CUMARTESİ, ZAMAN VE SANSÜR ÜZERİNE-AYŞE YILMAZ

Yaklaşık 5 yaşından beri sıkılıyorum. Okulda sıkılırdım, üniversitede 400 kişilik amfilerde sıkıldım, açık ofis ortamlarında sıkılıyorum… Üzülmek, ağlamak değil sıkılmak şu kısa hayatta bir anı geçirmenin en kötü yolu, zaman harcamanın ta kendisi… Ne kadar zamanımız var ki? Kimilerine göre hiç. Kimilerine göre zaman zaten yok. Budha’ya göre insanların en büyük sorunu zamanları olduğunu düşünmeleriymiş… Ne kadar zamanımız var ki? Sabah kalkınca hazırlanmak ve kahvaltı yapmak, varsa bir de artık akşama görülebilecek birileri vedalaşmak için 1 saat mi? Bir şeylerin arasındaki sürenin azlığından hissediyoruz zamanın akışını, en günlük haliyle…
Peki ama ne kadar zamanımız var? “Beklenen yaşam süresi” bize 80 diyorlar da, insanlar patır patır gidiyor gencecik, sen gitmesen sevdiklerin gidiyor gidebiliyor her an… Gerçekten var mı elinde bu kadar zaman? Şimdiki zamanı, mesela bu geceyi, bugün koca günü ne yaparak ve nelerden uzak geçirdiğini iyi düşünmeli… Aslında seçme şansı olsa tamamen başka bir şey yaparak geçireceği bir anı, ömründen o anı, seçmediği bir şey yaparak geçirdi gününü, Pazartesi’den Cuma’ya, %99’umuz, 8 saat günde, 5 gün boyunca, tam üçte biri bir günün, tam 21 gün ayda, en az, en iyi ihtimalle… İnsanlığımızdan çıkardı bu düzen bizi, sürekli kendimizi bir şeyler yapmaya zorluyoruz, çoğumuz emekli bile olamayacak, ölecek çalışırken, o izinler var ya kimisinin biriken, yanacak çoğunun, bankada varsa biriktirebildiğin üç kuruş, vadesini kırma diye çektiğin karın ağrısına değmeyecek çünkü zaman bizim değil ve çoğumuz 60’ı göremeyecek, 80 sadece eski bir istatistik…
Suç mu söylediklerim, cezalandırın beni, ama insanlığım yalnız fikirlerimde kaldı, onları kendi ellerimle sansürlemeyeceğim… Pis, çok pis bir şey ekmeğiyle tehdit edip susturmak insanları, kontrolünüzü hissettirebildiğiniz tüm gırtlaklardan aynı sesin çıkması, yapıştınız sıkıyorsunuz çünkü… Evet, niyetim bozuk, çarkınıza bir çomak olmam riskinin analizi yapılsa yönetim kuruluna sunulacak kadar kritik olurdu, evet niyetim bozuk, bana ait olmayan ve çok az olan zamanımı aldığınız için size çok kızgınım çünkü… Hasta olup dinlenmek istediğim ama yapamadığım her gün için size çok kızgınım…
Sevgilimle, kitaplarımla geçirmek istediğim, belki bir başkasının da çocuğuyla ya da hasta annesiyle geçirmek istediği ama kalkıp aslında hiçbirimizin sevmediği o işlere gitmeye kendimizi zorladığımız her sefer için, yeni güne uyanmak kadar güzel ve mucizevi ve ilham dolu bir anı hayata nefret duygularıyla doldurduğunuz her sabah için, hiç konsolide etmeden her biri için ayrı ayrı ve şöyle sağlam bir tekme atmak istiyorum suratınızın ortasına, ama bir suratınız yok. Kızgınım. Emeğimle birlikte gençliğimi satıyorum gibi geliyor. Çok değil ortalama bir hayat bir çatı bir taşıt birkaç kıyafet ve arasıra bir bardak tokuşturmak için canımız çıkıyor her gün ellerimizde, suyumuz çıkıyor güzel yüzlerimizden gençliğimiz size akarken tüm “inovasyon, dinamizm” vesaire sözcükler benim eve gelip kendimi bir çuval gibi koltuğa atışımdan besleniyor.
Siz süslemeyi iyi bilirsiniz süslüyorsunuz hırsızlığınızı, olmayan zamanımızın, şimdimizin, kontrol etmek için tüm araçları ele geçirdiğiniz geleceğimizin, unutturduğunuz belleğimizin hırsızlığını… Süsleyin, düşer o boya, her boya gibi, çıkar ortaya foya, öyle derler billboardlarda yazmayan pek inovatif olmayan eski bir lafta… Dikkat ederim, beyaz yakama lekeniz sıçramasın, düzeninizi dağıttığımızda…

Be the first to comment

Leave a Reply