KİM KİME MUHTAÇ? – MUSTAFA KELEŞZADE

Son günlerde TC’nin su meselesi üzerinden açık tehditlerinin görülmesi ile TC-kktc arasındaki ilişkiyi duygusallık üzerinden savunmak da imkânsızlaştı; böylece işbirlikçilerimizin bir bölümünün dilindeki vatan, millet sakarya nutuklarının da bir esprisi kalmamış oldu. UBP’sinden, CTP’sine kadar tüm işbirlikçi yapılar artık tek bir ağızdan “ama biz Türkiye’ye muhtacız” nutukları atıyor.

Neymiş “kktc ekonomisi kendi kendine yeterli olmadığından, Türkiye’den gelecek katkı olmadan ekonomi döndürülemez, ekonomimiz Türkiye’den gelecek yardımlara bağımlı”ymış.

İlk bakışta bu söylenen herkes için mantıklı görülebilir. Hatta Kıbrıslı Türklerin çıkmazı olarak da içinizi yakabilir. Lakin size söyleyeyim, aslında durum pek de öyle değil.

Bunca yıldır kendisini muhtaç görenler Kıbrıs’ın kuzeyinde yönetici pozisyonunda oldukları ve her yerde muhtaçlığı, bağımlılığı papağan misali tekrar ettiği için herkese bu söylem gerçeklik, hatta kanun gibi geliyor.

Ya size durum böyle değil desem.

Hükümetimiz her yıl Türkiye’den belli bir miktar para alır. Maaşlardan, yatırımlara, kültürel etkinliklere kadar farklı alanlarda bu para kullanılır. Sadece bu noktadan baktığımızda biz Türkiye’ye muhtaç gibi görünürüz elbet. Nasıl bu parayı alır noktaya geldiğimize (Turgut Özal’ın “siz üretmeyin ben size gönderirim” tavrı, sanayi kuruluşlarının tasfiyesi ve benzeri)  hiç girmeyeceğim. O tek başına ayrı bir yazının konusu. Onun yerine güncele bakalım.

Bugün yaşadığımız sitemde bir devlet giderlerini karşılamak ve hizmet sunmak için ne yapar? En temelde vergi koyar ve toplar. Vergilerin oranlarını ise ekonomideki ihtiyaçlara göre belirler. Sermayedar kendisine daha az vergi konmasını ister, halk ise hizmet talep eder, devlet de bir denge kurup planlamasını yapar ve vergileri belirler.

Bizde ise durum böyle değil. Vergiler küçük esnaf ve emekçiler için bu şekilde işliyor. Lakin sermayedarlar için konuştuğumuzda işin içine başka şeyler giriyor. Sermayedarlara sunulan teşvikler ve katkılar işin bir boyutu. Ama daha sarsıcı olanı ise vergi muafiyetleridir.

1997 senesinde Türkiye’de kumarhanelerin kapatılmasının ardından, Kıbrıs’ta kumarhaneli otel sayısında bir patlama oldu. Açılan kumar otellerinin büyük bir bölümünün sahibi Türkiye’den. Sadece Net Holding (Merit) 2013 yılında açıkladığı faaliyet raporunda Kıbrıs’taki kumar sektörünün yüzde 40’ının kendi denetiminde olduğunu beyan etmişti. Açılan oteller ve son dönemde yapılan Karpaz’daki marina gibi çoğu işletmenin ise vergi muafiyetleri var. Vergi muafiyetleri olmayanları ise sürekli zararda!

Gelelim Türkiye’nin o meşhur yardımına. 2014’te TC’nin kktc ekonomisine yaptığı katkıları ve kktc-TC arası ticaret hacmini incelediğimizde enteresan sonuçlara ulaşıyoruz. Yardım Heyetinin açıkladığı verilere göre 2014’te TC’den kktc’ye aktarılan kredinin 400 milyon dolar civarında bir bölümü kullanıldı.  Kredinin kalemlerini incelediğimizde bu paranın bir bölümünün otellere, Türkiye kaynaklı ODTÜ, İTÜ gibi üniversitelere, savunma ve ticari yatırımlara ayrıldığını görüyoruz. Yarısına yakın bir bölümü altyapı yatırımları. 50 milyon dolar kadarlık bir bölümü ise kamuya destek.

Ticaret oranlarına baktığımızda ise kktc’den, TC’ye ihraç edilen ürünlerin 100 milyon dolar civarında gerçekliğini, Türkiye’den ithal edilen ürünlerin ise 1 milyar doların üzerinde olduğunu görüyoruz. Yani, 2014 senesinde Türkiye’den Kıbrıs’ın kuzeyine 400 milyon dolar verilmiş, bunun karşılığına ise Kıbrıs’ın kuzeyinden Türkiye’ye 1 milyar dolar para gitmiş.

Bahsettiğim veriler küçük bir araştırma ile bilgisayar başında herkesin ulaşabileceği veriler. Fakat kritik nokta bu verileri nasıl analiz edeceğiniz. Bu verilere bakan biri, bakın “Türkiye’nin yatırımcıları olmadan, Türkiye’nin desteği olmadan hiçbir şey yapamayız” diyebilir. Bugüne kadar da hep o yönde bakıldı. Ben ise doğru kullanılması halinde büyük bir koz ve kaynak görüyorum.

Öncelikle şunu belirteyim, içinde yaşadığımız sistemde bir devletin, yurtdışında da iş yapsa, kendi sermayedarını koruma sorumluluğu vardır. Ne de olsa o para ülkeye geri dönecektir. Bu durum Kıbrıs’ın kuzeyine bu kadar fazla TC sermayeli taşınmaz yatırım varken, biz değil, Türkiye için endişe verici bir durumdur; 4 tarafımız deniz ve turizm yapmak için Türkiye sermayesine mecbur değiliz.

Ayrıca ekonomik olarak bir devlet sıkıntı yaşadığında vergileri yükseltmek veya yeni vergiler yaratmak kendi elindedir (bizim durumumuzda olmalıdır). Türkiye’den nerede ve nasıl kullanılacağını dahi Türkiye’nin belirlediği bir krediyi almak yerine, yabancı sermayenin mevcut yatırımlarına yeni vergiler koymak, nasıl kullanacağımızı kendimizin belirleyeceği bir kaynak yaratma seçeneğini bize sunar.

Eğer meselelere bizim birilerine muhtaç olduğumuz yönünden değil, toprağımız, denizimiz ve konumumuzla kullanıldığımız yönüyle bakar, durumu Stockholm Sendromuna bağlamak yerine alternatifler ararsak, içinde bulunduğumuz durumu dahi bağımsızlığımızı şekillendirmek için kullanabiliriz.

Elbette tüm bu söylediklerim adamızda Türkiye’nin askeri bir varlığı da olduğu, Kıbrıs’ın kuzeyinin Türkiye’nin işgali altında olduğu gerçeğini değiştirmez. Fakat Rosa Luxemburg’un da dediği gibi “Hareket etmeyen; zincirlerini fark edemez!”

Foto: ÖZGÜR TEKŞEN/AL JAZEERA

Mustafa Keleşzade

Bağımsızlık Yolu