HAYAL EDİN, KAMU SENDİKALARI ÖZEL SEKTÖR ÇALIŞANLARI İÇİN GREVE GİTMİŞLER!-ABDULLAH ÖZDOĞAN

İster kamu, ister özel sektör çalışanı olun, peşinen söyleyeyim, bu satırların yazarının amacı hayal kurmanızı sağlamak değil. Öyle hemen heyecanlanmayın.

Ne sendikal hareketin geleceğine dair güzel şeyler, ne de özel sektör çalışanların patronların iki dudağı arasında olmaktan kurtulduğunu söyleyeceğim. Özetle, kandırıldınız. Bu güzel bir hayal olabilir, ama benim hayallerle işim olmaz. Yol yakınken okumayı bırakabilirsiniz!

Siz bilirsiniz, yine de okumakta ısrarlıysanız bu uzun “yol” da yürüme ihtimaliniz de var demektir. Ve ben de aramızda oluşan samimiyete dayanarak gerçek amacımı açıklayabilirim.

Amacım sizi etkilemek için uydurduğum grevin, aslında yapılması zorunlu taktiksel bir eylem olduğunu nedenleriyle ispatlamak.

Nedenler önemlidir çünkü bir sorunu yalnızca sonuçları itibarıyla ele alırsak nasıl çözülmesi gerektiğini kavramamız mümkün değildir. Dahası,  sebepleri yadsıyan, salt sonuçlara odaklanan çözüm arama eğilimleri bizi soruna yabancılaştırabilir.

Tam da bu yüzden, ülkemizde sadece sonuçlara odaklanarak yaptığımız eleştiriler, sendikaları doğru mücadele hattına itmek bir yana, günden güne işlevsizleştiriyor.

Siz buna “eyleme bahaneler aramak”, da diyebilirsiniz.

1.Bahane: kırık notlarımız var ve bu ödevi yapmazsak sınıfta kalırız. Özetle bu tarihsel bir zorunluluktur.

1974 sonrası oluşan toplumsal-ekonomik koşulların etkisiyle şekillenmeye başlayan sendikal örgütlülük, özellikle 1980’li yıllarda Ankara’nın dayattığı üretimden koparma politikalarıyla tavan yapan özel sektördeki örgütlenme sorunundan ötürü kamuya sıkıştı.

Haliyle, Kamu çalışanlarının sosyal hakları kısmen korunurken, özel sektör emekçilerinin iş güvenceleri başta olmak üzere birçok sosyal hakkı patronlar tarafından kolayca gasp edildi.

Farklı siyasi amaçlarla (dışa bağımlılığı pekiştirmek, seçim yatırımı vb.) yapılan kadrolu istihdamlar neticesinde, çalışan nüfus içinde en güçlü örgütlü kitleye sahip olan sendikalar taleplerini gündeme getirmekte ve kamuoyu yaratmakta zorlanmadılar.

Kamu çalışanları halk içinde “ayrıcalıklı” bir zümre haline dönüştü. Özeldekiler ise hep göz ardı edilen, unutulan “üvey evlat” muamelesi gördüler.  O günlerden bakıldığında ilerde bu durumun değişeceğini öngörmek zor olsa da, dayatma paketlerin yürürlüğe girmesiyle zaman hep kamu çalışanlarının aleyhine işledi.

Sözde “Sosyal güvenlik yasası”, GÖÇ YASASI gibi uygulamalar kamuda çıkarları farklılaşan, geniş bir çalışan kitlesi yarattı.

Son yıllarda, kamu emekçilerinin çalışan nüfus içindeki örgütlülük oranı azaldı ve güçlü oldukları dönemde özeldeki örgütlenme sorununa kayıtsız kalan sendikalar, şimdi daha büyük bir sorun olan “Toplumsal Meşruiyet Sorunu”yla karşı karşıyadırlar.

Normal şartlarda özel sektörde örgütlenme/sendikalaşma kendiliğinden gelişmesi gereken bir süreçtir. Fakat ülkemizde bu yol egemenler tarafından kurnazca kapatılmıştır.

O halde iş başa düşmüştür.  Kamuda örgütlü sendikaların hem kendi meşruiyet alanlarını genişletmek, hem de “bencillik” yaftasından kurtulmak için özel sektör çalışanlarının örgütlenme sorununa eğilmeleri tercihten öte, sınıf mücadelesine ilham verecek taktiksel bir zorunluluktur, ödevdir.

2.Bahane: sınıftan kaçanlara nispet olsun, sınıfa yeni çocuklar dolsun!

Aslında özel sektör çalışanlarının sorunlarını gündeme getirerek, sendikaların meşruiyet alanını genişletebilecek ve sınıfı mücadeleye hazırlayabilecek kitleselleşmiş siyasi 1 parti var.

Ama dersi sıkıcı bulan bu arkadaşlar sınıftan kaçarak,  “Patron Arkadaşları”yla dışarıda oynamayı seçtiler. Son duyduğumda yukarı sınıflarda kendilerine yer edinmekle meşguldüler.

Buna rağmen her ders arasında camı tıklatarak, “merak etmeyin, özel sektörde sendikalaşmanın önünü açacağız” diyorlar. Gördünüz işte, tek kandırılan siz değilsiniz. Bunlar da bizi kandırdılar, her söyledikleri  “hayal” oldu.

Dedim ya benim hayallerle işim olmaz. O yüzden bu durum kanıma dokunuyor, beni uyuz ediyor.

 

3.Bahane: Gazetede yalan, radyoda yalan. Yukarı sınıftaki “patron arkadaşlar” var ya, işte ben asıl onlara uyuzum.

Kıbrıs’ın kuzeyinde sendikal hareketin mücadele hattı, toplumun çeşitli kesimleri tarafından eleştirilmektedir.

Patronların, sendikaları eleştirerek toplumsal birikimin kamu çalışanlarına aktığını ve bunun önünün kesilmesi gerektiğini öğütlemeleri ilk değil. Kamu ve özel sektör emekçileri arasında hizipleşme yaratma girişimleri de…

Kendi yarattıkları sosyal adaletsizliğin neden olduğu yaraları bilinçli bir şekilde kaşıyarak, özelde ezilen emekçilerin haklı öfkesini kamu çalışanlarına yönlendirmenin yollarını arıyorlar. Ceplerine giren aslan payını gizlemek için bunu yapmak zorundadırlar!

Sahip oldukları ideolojik üstünlük sayesinde emek hareketini bölerek, özde kendi çıkarlarını koruyup geliştirecek uygulamaları yasallaştırıyorlar.

Sözde “sosyal güvenlik yasası” geçerken, özelde çalışanların artık kamuya girmek için koşturmayacakları iddia edilmişti. Çünkü sosyal adalet sağlanacaktı. Ne oldu? Kamudakiler sosyal haklarını kaybederken,  daha iyi çalışma koşulları için kamuda açılan sınava giren emekçiler kimlik kartları tespit edilerek işten atıldılar.

Göç yasası sadece kamu çalışanlarını mağdur etmedi. Uygulamaya geçtikten sonra asgari ücretin tatmin edici oranda artmaması bunun en belirgin göstergesidir.

Kamuda çalışma saatlerinin yukarıya çekilmesi de özeli mutlaka etkileyecektir. En basit mantıkla bakarsak, memurların iş çıkış saati alışveriş yapabilmeleri için özel sektör çalışanlarının görev başında olmaları gerektiğini tahmin etmek zor değil.

Neticede geçirilen yasalara karşı çok büyük oranda kamuda örgütlü sendikalar muhalefet ettiler. Yine de “sendikalar bencilce davranıyorlar ve küçük zümresel çıkarları savunmanın ötesine geçmiyorlar” algısının yayılması engellenemedi.

Aslında eleştirilerin haklılık payı var. Doğal olarak her zümre, öncelikle kendi çıkarları için mücadele eder. Çıkarlar ortaklaştıkça mücadele de ortaklaşır. Burada sorun özel sektörde sendikalaşmanın yok denecek kadar az olmasından dolayı mücadelenin bir ayağının sürekli aksamasıdır.

Yine de, umudu yitirmemek lazım. Ne de olsa yaralarımız ayni yerlerden kanıyor!

Ve tekrar ediyorum,  bu yaralarımızın gerçek müsebbibi, yukarı sınıftaki o “patron arkadaşlar” var ya, işte onlar!

4.Bahane: Sonuncusu vallahi bahane değil, çünkü artık “bıçak kemikte:”

Bu bir bahane olmadığına göre okul muhabbetine şimdilik ara veriyor ve dolaysız söylüyorum.

Yıllardır egemenler tarafından dayatılan asimilasyon ve neo-liberal politikaların neticesinde yok oluşun eşiğindeyiz. Tabiri caiz ise uzatmaları oynuyoruz. Az kaldı, ya bir “yol” bulur dayatılan politikalara karşı direnişi toplumsallaştırırız, ya da kaçınılmaz son gerçekleşir ve Kıbrıslı Türk halkı gerçekliği, ileride sadece tarih kitaplarında yer alan üç (evet, yanlış duymadınız sadece 3) kelimeden ibaret bir söylem halini alır. Olay bu kadar basittir.

Neyse, isterseniz içinizi bahanelerle ve sıkıcı gerçeklerle daha fazla karartmadan, hemen kapılmak istediğiniz hayale geri dönmenize izin verebilirim. Ne de olsa yazıyı buralara kadar okuduysanız aramızda artık samimiyetten öte bir yoldaşlık olduğunu varsayıyorum.

Ne diyorduk? “patronların özel sektör emekçilerine reva gördüğü çalışma koşullarını protesto ediyoruz” sloganıyla dayanışma grevine giden kamuda örgütlü sendikalar…

Velev ki hayaliniz gerçekleşti. Böylesi bir çıkış tek başına, özel sektör çalışanları harekete geçmeden bu sorunu tamamen ortadan kaldırmaya yeter mi? Hayır. Sürekli bu gündemle eyleme çıkmak hem bir işe yaramaz, hem de mümkün değildir.

Elbette emek hareketi özel sektörün örgütlenmesine yönelik genel bir stratejiye sahip olmalıdır. Ama bu yalnızca sendikaların görevi değildir.

Dolayısıyla dikkatli olun! Hayalinizdeki grev stratejik değil, ta baştan söylediğim gibi, ancak içinde bulunduğumuz durumun öznelliğinde geçerli olabilecek taktiksel bir çıkıştır. Bu taktiksel çıkış, emek hareketinin bileşenleri tarafından desteklenecek, işe yarar bir stratejinin parçası olabildiği ölçüde anlam kazanacaktır.

Şimdilik bu güzel hayalinizle baş başa bırakıyor ve buralara kadar bana sabrettiğiniz için sizi umutlandıracak güzel bir son sözle yazımı bitiriyorum:

Kaygınız olmasın, sınıfı çekip çevirecek, mücadeleyi doğru hatta itecek çocuklar “YOL” dadırlar!!!

Abdullah Özdoğan

Be the first to comment

Leave a Reply