Dilimiz ve Mücadelemiz – Şenel Kim

Günlük hayatımızda kullandığımız kelimeler ve kalıplar sanıldığı gibi önemsiz ayrıntılar değildirler. Konuştuğumuz dildeki belli başlı kelimeler ve kalıplar ve olayları anlatış biçimimiz, dünyayı algılayış tarzımızı da şekillendiriyor aslında. Dilimiz düşüncelerimizi şekillendirirken tabii ki ait olduğumuz kültür de bunları etkiliyor.

Etrafımızı algılamaya başladığımız yaşlardan itibaren belli bir kültürün içinde olduğumuzu, ona göre davrandığımızı ve hatta düşündüğümüzü fark ediyoruz. Böylece, bilincimize biz fark etmeden başka dillerde olmayan ya da daha farklı ifade edilen kelimeler ve düşünceler yerleşiyor; yani kullandığımız kelimelerin düşüncelerimizden ve kültürümüzden bağımsız olmadıkları sonucu çıkıyor ortaya.

“Komitede bütün öğle vakti tartışdık durduk.
TESLİMİYET kelimesinin yerli dillerdeki karşılığını aradık ve bulamadık.

Ne Tzotzil ne de Tzeltal dilinde karşılığı yok.
Tojolabal’da ya da Chol’da böyle bir kelimenin varlığını hatırlayan da.

Gerçek dilde teslimiyet diye bir şey yok.” – Subcomandante Marcos.

Yukardaki alıntıdan yola çıkarak bu kelimenin yokluğu teslimiyet fikrinin de yokluğu demek olabilir; ya da, bizim anladığımız şekliyle teslimiyeti tanımlamıyor olabilirler. Buna benzer birçok örnek verilebilir; örneğin her dilde renklerin sınıflandırılmasının farklı olması gibi. Anadili İngilizce olan birinin renkleri algılayış ve adlandırması anadili Türkçe olan birinden farklıdır; ya da anadili İngilizce olan biri “lütfen” kelimesini günlük hayatında bolca kullanırken Fincede buna karşılık bulamayıp bir Fin ile konuşurken düşünüş biçiminin de değişmesi olağandır. Eğer söz konusu kelime kullanılmıyorsa düşünülmüyor da demektir.

Kelimelerin sandığımızdan daha önemli olduğu aşikar. Bu yüzden yazının devamında günlük hayatımızda kullandığımız cinsiyetçi küfürlerin ve homofobik tabirlerin düşüncelerimizi de şekillendirdiğini ve cinsiyetçilikten ve homofobiden kurtulmak istiyorsak verilen diğer mücadelelerin yanında dilimizi de değiştirmek için mücadele etmemiz gerektiğini savunuyorum. Küfürleri ve dışlayıcı tabirleri “lafın gelişi” diyerek meşrulaştırmak işi daha çok çıkmaza sokuyor; çünkü lafın bu şekilde gelmesi gerekmiyor.

Eğer laf bu şekilde geliyorsa, içinde yaşadığımız toplumun bize bunu bu şekilde düşündürtmesindendir ve eğer biz var olan bu sorunlu yapıyı değiştirmek istiyorsak dilimizi düşüncelerimizle birlikte değiştirip dönüştürmemiz gerekiyor.

Özellikle Türkçede cinsiyetçi küfürler kadın cinselliğinin edilgenliğini vurguluyan bir temele dayanıyor. Erkeğin cinselliği üstün tutulduğundan, haliyle bu durum küfürlere de yansıyor. Küfürler kadın bedeninin aşağılanması ve kadına şiddet üzerinden şekilleniyor. Küfürler aracılığıyla da dil toplumsal cinsiyet rollerini, toplumsal cinsiyet rolleri ise dili yeniden üretiyor.

Toplumsal cinsiyet eşitliğini savunan ve bu yönde mücadele eden insanları cinsiyetçi küfür kullandı diye cinsiyetçi ilan etmeyeceğimiz gibi “alışkanlık işte, bir kere dile yapıştı” gibi savunmaların da meseleyi değersizleştirdiğini göstermemiz gerekiyor. Kelimeleri algılama ve tanımlamamız arasındaki ilişkiyi görmek ve bunlar üzerinde biraz düşünmek için TDK’nın “kadın” tanımı ile yazıyı bitirmek isterim:

“Kadın:

Erişkin dişi insan, hatun, hatun kişi, zen, erkek veya adam karşıtı
Analık veya ev yönetimi bakımından gereken erdemleri olan
Mecazi olarak hizmetçi bayan
Eski dilde bayan”

Şenel Kim
Bağımsızlık Yolu Üyesi