AYVASİLİ, NOEL BABA OLMUŞ KİME NE? – BESİM BAYSAL

Yakın geçmişimiz; müslüman ve ortodoks cemaatlerinden Türkleşme ve Elenleşme süreçlerini yaşadığımız acı dolu yıllara sahne oldu. Yanyana yaşadığımız, ayni sokakları paylaştığımız komşularımız, belki yatağımızdaki eşimiz düşmanımız oldu. Elde tüfek, yollarda sokaklarda barikatlar; uzaklardan ve yakınlardan gelen öldürme, yaralama, saldırı haberleri bu toprakların insanlarını birbirine iyice biledi. Karma köylerimizde, mahallelerimizde birbirimizin bayramlarına, düğünlerine ve cenazelerine gidemez olduk.

Dikenli teller, postallar ve ayrılıklar zaman geçtikçe kanıksandı, alınyazısı yapıldı. Soran, sorgulayan azaldı. Dinleyen, eleştiren, yazan; öldürüldü, korkutuldu, tüketildi. Lapsanalar yerini napalmlara, komuşular yerini ‘tutulmuştur’lara, panayırlar yerini şirolara bıraktı…
“Galo Paska” diyerek paskalya bayramını içten bir gülümseme karşılığında kutlardık, “Hronya Bolla” karşılığında “İyi Seneler” duyarak bu topraklarda çok kültürlülüğü yaşardık. Karşılıklı Pilavuna yapar, birlikte kurban keser birlikte dağıtırdık. Düğünlerde beraber oynar cenazelerde beraber ağlardık.
Sokakların adları önce Elen milliyetçiliğine sonra Türk milliyetçiliğine kurban oldu. Silahlar patladı, evler boşaldı, hayatlar yıkıldı…
Kıbrıslı Türkleri Britanya, Kıbrıslı Elenleri ABD silahlandırdı. Mayınlar Fransa’dan alındı. Türkiye ve Yunanistan, ordusunu yolladı.
21 Aralık 1963’ten çok önceleri yapılan yatırımlar bir gecede geri dönüşü mümkün olmayan bir yola girmemize neden oldu. Şimdi oturup bu girdiğimiz yolun bizi yaşama değil ölüme, özgürlüğe değil tutsaklığa, barışa değil savaşa, varoluşa değil yokoluşa doğru götürdüğünü görmeliyiz. Çok kültürlü ve çok dilli bir adada yaşarken kendi topraklarına sahip olma iddiasıyla girdiğimiz bu yolda kendi vatanımızı kimlere ve nerelere kaptırdığımızın bilincine varmalıyız. Artık sahte yöneticiler sabah kalktığında günlük işlerini Ankara’ya ve Brüksel’e sormadan yani talimatlarını almadan makam otomobiline binmiyor bile.
Denizler, plajlar, ormanlar, dereler ve yaşayan ne varsa halkın değil sermayenin kontrolüne verilmiş. Üretim adına yapılan her şey hor görülmüş, yokedilmiş: Tarım, hayvancılık, hafif sanayi vs. bitirilmiş. Dikenli tellerin ayırdığı üstünde yaşadığımız bu topraklarda küçücük yaşam alanlarımızı korumaya çalışmak  dışında bir seçenek bırakılmamış. Köyümüzün, sokağımızın, dedemizin adı değiştirilmiş. Evimiz, sokağımız, köyümüz diye ağlarken konuşmamız, dilimiz değiştirilmiş. Kültürümüz dışlanmış, aşağılanmış.
Sakko palto olmuş, top potini krampon… mandra ağıl olmuş fanella kazak… Ayvasıl’a Türkeli demişler de Ayvasili Noel Baba olmuş çok mu?
Yüzyıllarca kültürümüze, birlikte yaşadığımız kültürlere yabancılaştırılırken, egemen milliyetçi dinci sistemi içselleştirdik. Fast food kültürüne de tüketim kültürüne de teslim olduk.
Artık özgürlüğü yeniden tarif etmeli; yaşamı, barışı, varoluşu yaniden hedef almalıyız.
Varolmak sadece fiziksel olarak varolmak değil; direnerek, mücadele ederek ve örgütlenerek ilerlemek demek…
Kıbrıs adasının topraklarında yaşama savaşı verenler olarak yeniden biz olmak sadece biz sözcüğünden ibaret olmayacak; yeni bir kültürü, yeni bir özgürlüğü ve bağımsızlığı ortaya çıkaracak. Kardeşleşme, barış, özgürlük bu mücadeleden çıkacak. Şimdikinden daha da kötüye giden bu yokoluş sürecini ters çevirmek yeni bir yolu örgütleyerek olacak.

Be the first to comment

Leave a Reply