haberle cumhurbaşkanı ile imzaladığımız sözleşmelerdeki maddelerin hiçbir geçerliliği yoktur. Yani emeğinizi çalıyorlar ve sizi yüklü bir miktarla borçla kapı dışarı ediyorlar. Sadece tek bildikleri kendi yandaşlarını yanlarına toplayıp işçileri sözleşmeli adı altında yasaları çiğneyip çalıştırıyorlar. Araştırabilirsiniz.Çalıştığım 8 senenin tazminatını alamıyorum. Akıllarına estiği gibi sizi işinizden ediyorlar.ey kıbrıs türk halkı siz ekonomik sıkıntılar içerisinde boğuşurken onlar makam odalarında malt viskilerini yudumlarken ağızlarına alabildiceğine büyük purolarını tütürken ellerinde tespihlerini sallıyorlar. Eseriniz ile övünün Ersin Tatar Sibel Tatar ve Münevver Çağın.