GÜNÜN ANLAM VE ÖNEMİNE UYGUN YAZI – ALİ DOĞANBAY

  İsterler ki günler bile onların istediği gibi olsun.. Yoksa bir pankart ile hiçbir sorunları yok.. Bütün günleri demiyorlar… O kadar da insanların düşündüğüne karışmıyorlar. Bazısı için diyorlar, anlamı ve önemi olanlarının, o bazısı hangi günlerdir; şunlar: ve yani devletin ve tarih kitaplarının ve askerin namlusunun ve milletin hassasiyetinin ve çok zor dönemlerden geçtiğimiz şu günlerin ve yani iç ve dış mihrakların en çok üzerimize oyun oynadığı şu günlerde ve su uyurken düşman uyumaz günlerinin dışında bir pankarta izin verilmeyeceğini pompa ediyor, pompalıyor, algı pompacıları…

Algı, ki her şey bir göz yanılsamasıdır çünkü göz en çabuk inanan organdır ve insan gördüğüne en çabuk yanılır, yalnızca göz ucuyla görüp gözünün gördüğüyle düşünen bir insan yaratmak mucizevîdir, o yüzden ki insanın kafasına sıkıp öldürmek yerine onun kafasının içine müdahale edip ona müdahil olmak daha mantıklıdır zira birincisinde onu bir kere de öldürürsün fakat ikincisinde en az birkaç fazladan kuşak onu istediğin gibi yapabilirsin, senin düşündüğün gibi düşünmesini sağlayabilirsin… İşte bizden de mucize istenir ki, sadece onların istediği günlere inanalım, sadece onların anlamlarına önem gösterelim ve mümkünse onlar istediğinde ölelim ve bütün bu olan her şeye muhtemelen iki kalıplı cümlemiz olsun.. Ve yaratmak istedikleri mucizevî-algıda bunun haricinde açacağımız bütün pankartların yasadışı, terörist, dışardan ya da içerden mihraklı, bol lobili olduğuna inanmamızdır.. O yüzdendir ki, taş atan çocukların ne için taş attığını, niye kavga ettiğini, bunun esasen bir demokrasi ve sistem sorunu olduğunu düşünmememiz için hemen gözü devreye sokarak kamerayı aşağıya indirip çocukların giydiği ayakkabıya bakarlar.. Ve o andan itibaren tartışma ya da mevzu olduğu yerden saparak, gözün istediği ve gördüğü ve düşündüğü yerden tartışmaya başlar. Taş atmak kanunsuz bir şey yapılmakla kalınmaz giyilen ayakkabılarla da ideoloji aynı kabın içine sokulur, küçültülür, haysiyetsizleştirilir, olabildiğince mevzudan saptırılır, aynı esna ise ayakkabı kutuları içinde gizlenen paralar kameraların altından geçirilip gözün görmediği yere koyulur, her şey ve herkes aynı sıradanlığa-sığlığa getirilerek tek bir çizgi çekilerek kümelenir.. İyi insan, dürüst insan, namuslu insan, ahlaklı insan, bişeye inanmış insan, inandığı şeyler için geçebileceği şeyler olan insan, güzel insan -olunmaz, sen de kümenin içindesin, öyle bir dünya yok, öyle bir insan yok, kümelenmiş insan var, kümeler var, algısı yaratılıp satılır, tutmaktadır ve sadece sağda değil çoğu zaman solda da çok satmaktadır. Çünkü bu algı pompalayıcılarına göre hepimiz, insan, insanlar, insanlık, biz, “kümeyiz” ve dışına çıkamayız, çünkü çıkarsak “oyunbozanız” ve oyunu bozan “oyundan atılmalıdır.”

O yüzden demokrasi naraları atarak Ergenekon adı altında vesayet değiştirmeyi sanki demokrasi devrimi gibi satmaya çalışmıştır bize yeni-İslamcılar. Hâlbuki ‘sadece bakan’ hiçbir şeyde yeni bir şey yoktur. Ve bilirsin, gazetelerinden televizyonlara bu bakmayı marifet diye bir mühendis ustalığı ile yaratanların sisteminde, bu sistematik-dizgili ve kenarlı-köşeli kitlelerin hepsine sadece bakmayı sağladılar. Sadece bakmak, köleliktir.. Ve bakmayı marifet gibi döşeyip her defasında sattılar.. O yüzden magazin programlarında ve haber bültenlerinde ve spor programlarında insanları bir de yuvarlak içine alırlar, yetmez, bir de ok ile işaret edip gösterirler, çünkü, bir; nereye bakacağını bil, iki; mevzu bu insanlar içindedir ve üç; başka bir yere bakma başka bir şey düşünme… Sen bütün bunların salak insanlar tarafından yapılan bir grup salaklığın tezahürü olarak sanıyorsan yanılgı içindesin. Başa dönersek, ve Ergenekon için yapılan bu mühendisliği düşünürsek, ki orada adı geçen isimlerin hiçbirinin suçsuz olduğunu söylemiyorum, düşünmüyorum, ve işledikleri suçlarla yargılanmadıkları için dertleniyorum.  Ancak, ki mühendisliğin en güzel yanı odur, tek bir doğruya inanmak için birçok şeye öyleymiş gibi yapabiliriz, en azından bir süreliğine öyle yapabiliriz, işimize geldiği gibi yapabiliriz, demokrasi, özgürlükler, en başat insan hakları vs için yaptığımız gibi, ki Ergenekon süreci boyunca yeni-İslamcılar sanki kendileri gökten zembille inmişler gibi, 12 Mart–12 Eylül’de hiç yokmuşlar gibi, hiçbir askeri vesayetin ya da zulmünün kıyısında olmamışlar, alkış tutmamışlar, çanak tutmamışlar gibi, sadece 28 Şubattan mütevellit (ki bu da sorunlu bir tarih okumasıdır) başörtüsünden ötürü koca bir tarihi bize askerin karşısında, demokrasinin yanında, özgürlüğün savunucuları olarak satmışlardır. Ve bakanlar, göz ucuyla düşünenler bunu yemişlerdir. Her şeyin müsebbibi yalnızca askeri vesayet, askeri rejim ve Kemalizm’in unsurları gibi göstermişlerdir, ve bu algı pompalaması ile bir tarihi –bakanlara yanlış okutmuşlardır. Evet, kesinlikle öyle olmakla beraber tamamı da kesinlikle öyle değildi, ve evet böyle düşünmeler mümkündü tarihte, bunu eşelediler, yeni bir şey değildi ki, dünyanın dört köşesinde, uzun zamandır uygulanan bir pompalama haliydi, tarihi yanlış okutmak, yeni-dünyanın savunucularının en sevdiği şeydi, şimdi ona muhalefet edenlerin tarihsel olarak yaptıkları en büyük hata ve ona kızdıklarına benziyor oluşu da bu tarihi böyle okuyup bütün sorunu, problemi, sadece “O” imiş gibi pompa etmeleridir… Çünkü yeni-dünyanın en zehirli pompa hali de budur, pompayı tutan elle kavga etmemizi isterken, asla pompaya dokunmayı aklımızın ucundan bile geçirmememizi sağlamasıdır…

Bizim buralarda da kendisi görünürde devletin memuru olup rütbesi askere bağlı olan bir kurumun vekilinin bir pankartla kavga etmesini aynı pompaya bağladım. Yaratmak istedikleri algı budur.. Bütün olumsuzları normalleştirmek, bütün normalleri olumsuzlaştırmak.. Ve yalnızca bir tek şeye inanmamızı sağlamak.. Herhangi bir şeyle ilgili en fazla iki kalıplı hadi bilemedin üç kalıplı cümle kurmamız.. Onun buyurduğu günden, o buyurduğu günün anlamından ve öneminden başka yeni bir şey ya da başka bişey söyleyen herkesi, öteki, eşkıya, mihraklı, lobici, besleme, terörist, bölücü gibi göstermektir…En temel insani haklarımızı, insan olma haklarımızı, insan halimizi bizden alıp, bunu olabildiğince ve edebildiğince satmaktır…Mesele o yüzden sadece bir “pankart açtırmam” “anarşi yaptırmam” “dirlik düzen sağlarım” konusu değildir. O yüzden ki, bu mühendisliği ve algı pompalamasını yalnızca ülkemizde değil, dünyanın her yerinde, yeni-dünyanın yaratıcılarına ve savunucularına ve onların elden düşme pompacılarına gözün gördüğünden ötesini yani aklın, zihnin, kalbin ve vicdanın gördüğünü koyarak karşı geleceğiz…

Bütün bunların kıyısında son sözüm herhangi bir toplumsal veri ile ele aldığımızda veya herhangi bir oda sıcaklığında muhafaza ettiğimizde bile liberalleşemeyen solcu abilere; herhangi bir muhafaza halini terk edip ya da oda haricinde temiz havaya bıraktığımız ilk andan itibaren hem politik hem de insani herhangi bir davranış, tavır ve düşünce içinde çok sıkıcı olduklarını bildirmek isterim…Ve sıkıcı olmak bir politik durum değildir, ama liberalizm politiktir…

Be the first to comment

Leave a Reply