İDEOLOJİSİZ SİYASETİ OKUMAK-ABDULLAH ÖZDOĞAN

Kıbrıs’ın kuzeyinde, 19 Nisan seçim sonuçları ardından geçtiğimiz haftanın gündemini iki gelişme işgal etmeyi başardı:  Akıncı’nın toplumun farklı kesimlerini bir araya getirmeyi başarması ve Eroğlu’nun beklentilerin altında kalan oy oranı sonrası arkaik, miadı dolmuş söylemlerle, etki alanından uzaklaşan sağ cenahı uyandırma çabaları.

Aslında, Seçimdeki en çarpıcı ve beklenmedik sonuçlar; Sibel Siber’in başarısızlığı ve Özersay’ın aldığı yüksek oy oranıydı. Yine de, bu sonuçların kamuoyunda ana gündeme kıyasla tali önem taşıdığı açık.

Neticede, ortaya çıkan tablodaki İç içe geçmişlik ve adayların birbirlerine olan dolaylı, dolaysız etkileri; bizi, yeni dönemi ele alırken bugün temsil edilen siyasetlerin tümünü de içine alabilen bir değerlendirme yapmaya zorluyor. Ve de hal böyleyken, dört aday arasından hangisini merkeze alırsak daha kapsayıcı bir değerlendirme yapabileceğimiz de önem kazanıyor.

Öyleyse, kökü düne uzanan, bugün henüz baş göstermiş yeni dönemi daha iyi kavrayabilmemizi kolaylaştıracak olan doğru değerlendirme; Özersay’ın yükselişini merkeze alan bir bakış açısına ihtiyaç duyuyor diyebiliriz.

Çünkü kapsama alanı dikkate alındığında Özersay’ın diğer üç adayın temsil ettiği siyasi çizgilerdeki seçmenlerden de destek aldığı kolayca gözlemlenebilir. Özersay’ın yükselişinde dikkat çekici bir diğer husus ise; hiçbir siyasi ideolojiye yaslanmama iddiasıdır ki, biz bunu “ideolojisiz siyaset” olarak adlandırırsak yanlış olmaz.

Amiyane tabirle, “ne sağcıyım, ne solcu, futbolcuyum futbolcu” diyerek hükümet ortağı partinin adayı kadar oy almasını sağlayan bu eğilimi, halkın nezdinde geçer akçe kılan etkenleri araştırıp ortaya çıkarmak, siyaseti toplumun kaderine yön verebilecek bir bilim olarak algılayan herkesin görevi olmalıdır.

Sosyal demokratlardan, liberallere, milliyetçilerden, apolitiklere kadar geniş bir yelpazeye hitap edebilen “ideolojisiz siyaset”in sınırları: Türkiye’yi “anavatan”  olarak gören ve etnik köken üzerinden siyaset yapanlarla, Türkiye’yi “işgalci” olarak gören ve ayni etnik köken üzerinden farklı bir siyaset yapma eğiliminde olan karşıtları bile kapsayacak şekilde genişlemiş durumda.

Gençlik ve yenilik algısından hareketle ve “temiz siyaset” söylemi ile sağ cenahtan da, sol cenahtan da, apolitiklerden de oy devşirmeyi başaran Özersay’ın hasımlarından ise elle tutulur bir değerlendirme gelmiş değildir. Her dönem müzakere masasında olmasından yola çıkarak ulaşılan “dış güçlerin desteklediği bir adaydır” gibi komplo teorilerini saymazsak tabi.

Bu tip değerlendirmelerin doğru olup olmadığı bir yana, parti dahi kurmadan bu derece yükselebilen bir siyasal eğilime karşı mücadele etmeye yetecek argümanlar olmadığı açıktır. “Kirli” diye tabir ettiği siyasilerin daha düne kadar arkasında olanları seçime saatler kala saflarına katarak, “ben temizim” diyebilen bir siyasetin temsilcisiyle mücadele ancak, halkı bu siyasetin kapsama alanına iten koşulları irdeleyerek mümkün olabilir:

Değişen Dünya;

Nesnel bir gerçeklik olarak sermaye sınıfının hakim olduğu dünyada sağ siyasetin yeni ihtiyaçlarını karşılayabilmek adına yapılan  “nöbet değişimleri” eskilerin zafiyetleri üzerinden gerçekleşmektedir. Bu süreçlerin ihtiyaca göre kimi zaman eski sosyalistleri, kimi zaman muhafazakarları, kimi zaman daha farklı siyasetleri hükümete getirmesi mümkündür.

Ortak noktaysa şudur: kim başa gelirse ilk işi dünyanın değiştiğini, ideolojilerin öldüğünü savunmak olur. Araştırırsanız dünya bunun örnekleri ile doludur…

Böylece bir taşla birçok kuş vurulmakta, rejimin esaslı bir eleştiriyle sorgulanmasının da her defasına önüne geçilmektedir.

Tabi,  değişimleri sadece nesnel nedenler üzerinden okumamız yeterli olmaz. İhtiyacımız olan şey, değişimleri salt egemenlerin büyük projeleri olarak kavramak yerine, bu değişimlere payanda olan iç etkenleri de hesaba katmaktır.

Sağ siyasetin dibe vurması;

Ülkemizde yaratılan “ganimet” düzeninden beslenmekle damgalı sağ siyasetin, özellikle son beş yılda yaşadığı kepazelikler; İçte bitmek bilmeyen çıkar kavgaları, dışta ise onursuzluğun tavan yapması kendi tabanını bile bezdirmiştir.

Seçimlerden önce bazı sendikalara yazılı taahhüt vermesine rağmen, Göç yasasını geçirerek ülke tarihinin en büyük adaletsizliğine ve eşitsizliğine imza atılması, sağ siyasetin çıkarları uğruna her şeyi yapabileceğini kanıtlar niteliktedir.

Tabii ki örnekler çoğaltılabilir. Ancak kesin olan; Özellikle İrsen Küçük’ün Erdoğan ile yaşadığı maaş sorgulama krizi sonrası sandıktan çıkamaması ve KOP sürecinde Serdar Denktaş’a rağmen ortaya konan “evrodo olmama” iradesi gibi olayların da gösterdiği üzere, halkın büyük bir kısmının artık bu siyasete karşı tahammülü kalmamış olmamasıdır.

Belki de Özersay’ın pratikte uyguladığı siyaseti açıkça isimlendirmemesinin etkenlerinden biri de; bu gelişmelerin sağ siyasetin halkın gözünden düşmesine neden olmasıdır. Kim bilir?

Sonuçta, Bu konuda en belirgin olan: sağın eski temsilcileri için emeklilik zamanı çoktan yaklaştığıdır…!

Sol ağızla yapılan sağ siyasetin çıkmazları;

Ülkemizde “ideolojisiz siyaset” Özersay ile başlamadı. CTP-BG hükümet dönemlerinde yapılan, sol jargonla sağ siyasetten ötesi değildi. Birleşik Güçler anlayışı, her ne kadar CTP içindeki “sol”(halk arasında bilinen adıyla: “bıyıklılar”) kanadın temsilcilerine göre içeriye kimi aydınların girmesini sağlamış olsa da, eski sağla bağlarını koparmaya hazırlanan çıkar guruplarıyla yeni-yeşil CTP arasına köprü amaçlı kurgulanmıştı.

Ancak ezilenlerin ağzıyla konuşarak birçok neo-liberal politikayı (tek tip sosyal güvenlik, kamuda performans yönetimi, Hayat Pahalılığı ve asgari ücret uygulamalarının dolaylı yoldan askıya alınması, GÖÇ YASASI vb) uygulamaya koyan ya da yürütmesini yapan CTP için çanlar çoktan çalıyordu.

Süreç daha çok Talat ve eski sosyalistler aracılığıyla yürütülse de, Sibel ile en açık görünümünü almaya hazırlandığı sırada sekteye uğradı.

Yıpranan ve kendi tabanı tarafından bile acımasızca eleştirilen CTP-BG için emaneti sahibine geri verme vakti geldi de geçiyor bile. Artık sağın yeni ihtiyaçlarını karşılayabilecek “yeni”, “temiz” yüzlere ihtiyaç var.

Bu yeni dönemin “yeni” yüzü olmaya en yakın aday hiç kuşku yok ki Kudret Özersay’dır…

Son kertede; adı konmasa da, hiçbir siyaset ideolojisiz olamaz. “İdeolojisiz siyaset” yapmak; hakim ideolojinin saflarına kendiliğinden rızayla katılmak demektir. Çünkü en basit yorumla; egemen ideolojinin hegemonyasının şekillendirdiği ilişkileri yok saymış ya da normalleştirmiş oluyorsunuz.

Dikkatle bakıldığında sağ cenahtan da, sol cenahtan da, hiçbirine mensup olmayan apolitiklerden de “ideolojisiz siyaset”in çekim gücüne kapılanlar olmuştur. Özersay etrafına kümelenenlerin ortak yönlerinden hareketle “ideolojisiz siyaset” in nereye evirilebileceğini, nasıl bir şekle bürünebileceğini kestirebilmek zor değil.

Evet, anlaşılacağı gibi bariz bir şekilde önümüzde, yeni sağın muhtemel “yeni” lideri durmaktadır…

Abdullah Özdoğan

Be the first to comment

Leave a Reply