Ekim Devrimi ile İlgili Okunması Gereken 5 Kitap

Tarihin ilk sosyalist ülkesini yaratan Ekim Devriminin 102. yıldönümünde ADL olarak Sovyet Devrimi’yle ilgili bir kitap seçkisi hazırladık. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin dağılışının üzerinden otuz yıla yakın bir süre geçmiş olmasına rağmen yanlışları ve doğrularıyla Ekim Devrimi, yarattığı örnek ve tüm dünyaya yayılmış etkisiyle egemenler için her an yeniden başlayabilecek bir kabus, ezilenler için ise derslerle dolu bir umut olmayı sürdürüyor. Bu anlamıyla sadece geçmişle ilgili değil, bilakis gelecek ile ilgili olarak 1917 Sovyet Devrimi üzerine okumak ve öğrenmek ihtiyacı güncelliğini koruyor. Haberi sonuna kadar okuyanlar için bir de küçük bonusumuz var. İyi okumalar…

1- Dünyayı Sarsan On Gün – John Reed

Dünyayı Sarsan On Gün, 1917 Sovyet Devrimi’ni olanca canlılığıyla yansıtan bir anlatıdır. Devrimi günbegün izleyen Amerikalı gazeteci John Reed bir tarihçi titizliğiyle, belgelere dayanarak kurar yapıtını. Bu kitabı eşsiz kılan, başkaldırının açığa çıkardığı yaratıcı enerjiyle kaleme alınmış olmasıdır. Öyle ki baş döndürücü bir ivmeyle gelişen onca olay; gazete haberleri, polemikler, telgraflar, çağrılar ve bildiriler bir solukta okunmaktadır. Umutlu bir anlatıdır. Dünyayı Sarsan On Gün. Delik ayakkabılar içinde üşüyen ayakların umudu, isten kararmış izbelerin kararlılığı, aç midelerin cesareti üzerinedir. İşçi sınıfı tarih sahnesine bir kez daha çıkar; Ancak bu kez muzaffer özne olarak… Tarih çizgisinin kırıldığı bu noktada. John Reed’in okurları da sarsıntıya tanık olmaktalar.

2- Halkların Rus Devrimi Tarihi – Neil Faulkner

Kitabına “Rus Devrimi, dünya tarihinin muhtemelen en yanlış anlaşılmış olayıdır,” diyerek başlayan Faulkner, devrimin özü itibariyle aşağıdan yükselen bir demokrasi ve eylem patlaması olduğunu, katılan milyonlarca insanı bizzat dönüştürürken olup biteni takip eden on milyonlarca insana da esin verdiğini, temellerinden sarstığı dünya kapitalist sistemini devirmenin eşiğine geldiğini, ancak alabildiğine farklı bir dünyanın umut verici bir anlık görüntüsünü sunduktan sonra da geri çekildiğini ve karşı-devrimle yıkıldığını ileri sürüyor.

3- Bolşevikler İktidara Geliyor

Tarih profesörü Rabinowitch’in on beş yıllık çalışmasının ürünü olan kitapta, Sovyet Devriminin en önemli kesiti, bütün zenginliğiyle ortaya seriliyor. İşçilerin 3-4 Temmuzdaki kalkışmasından 25 Ekimde Geçici Hükümetin devrilişi ve Bolşeviklerin iktidarı alışına kadar uzanan 100 günlük tarih, bütün yönleriyle ve çatışmanın her iki tarafında yer alan tüm güçler açısından inceleniyor. Başta Bolşevikler olmak üzere belli başlı politik aktörlerin programatik belgeleri, bildirileri, toplantı tutanakları, kararları; tüm günlük gazeteler, parlamento oturumlarında ve Sovyetlerde yapılan tartışmalar, bir belge yığınına dönüştürülmeden akıcı bir metin içinde anlamlandırılıyor ve böylece zevkle okunacak, öğretici ve heyecanlı bir anlatı çıkıyor ortaya. 
Bolşevikler İktidara Geliyor, bir devrimi, bu devrimin en etkin gücü Bolşevik Partisini ve partinin önderi Lenin’i başka kaynaklarda bulunamayacak bir zenginlikle, “belgeleri konuşturarak” anlatıyor.

4- Gelecek 1917 – Doğan Çetinkaya, Foti Benlisoy

Çoğumuz için “Sovyet Yüzyılı” çoktan geride kalmış, çok ama çok uzaklardan bize bakmaktadır. 1917 deneyiminden bahsetmek dahi bugün neredeyse her tür “dogmatik” düşüncenin şeytani miladı olarak tarif ediliyor. Türlü menkıbelerle anlatılan ya da çoğu eleştirisiz bir sahiplenme içerisinde bir konu gibi görünen Sovyet deneyimi bugün en basitinden eskimiş ve eskiye ait kodlanır. Geçmişte Lenin’e atıf yapılmadan cümle kurabilmek bile mümkün değilken bugün Lenin’e, Troçki’ye, Buharin’e ya da Zinovyev’e atıfla konuşmak mazide çakılıp kalan bir muhafazakar/dogmatik yaftalamadır artık. Oysa her devrimci hareket kendisinden önceki devrimci hareket ve akımların fikir, tartışma ve deneyimlerinden beslenir, onlara geri döner. Onlara atıfla bugünkü deneyimini anlamlandırmaya çalışır. İşte bu sebeple 1917 sadece geçmişe bugüne değil geleceğe dairdir ve Gelecek 1917 tarihten sınıfa, kültürden devrime tüm birikimlerin ışığında bir projeksiyon yaratma, bugünü besleme geleceğe umut ve mücadele taşıma çabasıdır.

5- Ekim – China Mieville

Rusya’nın Rus olma halinde insanın başını sıkça döndüren bir şey vardır. Ülkenin tarihini özellikle Rus olmayanlarla ama bazen de Ruslarla tartıştığınızda, tartışma tekrar ve tekrar, romantikleştirilen bir temele, bazılarının indirgenemez varsaydığı bir anımsamaya, merkezindeki kara kutuyla, anlatılamaz olan o Rus maneviyatına sapar. Sadece emsalsiz şekilde üzücü değil, açıklamaların emsaliz şekilde idrak edilemez, kaçamak açıklamalar oluşu da cabasıdır: Çok acı çeken Rusya; Küçük Ana Rusya…
Rusya, Virginia Woolf’un Orlando’da ifade ettiği gibi, “günbatımlarının daha uzun, gün ağarmalarının daha ani olduğu ve cümlelerin, en iyi şekilde nasıl sonlandırılacağı hakkında duyulan şüphe yüzünden, yarım bırakıldığı bir yerdir.” Bu kitapta China Miéville, ideolojik mücadelelere uzak durarak, devrimci olayların baş döndürücü gerçekliğini keşfe çıkıyor. Bir rahibin ateist oğlundan, Rus Devrimi’nin edebi hikâyesi…

Bonus Film Önerisi: Kızıllar (Reds)

Amerikan sosyalist devrimcileri sinemada kendilerine çoğu zaman ya hiç yer bulamamıştır ya da “öcü” muamelesi görüp gerçeği hiç yansıtmayan ajitasyon karakterlerle ABD resmi devletinin propaganda aygıtlarının kurbanı olarak beyazperde’de canavarlaştırılmış karikatürize figürler olarak işlenmişlerdir. Ancak başarılı aktör ve yönetmen, nadir de olsa görece tarafsız bir bakış açısıyla Amerikan komünistlerinin hikayesini beyazperde’ye taşıyarak, bir anlamda bir boşluğu doldurmaya niyet etmiş… Amerikalı gazeteci John Reed’in gerçek yaşam öyküsünden uyarlanan film, Birinci Dünya Savaşı’nı kendine arka plan olarak seçiyor. Louise Bryant yeni tanıştığı John için kocasından ayrılır. John ile tanıştıktan sonra feminist hareketlerde de yer alan Louis, daha sonra John ile birlikte Amerika’daki iş gücünü korumak adına önemli protestolara katılırlar. Ekim Devrimi sırasında Rusya’ya giderek buradaki komünist hareketlerden etkilenen sevgililer, Amerika’ya döndüklerinde benzer bir devrim gerçekleştirmeyi kafalarına koyarlar. O dönem yaşamış, devrime ve komünist hareketlere tanıklık etmiş kişilerle yapılan röportajlardan yararlanılan film, Warren Beatty’ye en iyi yönetmen ödülünü de kazandırmıştı.