Anlatılan Senin Hikayendir: Üçüncü Ülke Vatandaşı Sana Söyleyim, kktc Vatandaşı Sen Anla – Celal Özkızan

Giriş

Ersin Tatar’ın ve Kıbrıs Türk Ticaret Odası Başkanı Turgay Deniz’in üçüncü ülke vatandaşları için söyledikleri sözleri okudum. İkisi de aslında üçüncü ülke vatandaşlarından söz etmiyor. İkisi de kktc vatandaşlarından söz ediyor. O yüzdenikisinin de yaptığı şey “yabancı düşmanlığı” değil. Başka bir şey yapıyorlar, en az yabancı düşmanlığı kadar tehlikeli bir şey. 

Hikaye 1

Bakınız; Ersin Tatar, üçüncü ülke vatandaşlarının ekonomik paketin dışında bırakılmasının gerekçesini “ülkeye bir getirileri yok” diyerek açıklıyor. “Onlar bize ne veriyor ki, biz onlara bir şey verelim” diyor. Bakın aynen şöyle diyor: “Bu insanlar geliyor bir maaşla çalışıyor. Ödedikleri vergi var mı? Çok şüphe ederim. Asgari ücretten gösterirler onu… Üç çocuğu var benim okuluma gider. Hasta olduğunda benim hastahaname gider. Üç çocuğuyla, karısıyla, hasta karısının anasıynan babasıynan… Okuluma da gider, hastahaneme da gider… Kazandığı para nedir?”

Tam bu esnada, kendisine, “doğru ama kazandığı parayı da burda harcıyor, 3500 lira alsa asgari ücret, onu harcıyor ülkemizde” diye soruluyor ve Ersin Tatar bunun üzerine “3500 TL alan adamın acaba yemesi içmesi, şuyu buyu, çevre kirliliği, oyu buyu derken bu ülkeye ne getirir ne götürür” diye cevap veriyor.

Kısacası; 3500 TL alan kişi, aldığı paranın tamamını bu ülkede harcasa kaç yazar… Bizden götürdüğü, bize getirdiğinden fazla diyor, zaten bu ülkeye ne vergi veriyor ki bunlar, zaten maaşını da asgari ücret üzerinden yatırıyorlar bunların, sosyal sigortalara da doğru düzgün faydaları yok diyor. Ersin Tatar böyle düşünüyor, çünkü bir insanın ülkemize katkısını, o insanın “geliri” üzerinden hesaplıyor.

Peki ama bu ülkedeki özel sektör çalışanlarının çok büyük bir çoğunluğu, kktc ve TC vatandaşları da dahil olmak üzere, zaten asgari ücrete veya bir tık üstüne çalışan insanlardan oluşmuyor mu? Özel sektör çalışanlarının çoğunun, gerçek maaşları ne olursa olsun, sigorta yatırımları asgari ücretten yapılmıyor mu? Kktc vatadanşları da bu ülkede “yiyip içmiyor” mu, “şuyu buyu, çevre kirliliği, osu busu” yok mu? Ortalama bir Kıbrıslı Türk ailenin en az iki çocuğu, bir kısmının üç ve daha fazla çocuğu var… Bu insanlar hastahaneye, okula gitmiyor mu? 

Ersin Tatar aslında emekçi, çalışan, yoksul, dar ve orta gelirli herkese; kökeni ve geldiği yer ne olursa olsun aynı biçimde bakıyor. Geriye kalan herkesten farklı olarak üçüncü ülke vatandaşlarına böyle rahat sallayabilmesinin sebebi ise bu kişilerin hem oy hakkının olmaması, hem de bu ülkede örgütlü olmamaları (yani hükümet üzerinde baskı kurma şanslarının olmaması). Zaten sonrasında çıkıp özür dilemesinin tek sebebi de, bu açıklamasından sonra kamuoyunda bir tepkinin ve baskının oluşmuş olması, başka bir şey değil. Dahası, kktc vatandaşı olmayıp sadece TC vatandaşı olan emekçilerden farklı olarak da üçüncü ülke vatandaşlarının Kıbrıs’ın kuzeyinde başvurabileceği bir TC elçilikleri bile yok. Kimsesizler yani. Yoksa Ersin Tatar özel olarak “yabancı düşmanı” değil. Ersin Tatar, genel olarak çalışan emekçi insanlara düşman.

Peki neden böyle? Ülkemizin yöneticileri için ülkemizde zenginliği yaratanlar “girişimciler”, “yatırımcılar” ve “işadamları”dır. “Emek”, ülkemizi bugüne kadar yönetmiş sağcıların ve liberallerin gözünde görünmezdir, ‘solcuların’ gözünde ise romantik bir işçi edebiyatının nostaljik bir parçasından ibarettir. Oysaki emek, zenginliğin gerçek kaynağıdır. Zenginliği yaratan, çalışan insanlardır. Ülkemizdeki ultrazenginlerin ve büyük sermayenin kaynağı da, “3500 liracık” karşılığında emek gücünü satan hepimiziz. 

Doğrudur, zenginlik bu ülkede küçük bir azınlığın elinde toplanmaktadır. Ülkemizdeki gelirin büyük bir çoğunluğu, bu bir avuç ultrazengin ve büyük sermayedar kesimin “kayıt defterine” yazılmaktadır. Haliyle de “ekonomiyi döndürenin”, “istihdam yaratanın”, “ülkeye döviz getirenin”, “vergi ödeyenin” ve “gelir yaratanın” bu kesimler olduğu yanılgısı mevcuttur. Aksine; ülkemizde yaratılan tüm zenginlik, çalışan insanların bir eseridir. Kapitalist bir toplumda yaşadığımızdan, ve emeğin gücünün yarattığı değere bir avuç azınlık ultrazengin ve büyük sermayedar kesim el koyduğundan, ortaya sanki bu değerin kaynağı ultrazengin kesimin kendisiymiş yanılgısı çıkmaktadır. Tam da bu yüzden, son ekonomik paket de dahil olmak üzere bu ülkede ne zaman bir ekonomik önlem veya kesinti gündeme gelse, “ülkeyi ayakta tutan” ultrazenginlere ve büyük sermayedarlara hiç dokunulmamakta, düşük ve orta gelirliler ise, “ülkeye hiçbir katkıları olmadığından” hedef tahatasına oturtulmaktadır.

Zenginliğin ve ülkemizdeki gelirlerin kaynağı ultrazenginler ve büyük sermaye mi yoksa çalışan emekçi insanlar mı? Örneğin Ersin Bey’in oturduğu konutun inşaatını, inşaat şirketinin patronu değil; inşaatta çalışan işçiler, ustalar, mühendisler ve mimarlar baştan sona tamamlamışlardır. Ersin Bey bir lokantaya gittiğinde, yediği yemeğinin pişirilme sürecinden tutun da o yemeğin önüne servis edilmesine; pislettiği bulaşıkların yıkanmasından tutun da kullandığı masaların ve tuvaletlerintemizlenmesine kadar bütün süreç, emekçiler eliyle yürütülmektedir. 

Ersin Bey’in keyifle yediği portakalların bakımından ve ilaçlanmasından tutun da ağaçlardantoplanmasına, ‘gaşalarla’ taşınmasına, tırlara yüklenmesine, fabrikaya götürülüp paketlenmesine ve dağıtımının yapılmasına kadar geçen bütün süreç, emekçiler eliyle yürütülmektedir. Ersin Bey’in tatil yaptığı oteldeki resepsiyonda kendisini bir emekçi karşılamakta, odasındaki yatak çarşaflarını emekçiler değiştirmekte, uzandığı şezlongları ve kendisini güneşten koruyan şemsiyeleri otel çalışanları dizmekte, akşam deniz kenarında keyifle yediği yemeğini ve içtiği içkisini otel çalışanları hazırlamakta, kendisine servis etmekte ve sonrasında da arkasını toplamaktadır. Ersin Bey’in alışveriş yapmak için girdiği süpermarketin raflarındaki ürünleri süpermarkete tır ve kamyon şoförleri ile dağıtım ve nakliye işçileri getirmekte, o ürünleri marketin raflarına market çalışanları dizmekte, aldığı ürünlerin işlemini kasiyer yapmaktadır.

Ersin Bey’in, yüklü banka mevduatındaki paralarının bir kısmını çekmek için girdiği bankayı bir özel güvenlik işçisi korumakta, her gün temiz kalsın diye yerlerini temizlik işçisi silmekte, veznedeki işlemlerini banka çalışanı yapmaktadır. Ersin Bey’in gıcır gıcır arabasını üzerinde keyifle sürdüğü yolların asfaltını karayolları işçileri dökmektedir; yol ihalesini alan şirketin sahibi değil. Belki çok şaşıracaksınız ama, Ersin Bey’in ve sevdiklerinin tedavi olduğu özel hastahaneler ile çocuklarının eğitim gördüğü özel okullarda da hizmeti, tedaviyi ve eğitimi sağlayan; o hastahanelerin ve okulların sahipleri değil, o hastahanelerde ve okullarda “3500 liracık” karşılığında çalışan sağlık personelleridir, öğretmenlerdir, ve okul personelleridir. Ersin Bey’in yeni kıyafet almak için girdiği mağazada kendisiyle ilgilenen kişi bir mağaza çalışanıdır, işlemini yapan kişi de tezgâhtardır.

Ersin Bey’in gecenin bir yarısı arabasının benzini azaldığında, arabasına benzini koyan, petrol istasyonu sahibi değil, petrol istasyonunun çalışanlarıdır. Ersin Bey yurtdışına çıkacağında, havaalanında biletini kesenden tutun da bavulunu uçağa yükleyen kişiye, uçağı beklerken içtiği kahveyi pişirip kendisine servis edenden tutun da pasaport işlemlerini yapana kadar herkes, zamanında özelleştirdikleri havaalanının sahibi değil, oranın çalışanlarıdır. Ersin Bey’in her gün sabah kahvesini keyifle yudumlarken göz attığı gazetelerdeki haberleri yapanlar muhabirler ve basın emekçileridir, yüklü servetleriyle kendilerine gazete satın alan ultranzenginler değil.

Ersin Bey’in evinde elektriklerle ilgili bir sorun olunca, gelip sorunu halleden, sabah akşam oradan oraya koşup kendi küçük işletmelerini ayakta tutmaya çalışan elektrikçilerdir. O elektriğin zaten her gün kendi evine ulaşabilmesini sağlayan da AKSA’nın sahibi değil, AKSA’da ve KIB-TEK’de çalışan emekçilerdir. Ersin Bey’in telefon ve internet ile ilgili aldığı bütün hizmetleri kendisine sağlayan, bir sorun yaşarsa da o sorunla ilgilinenler Telsim Vodafone’un ya da KKTCELL’in sahipleri değil, o şirketlerin çalışanlarıdır.

 Ersin Bey, her türden ihtiyacını karşılamak için (örneğin ev eşyası, örneğin yapı malzemesi, örneğin mutfak eşyası, örneğin bahçe ürünleri) gittiği yerlerin hepsinde, karşısında ya gecesini gündüzüne katıp çalışan küçük işletme ve dükkan sahiplerini ve küçük esnafı, ya da büyük şirketlerin mağaza, satış ve dağıtım işçilerini bulmaktadır. Ersin Bey’in afiyetle içtiği suyun ve asitli içeceklerin üretimi, paketlenmesi ve dağıtımı da büyük içecek ve su şirketlerinde çalışan emekçilerce yapılmaktadır, o şirketlerin sahipleri tarafından değil. 

Lafı daha fazla uzatmayalım. Ülkemizi ayakta tutan, ülkemizin her gün düşe kalka da olsa değer yaratmasını sağlayan;çalışanlar, emekçiler ve gecesini gündüzüne katıp dükkanını ve işletmesini çevirmeye çalışan esnaf ve küçük işletme sahipleridir. Tüm yaratılan bu zenginliğin ciddi bir kısmına ya hiç emek harcamadan ya da en fazla ortalama bir çalışan kadar emek harcayarak el koyan ise, Ersin Tatar’ın sabah akşam övmekten geri duramadığı büyük patronlar, ultrazenginler ve büyük sermayedarlardır. Bu kesimlerin servetlerine servet katan şey, zaten o serveti yaratan çalışanlara ve emekçilere, o servetin ancak “3500 liracık” kadarını bırakmalarıdır. Gerisinin vergisini hakça ve yasal düzeyde ödemiyor olmalarını geçtim, tıkır tıkır çalışan bir vergi toplama mekanizmamız olsaydı dahi, bu gerçek değişmeyecekti.

Bu gerçek yine değişmeyecekti, çünkü sadece ülkemizde değil, dünyanın her yerinde, bu kadar derin bir ekonomik krizin içine sürüklenmemizin sebebi, çalışanların pek çoğunun, virüs endişesi nedeniyle çalışmayı durdurmasıdır. Eğer dünya, “yatırımcıların”, “servet sahiplerinin”, “girişimcilerin”, “risk alanların”, “zenginlerin”, “işverenlerin” ve “çok çalışan kapitalistlerin” hatrına dönüyor olsaydı, dünyamız sırf çalışanlar çalışmayı durdurdu diye ekonomik bir krize sürüklenmezdi, öyle değil mi?

 Eğer zenginliği yaratan, ekonomiye en büyük katkıyı koyan, kalkınmaya hizmet edenler ultrazenginler ve büyük sermaye olsaydı, sırf çalışanlar çalışmayı durdurdular diye, neden dünyadaki tüm ekonomiler krize girsindi ki? Yoksa üretmek için, zenginliği yaratmak için, katma değer yaratmak için, hizmet sağlamak için emekçilere mi ihtiyaç duyuluyor? “Çok çalışkan kapitalistler” tek başlarına yürütemiyorlar mı bu işi? “Risk almayı seven yatırımcılar” yürütemiyorlar mı tek başlarına ekonomiyi? “Gözü kara girişimciler” çekip çeviremiyorlar mı dünyayı o takdire şayan girişimci ruhlarıyla? 

Görünen o ki yapamıyorlar…

Görünen o ki, dünya ekonomileri, dünyada üretim ve hizmet, kolektif bir biçimde, tüm insanlığın ortak katkısıyla hayat buluyor, gelişiyor, serpiliyor.

Peki o halde, bu ekonominin nimetinden neden sadece bazıları çok çok faydalanırken, diğerleri kırıntılarla yetinmek zorunda bırakılıyor?

Ve neden, kırıntılarla yetinmek zorunda bırakıldıkları yetmezmiş gibi, dönüp bir de üstüne “sizin bu ülkeye katkınız ne ki, karşılığında daha fazlasını bekliyorsunuz” diye azara ve aşağılamaya maruz kalıyorlar?

Lafı uzatmayalım, Ersin Tatar’ın söylediği her şey, kktc vatandaşları için de birebir geçerli. Sırf cümleye “üçüncü ülke vatandaşları” olarak başladı diye, kimse üstüne alınmamazlık etmesin. 

Bu durum bize, örgütlenmenin, gerek işyerlerimizde sendikal olarak gerekse de siyasi anlamda örgütlenmenin ne kadar önemli olduğunu da gösteriyor aynı zamanda. Üçüncü ülke vatandaşlarının gördüğü kötü muamelenin aynısını görmemizi engelleyen şimdilik tek şey, cebimizdeki kimlik kartı, yani “oy potansiyeli” ile biraz da olsa hükümetler üzerinde baskı yapabilme gücümüzdür. Yarın sizin tek bir oyunuza ihtiyaç kalmayacak kadar siyasi geleceklerini garantide gördüklerinde, ayrıca örgütsüzlüğünüzden dolayı hükümetlerini sarsamayacağınızı düşündüklerinde, sizin için de aynı muameleyi yapmayacaklarının hiçbir garantisi yoktur; çünkü “onlar” için ne düşünüyorlarsa, “sizin” için de aynısını düşünüyorlar. Tek farkı, “onlardan” hiç korkmuyorlar, “sizden” ise birazcık korkuyorlar, o da şimdilik.

Hikaye 2:

Geçtiğimiz gün, Kıbrıs Türk Ticaret Odası Başkanı Turgay Deniz, üçüncü ülke vatandaşlarına ilişkin kelimesi kelimesine şu açıklamayı yaptı: “Ben bunu yapsınlar demiyorum ama, bu hükümet edenler çıkıp eğer “Biz 3. ülke vatandaşlarına bir kuruş vermiyoruz, başlarına geleni çeksinler” diyorlarsa büyük bir sosyal patlamayı tetiklemiş oluyorlar ülkede ve bu insanları biz başı boş, aç, susuz bırakamayız, yani bu insanlık dışı bir harekettir. Bu bize hiç mi hiç yakışmıyor. Hiç yakışmıyor bize bu.

Dolayısı ile biz bu insanları en azından devlet çıkıp demesi lazımdı “Ben buraya bir telli bir alan, askeri bir bölge yapıyorum. Bütün yabancıları topluyorum. Çadır kent oluşturuyorum, bunun içine koyuyorum. Bunlara sabah, öğlen, akşam yiyeceklerini vereceğim, bunları ben kontrol altında tutacağım.” Böyle bir önlem de yok ve bunu toplum içinde başıboz gezen bir topluluk yaratmaya çalışılıyor.”

Bu açıklamadan sadece birkaç gün önce, Kıbrıs’ın güneyinde çalışan Kıbrıslı Türk işçiler, “Güney Emekçileri Grubu Komitesi” adı altında bir bildiri yayınlayarak, içinde bulundukları zor durumu dile getirmişlerdi. Sınır kapılarından geçişler durdurulduğundan, dahası zaten güneydeki işyerlerinin çoğu da tıpkı kuzeydeki gibi kapatıldığından, güneyde çalışan Kıbrıslı Türk işçiler bir anda kendilerini işsiz durumda buldular.

Dahası, işçilerin üzerinde ciddiyetle durdukları nokta, güneyde çalışmasına rağmen sigortası olmayan Kıbrıslı Türk işçilerin bu süreçten çok olumsuz bir biçimde etkileneceğiydi.  Bunun sebebi ise, güneyde “işsizlik ödeneği” başvurusunda bulunabilmek için en az 6 ay sigortalı olma şartının var olmasıdır. Bu yüzden de, güneyde sigortasız çalıştırılan ya da 6 aydan kısa süredir çalışan Kıbrıslı Türk işçiler, hiçbir ödenek olmaksızın bir anda kendilerini beş parasız ve işsiz ortada bulmuş durumdalar. Bu sebeple de, hem güneydeki hem de kuzeydeki hükümete çağrı yapıp taleplerini dile getirdiler.

Şimdi eğer Anastasiadis çıksa ve güneyde çalışan Kıbrıslı Türk işçiler için dese ki, “bu insanlar gelip bizim ülkemizde çalışıyor, ülkeye de hiçbir katkıları yok çünkü zaten güneyden aldıkları maaşı da kuzeyde harcıyorlar, o yüzden onlara hiçbir şey verilmeyecek, bize katkıları nedir ki karşılığında bizden bir şey istiyorlar”… Sonra da güneydeki Kıbrıs Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Christodoulos Angastiniotis çıkıp, güneyde çalışan Kıbrıslı Türkleri kastederek “bu insanları biz başı boş, aç, susuz bırakamayız, yani bu insanlık dışı bir harekettir. Bu bize hiç mi hiç yakışmıyor. Hiç yakışmıyor bize bu.

Dolayısı ile biz bu insanları en azından devlet çıkıp demesi lazımdı “Ben buraya bir telli bir alan, askeri bir bölge yapıyorum. Bu durumda kalan bütün Kıbrıslı Türk işçileri topluyorum. Çadır kent oluşturuyorum, bunun içine koyuyorum. Bunlara sabah, öğlen, akşam yiyeceklerini vereceğim, bunları ben kontrol altında tutacağım.” Böyle bir önlem de yok ve bunu toplum içinde başıboz gezen bir topluluk yaratmaya çalışılıyor” dese…

Ne düşünürdünüz?

Sonuç:

Bu yazının amacı, hükümetin coronavirüs krizine karşı açıkladığı ekonomik önlemler paketinin neden büyük sermayeye, bankalara ve ultrazenginlere hiç dokunmadığının sebeplerini anlatmaktı. 

Celal Özkızan

Bağımsızlık Yolu Üyesi