Bağımsızlık Yolu Kurucu Üyesi Özkızan’dan, “Türkiye ile Kavga Etmemeliyiz” Diyen CTP ve HP’ye: “Sizin Eviniz TC Elçiliği Olabilir, Bizimki Yurdumuzdur”

Bağımsızlık Yolu Kurucu Üyesi Celal Özkızan, CTP ve HP’nin bize sürekli olarak “Türkiye ile kavga etmemek gerektiğini” telkin etmelerine ilişkin sosyal medya hesabından  açıklama yaptı.

Türkiye ile ilişkiler konusunda Kıbrıslı Türk toplumuna verilebilecek en büyük zararı, milliyetçi ve “anavatancı” sağ kesim değil, yukarıda sayılan kesimler vermektedir; çünkü, milliyetçi sağ kesimin ne dediği bellidir.

Türkiye’nin söylediklerini yerine getiren ve çıkarları için mücadele eden emir kullarıdır milliyetçi sağ kesim, ve emir kulluğunu da, Türkiye’ye yaslanıp kendi özel çıkarlarını hayata geçirmek için yapıyorlar.

Bizlerin söylediği şey, basitçe, “Kıbrıslı Türkler olarak kendi çıkarlarımıza sahip çıkalım, bu çıkarlara kim ne niyet ile zarar vermeye çalışır ise çalışsın ona engel olalım”dır. Bu kadar basit.

Türkiye devletinin hangi yetkilisi, Kıbrıslı Türklerin çıkarlarına saygı ile ve eşit bir temelden yaklaşım göstermişse bugüne kadar, bu toplumdan zaten saygı ve sevgi gördü.

Türkiye’den bir yetkili, bir hükümet veya bir kesim ne zaman bunun aksini yapmışsa, ne zaman Kıbrıslı Türk halkına bir şeyler dayatmaya, Kıbrıslı Türk halkının temsilcilerinden sırf iradelerini ve/veya fikirlerini ortaya koydular diye hesap sormaya, Kıbrıslı Türk halkının iradesini yoksaymaya kalkmışsa, işte o zaman karşısında ciddi bir tepki ve hatta bazen, kavga etmeye hazır bir toplum buldu. 

“Türkiye ile kavga etmemeliyiz” diye ikide bir ortaya çıkan kişiler/kesimler/partiler ise suyu bulandırıyorlar. İki sebepten. Birincisi, sanki Kıbrıslı Türkler durduk yere Türkiye’ye sataşıyorlar, sanki ortada fol yok yumurta yokken keyif olsun diye Türkiye ile kavga ediyorlar… İkincisi ise “sağduyulu olalım, Türkiye ile kavga etmeyelim” diyen kesimler, öyle bir hava yaratıyorlar ki, sanki Türkiye ile Kıbrıslı Türkler arasındaki tartışmalar, tarafsız bir bölgede, bir boks ringinde, ya da gökyüzündeki bir açık oturumda sürüyor. Hayır. Türkiye hükümeti, Kıbrıslı Türklerin her gün yaşadığı, acısıyla tatlısıyla hayatlarını sürdürmeye çalıştıkları, eğrisiyle doğrusuyla yaşamlarını kurmaya çalıştıkları Kıbrıs’ın kuzeyinde, yani Kıbrıslı Türklerin kendi evinde Kıbrıslı Türkler ile kavga etmeye çalışıyor, Kıbrıslı Türklerin evini dizayn etmeye çalışıyor,

Sizin için banka hesaplarınızın istikbalinden ibaret olan “kavga”, bizim geriye kalan son evimiz olan yurdumuza sahip çıkma çabamızdır. Biz gitmiyoruz, burdayız. Kavgaysa kavga. Gitmiyoruz. Burdayız.

Açıklama şöyle:

Mehmet Ali Talat ile Kudret Özersay gibi isimler ve CTP ve HP gibi partiler bize sürekli olarak “Türkiye ile kavga etmemek gerektiğini, Kıbrıslı Türklerin Türkiye ile işbirliği içinde olması gerektiğini, Kıbrıslı Türklerin Türkiye’yi dışlayarak adım atmasının doğru olmayacağını” tekrar tekrar söylüyorlar. 

Türkiye ile ilişkiler konusunda Kıbrıslı Türk toplumuna verilebilecek en büyük zararı, milliyetçi ve “anavatancı” sağ kesim değil, yukarıda sayılan kesimler vermektedir; çünkü, milliyetçi sağ kesimin ne dediği bellidir. Milliyetçi sağ kesim için “Kıbrıslı Türk halkı” diye bir şey ve de bir dert zaten yoktur. Türkiye’nin söylediklerini yerine getiren ve çıkarları için mücadele eden emir kullarıdır milliyetçi sağ kesim, ve emir kulluğunu da, Türkiye’ye yaslanıp kendi özel çıkarlarını hayata geçirmek, günlerini gün etmek, başbakan olmak, bakan olmak, milletvekili olmak, bir ihale koparmak, düşük faizli ve hatta geri ödemesiz krediler almak, zenginleşip servet sahibi olmak için yapıyorlar. Ne istedikleri, neden istedikleri ve bunu nasıl hayata geçirdikleri çok nettir. Beğenirsiniz veya beğenmezsiniz, ama muhatabınızın ne olduğunu bilirsiniz.

En başta sayılan kesimler ise, kelimenin tam anlamıyla suyu bulandırıyorlar, kafa karıştırıyorlar, toplumumuzdaki düşünce ve tartışma dünyasına -bilerek veya bilmeyerek- zarar veriyorlar. Zarar veriyorlar çünkü, ortada “ne olursa olsun Türkiye ile kavga edelim, Türkiye yerin dibine batsın, Türkiye’yi zor duruma sokalım” diye uğraşıp duran bir grup yok (varsa da, yani salt bir “Türkiye düşmanlığı” motivasyonu ile hareket eden bir kesim varsa da, bunlar azınlıktırlar ve dahası çok etkisizdirler Kıbrıs’ın kuzeyinde).

Bizlerin söylediği şey, basitçe, “Kıbrıslı Türkler olarak kendi çıkarlarımıza sahip çıkalım, bu çıkarlara kim ne niyet ile zarar vermeye çalışır ise çalışsın ona engel olalım”dır. Bu kadar basit. Türkiye devletinin hangi yetkilisi, Kıbrıslı Türklerin çıkarlarına saygı ile ve eşit bir temelden yaklaşım göstermişse bugüne kadar, bu toplumdan zaten saygı ve sevgi gördü; Türkiye devletinin hangi yetkilisi “Kıbrıs’ın kuzeyinde esas olan Kıbrıslı Türklerin çıkarlarıdır. Biz Türkiye olarak, kendi çıkarlarımızı Kıbrıslı Türk toplumuna dayatırsak, herhangi bir sömürge yönetiminden farkımız kalmaz, o yüzden Kıbrıs’ın kuzeyinde esas söz hakkının Kıbrıslı Türk halkında olduğunu kabul ederek işe başlayacağız, ve bunu bir kez kabul ettikten sonra karşılıklı işbirliği yapılabileceğinin farkına varacğız” demişse, bu toplumdan saygı ve sevgi gördü.

Türkiye’den bir yetkili, bir hükümet veya bir kesim ne zaman bunun aksini yapmışsa, ne zaman Kıbrıslı Türk halkına bir şeyler dayatmaya, Kıbrıslı Türk halkının temsilcilerinden sırf iradelerini ve/veya fikirlerini ortaya koydular diye hesap sormaya, Kıbrıslı Türk halkının iradesini yoksaymaya kalkmışsa, işte o zaman karşısında ciddi bir tepki ve hatta bazen, kavga etmeye hazır bir toplum buldu. Bundan doğal bir şey olamaz. Elbette bir toplum kendi haklarına, kendi iradesine, kendi çıkarlarına sahip çıkacak.

“Türkiye ile kavga etmemeliyiz” diye ikide bir ortaya çıkan kişiler/kesimler/partiler ise suyu bulandırıyorlar. İki sebepten. Birincisi, sanki Kıbrıslı Türkler durduk yere Türkiye’ye sataşıyorlar, sanki ortada fol yok yumurta yokken keyif olsun diye Türkiye ile kavga ediyorlar… Bu ülkede Türkiye’ye yönelik oluşan her tepkinin ve her kavganın arkasında, Türkiye’nin Kıbrıslı Türklere dayattığı veya dayatmaya çalıştığı bir uygulamanın, baskının, müdahalenin veya değişikliğin olduğunu bilmeyen mi var? Elbette onlar da biliyorlar, ancak, tacizciye/tecavüzcüye karşı yaptırımda bulunmak yerine tacize/tecavüze uğrayana “gecenin o saatinde dışarıda ne işin vardı/üzerinde öyle kıyafetle dışarıya neden çıktın” diye soran örümcek kafalının zihniyetine benzer bir biçimde, Türkiyeli yetkililere dönüp “neden bu halkın iradesine/çıkarlarına saygı duymuyorsunuz, neden böyle dayatmalarda ve hakaretlerde bulunuyorsunuz” demek yerine Kıbrıslı Türklere dönüp “neden Türkiye ile kavga ediyorsunuz, neden ağzınızdan çıkan söze dikkat etmiyorsunuz, neden sağduyulu davranmıyorsunuz” diyorlar. 

Bence de Türkiye ile kavga etmeyelim, doğrudur. Kavga kötü bir şeydir. O yüzden bu “sağduyulu” arkadaşlara tavsiyem, her zaman kavgayı başlatan taraf olan Türkiyeli yetkililere gidip, Kıbrıslı Türkler ile kavga etmemeleri gerektiğini, Kıbrıslı Türklerin haklarına saygı duymaları gerektiğini, Kıbrıslı Türklerin iradesinin üzerine irade dayatmamaları gerektiğini söylemeleridir. Kavga istemeyen, karşı tarafa yumruk atmaz. Yumruğu yiyen de dönüp karşılığında bir yumruk salladığında, kenardan biri gelip “ama neden sana yumruk atanla kavga ediyorsun” derse, bu kenardan gelen kişinin, yumruğu atanın menajeri olduğunu düşünmek de bizim hakkımızdır.

İkinci sebep ise, “sağduyulu olalım, Türkiye ile kavga etmeyelim” diyen kesimler, öyle bir hava yaratıyorlar ki, sanki Türkiye ile Kıbrıslı Türkler arasındaki tartışmalar, tarafsız bir bölgede, bir boks ringinde, ya da gökyüzündeki bir açık oturumda sürüyor. Hayır. Türkiye hükümeti, Kıbrıslı Türklerin her gün yaşadığı, acısıyla tatlısıyla hayatlarını sürdürmeye çalıştıkları, eğrisiyle doğrusuyla yaşamlarını kurmaya çalıştıkları Kıbrıs’ın kuzeyinde, yani Kıbrıslı Türklerin kendi evinde Kıbrıslı Türkler ile kavga etmeye çalışıyor, Kıbrıslı Türklerin evini dizayn etmeye çalışıyor, kafasına göre evin duvarını yıkıyor, kapının kilidini değiştiriyor, bahçedeki güzel ağaçları kesiyor, evin elektrik kablolarını sökmeye çalışıyor… Haliyle Kıbrıslı Türkler de cevap veriyor. Yani eğer böyle zarar veren bir tip ile sokakta karşılaşsaydık, ve o bize laf atsaydı, “delidir bu, uzak duralım” der geçerdik; ya da yanlışlıkla onun mahallesine girseydik veya evine misafir olsaydık ve o da kendi evini yıkıp dökmeye ya da kendi mahallesine zarar vermeye başlasaydı, “uzak duralım bu mahalleden, bunun kendine hayrı yok, bize mi olacak” der, uzaklaşırdık. Yani eğer “tarafsız bölgede” ya da “deplasmanda” olsaydık, “sağduyulu olalım”, “aman kavga etmeyelim” diyen kesimlerin söylediklerini bir nebze olsun anlardık. Ancak, sözünü ettiğimiz Türkiye hükümeti, gelip bizim mahallemizde, bizim evimizde “racon kesiyor”. Kendi haline bırakırsak, “sağduyulu olursak”, yıkıp dökmesine seyirci kalırsak, kapının kilidini değiştirmeye çalışmasına tepki göstermezsek, yani kavga etmezsek evimiz ve yuvamız harap olacak. 

Bizim gidecek başka hiçbir yerimiz yok çünkü. Sizlerin olabilir, bizim yok. Biz, 74’ten önce bütün Kıbrıs’ı vatan bellemeye çalıştık, bütün Kıbrıs’ı kendimize ev yapmaya çalıştık ama Kıbrıslı Elen şovenizmi buna izin vermedi. 74’ten sonra kendimizi kuzeyde sıkışmış halde bulduk bunun bir sonucu olarak. Olsun, bu küçük kuzey parçacığını kendimize ev yapalım dedik, bu sefer de Türkiye hükümetleri buna müsaade etmiyor. Artık gidecek bir yerimiz kalmadı. İyice köşeye sıkıştık. Burası, geriye çekilebileceğimiz son nokta. Burası bizim evimiz. Biz evimizi koruyacağız. Evimize el uzatan kim olursa olsun, onunla sonuna kadar da kavga edeceğiz. 

Sizin eviniz Türkiye Büyükelçiliği, AKP Genel Merkezi veya Türkiye’deki Başkanlık Sarayı olabilir. Sizin eviniz banka hesaplarınız, plansızca ve kanlı bir biçimde yükselen inşaatlarınız, ithal mallarınız, kumarhaneleriniz ve gabareleriniz de olabilir. O yüzden de “durumu idare etmek”, “hassas dengeleri bozmamak” ve “kavga etmemek” işinize de geliyor olabilir. O halde çıkın, milliyetçi sağ kesim gibi, lafı dolandırmadan, niyetinizi dile getirin; çünkü sizin “durum” dediğiniz şey, bizim hayatlarımızdır, sizin “hassas denge” diye hesap makinesiyle ölçtüğünüz şey, bizim alın terimiz, umutlarımızdır; sizin için banka hesaplarınızın istikbalinden ibaret olan “kavga”, bizim geriye kalan son evimiz olan yurdumuza sahip çıkma çabamızdır. Bizim gidecek başka bir yerimiz kalmadı. Sizin kaldıysa, bize akıl vermek yerine, gidin. 

Biz gitmiyoruz, burdayız. Kavgaysa kavga. Gitmiyoruz. Burdayız.