Teşvik Sendikacılığı Çözüm mü? – Münür Rahvancıoğlu

Özel sektörde çalışan emekçilerin günlük sıkıntıları uzun zamandır halının altına süpürülemeyecek noktaya gelmiş bulunuyor.

En bilinen ve dile getirilen sorun iş cinayetleridir. Bunun bir sebebi de iş cinayetlerinin gizlenemeyecek kadar büyük bir olgu olması elbette, ancak ortalama yıllık 5-6 iş cinayetinden son dört yıldır 9-10 cinayete doğru yükselen ivme de bunda büyük bir etkendir. Gene de özel sektörde tek sorunun işçi sağlığı ve güvenliği olmadığını bilmek gerek. İş cinayetleri, tüm diğer cinayet biçimlerinde olduğu gibi sadece çalışma yaşamının ne durumda olduğunu gösteren bir sonuç olarak görülmelidir. Çalışma yaşamında güvencesiz çalışma, yıllık ücretli izin kullanamamak, mobbing, maaşların gününde ödenmemesi, sigortasız çalıştırılma, ek mesai ödenmemesi, resmi tatillere uyulmaması, yatırımların gerçek maaş üzerinden yapılmaması gibi yüzlerce kanayan yara vardır. Ve iş cinayetleri bu sorunların oluşturduğu buz dağının sadece görünen yüzüdür.

***

Özel sektörün sıkıntılarını ilk kez dile getiren de Bağımsızlık Yolu değildir. Bağımsızlık Yolu özel sektördeki sorunların çözümü için devrimci bir yol önermiş ve bu öneriden hareketle kampanya örerek sermayedarlarla onun yardakçısı hükümetleri rahatsız eden bir çizgi örgütlemiştir. Ancak özel sektördeki sıkıntılar geçmişte de vardı ve geçmişte de politik arenada bir argüman olarak kullanılıyordu.

Bunların en bilineni, özel sektör ile kamuyu birbirine düşman kılarak, bir yandan özel sektöre acırmış gibi davranıp diğer yandan kamudaki hakların geriletilmesi taktiğidir. Bu yıllarca hem sağ hem de sol görünümlü demagoglar tarafından kullanılmış ve halen de kullanılmakta olan ucuz bir stratejidir. Özel sektör çalışanlarının sorunlarını dile getirip, ardından da kamudaki yüksek haklardan söz ederek yürütülen sermaye saldırısının doruk noktası; Göç Yasası idi. Bu yasadan sonra gerileyen kamudaki haklar bugün Türkiye’deki koşulların gerisine düşmüştür. TC’de son zamlardan sonra kamuda en düşük maaş 3000 TL civarındayken, kktc’de 2500 TL civarındadır. Geçmişte kamudaki yüksek maaşlar nedeniyle kalifiye çalışanlarını kaybetmeyi istemeyen sermayedarlar artık kamunun gerilemiş olmasını fırsat bilerek maaşları çok daha düşük tutmaktadır.

***

Bağımsızlık Yolu’nda örgütlü devrimcilerin ısrarla dile getirdiği “Sendasız İşçi Çalıştırmanın Yasaklanması” talebi, günlük hayatı ızdıraba dönüşmüş halk tarafından sahiplenildikçe; düzen partileri ile patronlar buna karşı göz boyayıcı alternatifler geliştirmek zorunda kalıyorlar.

Denetimler yolu ile özel sektörün düzene sokulabileceği kandırmacası, sektörel toplu iş sözleşmesi efsanesi ve özel sektör çalışanlarını duygusal taktiklerle oyalama girişimleri bunlardan bazılarıdır. Denetimin kesin bir çözüm sunmayacağı günlük pratik ile görünür hale gelmiş durumda. Denetim sadece sendikalaşmanın yanında yürütülecek etkin bir pratik olarak fayda sağlayabilir. Mevcut kaos ortamında ise, her işletmeye yirmi dört saat nöbet bekleyecek bir müfettiş tayin edilmesi dışında denetim ile ilerleme sağlanamaz. Bu da olamayacağına göre, “denetim” söylemi tam bir kandırmacadır ki zaten halk da yaşayarak bunu anlamış durumdadır.

Sektörel toplu iş sözleşmesi talebi ise sıklıkla devrimci çözüm olan sendikasız çalıştırılmanın yasaklanması ile karıştırılmaktadır. İkisi taban tabana zıt taleplerdir. Birincisinde bir tek kurumun anti-demokratik despotluğu söz konusuyken, ikincisinde sermayedarlar açısından zorunluluk emekçiler açısından sendika seçme özgürlüğü vardır. Emekçilerden kopuk bir sektörel toplu iş sözleşmesi düzeni, patronlar için üzerinde baskı kurulacak bir bürokratik mekanizma yaratılarak devlet tarafından şekillendirilecek bir yasal kurumun oluşturulması demektir. Ancak mevcut durumda halkın algısında bu zorunlu sendikalaşma ile aynı görülmekte ve egemenler her iki öneriye de uzak durdukları için bu durum daha devrimci öneri açısından avantaj sağlamaktadır. Gene de devrimciler iki önerinin farkını iyice bilmeli, egemenlerin olası bir manevrasına karşı hazırlıklı olmalıdır.

Son aylarda yaşanan “duygusal manipülasyonlar” ise, geçmişte sendikalaşma kampanyasına destek vererek siyasi kariyer yapan ama şimdilerde bu çizgisinden dönen siyasi öznelerin manevrasından başka bir anlam taşımıyor. Özel sektördeki sorunlar geçmişte bakan, müdür, milletvekili gibi makam sahipleri tarafından hiçbir zaman dile getirilmemiş olduğu için; bugün bunların sadece dillendiriliyor olması bile halk nazarında sempati ile karşılanmaktadır. Ancak halk adına ağlamak gene de hiçbir pratik adım atmamak, ne zamana kadar anlayışla karşılanabilir? Bu duygu sömürüsü dönek siyasilere ne kadar zaman kazandırır, halkın “sorunlarını başkasının ağzından duymaktan” kaynaklı tatmin duygusu ne zaman “sorunların çözülmemesinden” kaynaklı bir öfkeye dönüşür, yaşayarak göreceğiz. Bizim yapmamız gereken ise bu sahte duygusallığın maskesini düşürmek için sorunları çözmesi gerekenleri işaret etmeye devam etmektir.

***

Bugünlerde önümüze sürülmek üzere hazırlanan yeni taktik ise, “teşvik sendikacılığı” diyebileceğimiz patronların maaşa bağlanması yoluyla işçilerin toplu iş sözleşmesi hakkının sağlanabileceği iddiasıdır.

Taşvik sendikacılığı halk açısından birçok anlamda sorunlu, sermayedarlar için ise memnuniyet verici bir düzen içi “cici alternatif”tir.

İlerde daha detaylı bir eleştirisi sunulacak da olsa burada en sıkıntılı yanlarını yüzeysel olarak belirtmek gerekirse; teşvik sendikacılığı sendikal işbirlikçilik ve yozlaşma yaratacak gerici bir öneridir, kamusal kaynakların zaten hak olan bir şeyi uygulaması için sermayeye rüşvet olarak aktarılmasını olumlayan neo-liberal bir düşüncedir, yabancı uyruklu işçilerin haklarının gasbedilmesi yöntemi ile işleyen ırkçı bir uygulamadır ve özel sektörde dar bir işçi aristokrasisi yaratmaya dönük göz boyamadan ibarettir.

Devrimciler “sendikasız işçi çalıştırmanın yasaklanması” talebini ortaya attığında bu talepten nemalanarak kendine kariyer yapmış fırsatçı demagogların şimdi “duygu sömürüsü”, “denetim” ve sermayeye rüşvet vererek yaratılacak “teşvik sendikacılığı” gibi alternatiflere sarılması; bizim açımızdan olumsuz değil olumludur. Tüm bu argümanların tükenmesi ve gerçeğin çırıl çıplak ortaya çıkması sadece bir zaman meselesidir. Bu zamanı hızlandırmak ve kısaltmak da bizim çabamıza bağlıdır. Maskesi düşecek olanların her türlü çırpınmasına rağmen çabamızı bu yönde yoğunlaştırmalıyız.

Çünkü ortaya alternatif diye konulan tüm yalanlar açığa çıktığında; geriye sadece sınıfsal bir öfke ve devrimci bir yol kalacaktır:

Patronların sendikasız işçi çalıştırılması yasaklanmalı, sorunu yaşayan emekçilerin çözümü örgütlemesinin önü açılmalıdır.

Münür Rahvancıoğlu
Bağımsızlık Yolu Genel Sekreteri