Halkın Partisi 1 Mayıs’ı Kutlamaya Çalışırsa Ne Olur? – Celal Özkızan

Halkın Partisi’nin (HP) resmi Facebook hesabından, 1 Mayıs sabahı şöyle bir “kutlama mesajı” yayınlandı:

“1930’lardan itibaren küçük birlikler şeklinde örgütlenen Kıbrıs Türk işçi birlikleri, dünyadaki ekonomik buhrana karşı çok zor yaşam koşullarında, önce İngiliz Sömürge yönetimine karşı daha sonra da Kıbrıs Elenler’in Enosis düşüne karşı onurlu bir kimlik mücadelesi ortaya koymuştur. 13 Ocak 1948 tarihinde iki halka mensup Kıbrıslı İşçiler, çalışma koşullarının iyileştirilmesi için CMC idaresine karşı grev kararı almıştır. Böylece tarihte ilk kez Kıbrıslı Türk işçiler, Kıbrıs Elen işçileriyle işbirliğine gittiğini gördük. Fakat daha sonra bu işbirliğini Enosis hayalleri için POE Genel Sekreteri Andreas Ziartidis ile maden işçilerinin lideri Pandelis Varnava’nın kışkırtmasıyla bozan Kıbrıslı Elenler’in tavırlarına karşı, Kıbrıs Türk İşçileri kendi varoluş mücadelesini vermeyi sürdürmüşlerdir. O günlerden bu günlere, ulusal sorunun yaşandığı bu topraklarda Kıbrıs Türk İşçisi’nin olağanüstü koşullarda kendi kimliklerine sahip çıkarak verdikleri emek mücadelesi takdire şayandır.Tarihimizin gerçekleri içinde yoğrulan, cesur yürekleri, onurlu mücadeleleri ve alın terleriyle bugünlere gelmemizi sağlayan Kıbrıs Türk İşçileri’nin onurlu mücadelesi bugünümüze ışık olsun. 1 Mayıs İşçi Bayramı Kutlu Olsun!”

***

Yukardaki satırları okurken, kendimi sanki bir zaman makinesine binmiş de 44 sene öncesine gitmiş gibi hissettim. Ne de olsa böylesi bir “1 Mayıs Mesajı”, olsa olsa 1 Mayıs 1975 tarihine ait olabilirdi. 2019 yılının 1 Mayıs’ında yayınlanmış bir mesaja benzemiyordu bu. Ne de olsa, 2019’un 1 Mayıs’ında yayınlanmış bir mesaj olsaydı, içeriğinde maaşları ödenmeyen GAÜ işçileri, asgari ücretin altında çalıştırılan süpermarket işçileri, inşaatlarda yaralanan ve ölen işçiler, patronu tarafından sigortası ya yatırılmayan ya da maaşının altında yatırılan işçiler olurdu.

Elbette HP, işçilerin değil patronların partisi olduğu için, 2019’un 1 Mayıs’ında işçi sorunlarından söz eden bir mesaj yayınlamazdı, bunu biliyordum. Vekilleri arasında çalışanlarının sigortasını yatırmayan patronların olduğu bir partinin işçilerin sorunlarından söz etmesini beklemek abesle iştigal.

***

Yine de, HP’nin yayınladığı mesajdaki tek tuhaf şey, işçi sorunlarından söz etmemesi değildi. Başka bir tuhaflık daha vardı. Dedim ya, mesaj, sanki 1 Mayıs 1975 tarihine aitti. Bir anlığına, HP’nin yayınladığı mesajı önceden hiç görmemiş olduğunuzu varsayın. Birinin size bu mesajı aynen okuyup, üstüne de “bu mesaja 1 Mayıs 1975 tarihli gazete arşivlerinde rastladım”  dediğini düşünün. Tarihten hiç şüphe duymazdınız,öyle değil mi? Ne de olsa, altında HP’nin imzası ve üstünde de 2019 yılının tarihi olmasa, bu mesaj, gayet de 1 Mayıs 1975 yılında yayınlanmış olabilirdi.

***

Elbette bu tuhaflığın bir sebebi var. Dedik ya, HP; işçilerin, çalışanların, emekçilerin, yoksulların ve dar-orta gelirlilerin partisi değil. HP, sermaye yanlısı bir çizgiye sahip. Böylesi bir partinin, günümüzün işçi sorunlarına dair olumlu bir icraatta bulunmayı geçtim laf ola bile olsa birkaç söz söylemesi pek mümkün değil. Günümüzde işçilerin sorunlarına dair söyleyecek sözü olmayan bir partinin de, 1 Mayıs günü dostlar alışverişte görsün misali bir şeyler söylemek için, 1930’lardan ve 1940’lardan söz etmesinden başka yapacak bir şeyi de yok.

Ne de olsa, günümüzden söz etmek zorunda kalsalar, 1940’larda “çalışma koşullarının iyileştirilmesi için mücadele ortaya koyan” işçilerden değil, günümüzde çalışma koşullarının iyileştirilmesi için mücadele eden, hatta, özel sektörde olanlarının patron baskısı altında inim inim inlemekten mücadele edecek zemini bile bulamadığı işçilerden söz etmeleri gerekecekti. HP’nin böyle bir şeyden söz etmesi ise elbette mümkün değil, çünkü artık işçilerin karşısında mücadele ettiği odak İngiliz Sömürge yönetimi ya da Enosis değil, HP’nin de parçası olduğu Kıbrıslı Türk egemen kesimleri, patronları ve sermaye yanlısı siyasetçilerdir.

***

Tuhaflık burda bitmiyor. Bu mesaj gerçekten 1 Mayıs 1975 tarihinde yayınlansaydı dahi, ortada yine bir tuhaflık olurdu. Olurdu, çünkü mesajda, Kıbrıslı Türk işçilerin 1930’larda ve 1940’larda “çalışma koşullarının iyileştirilmesi” için ve “çok zor yaşam koşullarında” mücadele ettiği söyleniyor. Daha sonra ise, Kıbrıslı Türk işçilerin “onurlu mücadeleleri ve alın terleriyle bugünlere geldiğimizden” söz ediliyor. Ne de olsa Enosis başarısız olmuş, Kıbrıslı Türk halkı yok olmaktan ya da ülkesi üzerinde hiçbir siyasi ağırlığı olmayan bir azınlık olmaktan kurtulmuştu.

İyi güzel Enosis’ten kurtulmuştuk ama, HP’nin bizzat kendi mesajında da söz ettiği gibi, 1930’larda ve 1940’larda işçiler zor yaşam koşullarına karşı ve daha iyi çalışma koşulları için de mücadele etmekteydiler. Yani tek sorun Enosis değildi. Peki Enosis dışındaki sorunlara ne oldu? Gelin bu sorunun yanıtını, Kıbrıslı Türk işçi tarihinin sembol isimlerinden olan, en zor koşullarda işçi hakları ve sendika mücadelesi vermiş olan kundura (ayakkabı) işçisi  Kamil Tuncel’den dinleyelim. Kamil Tuncel, “Düşmana İnat Bir Gün Daha Yaşamak” adlı kitabında, 1958 yılında Kıbrıslı Türk işçilerin, Kıbrıslı Türk patronlar altında yaşadıklarını şöyle anlatıyor:

“Bir akşam işçilerimize zam yapmak amacı ile heyet-i idaremizi toplanmıştık. Bir kaç işçiye zam yapıldıktan sonra, sıra makineci Erdoğan’a geldi. Erdoğan’ın haftalığı 4 lira 5 şilindi. Heyet-i idare Erdoğan’a haftada 10 şilin artış vererek, haftalığının 4 lira 15 şilin olmasını münasip gördü. Ama benim de fikrimi sordular. Ben de Erdoğan’ın aldığı maaşın çok az olduğunu, işini de ilerlettiğini, bana göre haftalığının 6,5 lira yapılmasını teklif ettim. Rum tarafında maaşların çok yüksek olduğunu, işçilerimizin maaşlarını yükseltmemiz gerektiğini, aksi takdirde işçilerimizin Rum tarafına işlemeye gideceklerini söyledim.

Vay anam vay sen miydin bu konuşmayı yapan? Kara Mehmet ve Topal Mahmut üstüme saldırdı. Hatta Topal Mahmut bana şöyle hitap etti: “Daha sendikacı mı sandın kendini be Allahın belası, bu şirketin sen de ortağısın.” Her ikisi de beni hırpaladı. Ben de “Ben ebistadım, yapılan işleri hepinizden iyi bilirim, ama siz ne münasip görürseniz öyle yapın” dedim. O zaman Erdoğan’a 10 şilin yerine 15 şilin zam vererek haftalığını 5 lira yaptılar. Haftasonu 5 liradan ödenen Erdoğan haftabaşı işe gelmeyip Rum tarafına giderek orda işe başladı. Haftalığı da 9 lira oldu.

Bizim Türk sermayedarlarımız daima işçi haklarını istismar etmekteydi. Bir müddet sonra Modern Kundura Fabrikası’nda çalışan işçilerimiz yine bir sendika kurma faaliyetine giriştiler. Sendika aleyhtarları, bu işin başını, İbrahim Tanca’nın çektiğinden şüphelendiler ve soyunma odasında kimsenin olmadığı bir sırada Topal Mahmut, İbrahim’i kıstırır ve hesap sorar. Belindeki tabancayı da çıkararak İbrahim’in ağzına sokmağa çalışır: “Ağzına bir kurşun sıkarım ve beynin arkadan duvara yapışır. Bizim bu sendikaları ve komünistliği ortadan yok etmek için neler yaptığımızı, her halde duydun. Şimdi sen de mi sendika kurmaya soyundun. Ayağını denk al” diyerek İbrahim’itehdit eder.”

***

Görüldüğü üzere, Kıbrıslı Türk işçilerin tek sorunu, bırakın 1975’i, 1958 yılına kadar geri gitsek bile sadece Enosis değildi. Enosis elbette Kıbrıslı Türk işçiler için bir sorundu. İhtiyaç duyduğumuz şey bağımsız bir Kıbrıs iken, Yunanistan’a bağlanmak asla kabul edilemezdi. Dahası, sorun basitçe Enosis talebinin kendisinden ibaret de değildi. Sorun, özünde, Kıbrıslı Elen egemenlerin bir bütün olarak Kıbrıslı Türklerin adanın geleceği üzerindeki söz hakkını gasp etmiş olmasıydı. Ne yazık ki bu dışlamacı Enosis çizgisini PEO ve AKEL de, yani dönemin Kıbrıslı Elen emek hareketinin temsilcileri de kabul etmişler, bu da emek hareketinin etnik temelde bölünmesine yol açmıştı. Bunun doğurduğu en trajik sonuç ise, emek hareketinin eski gücünü yitirmesi, ve “çalışma koşullarının iyileştirilmesi” için “çok zor yaşam koşullarında” verilen mücadelenin zayıflamasıydı. Bu sadece Kıbrıslı Türk işçiler için değil, Kıbrıslı Elen işçiler için de bir gerileme anlamı taşımaktaydı.

Dönemin Kıbrıslı Türk egemenleri ile Kıbrıslı Türk işçi sınıfını ortaklaştıran tek nokta, Enosis tehdidi idi. Enosis, gerçekten de bir bütün olarak Kıbrıslı Türkler için bir tehditti. Dönemin Kıbrıslı Türk egemenleri ile Kıbrıslı Türk işçi sınıfını ayıran temel nokta ise, egemenlerin karşı karşıya olduğu tek sorun Enosis iken, Kıbrıslı Türk işçilerinin, Enosis’in yanında çalışma ve yaşam koşullarıyla ilgili sorunlara da sahip olmasıydı. Kamil Tuncel’in anısının bizlere gösterdiği şey budur. İşte tam da bu yüzden, HP’nin mesajı 1975 yılında yayınlanmış olsaydı bile, bir “sermaye partisi mesajı” olmaktan öteye gidemeyecekti; çünkü ada ikiye bölünüp de TAKSİM gerçekleştiğinde, Kıbrıslı Türk egemenler için sorun sona ermiş, zafer kazanılmıştı. Kıbrıslı Türk işçiler için ise, ada bölündükten sonra dahi “daha iyi çalışma şartları için çok zor yaşam koşullarında” mücadele sürecekti – artık tamamen Kıbrıslı Türk patronlara karşı.

***

Uzun lafın kısası; Halkın Partisi Kara Mehmetlerin, Topal Mahmutların partisidir. Bunda şaşırtıcı bir şey yok. Asıl mesele; Erdoğanların, İbrahimlerin ve Kamil Tuncellerin partisi olabilmekte. O yüzden sen de #BağımsızlıkYolundaÖrgütlen

Celal Özkızan

Bağımsızlık Yolu Üyesi