Memleketin Ahvali – Şifa Alçıcıoğlu

Geçen sene bir teyzeyle karşılaşmıştım. “Nerelisin kızım sen?” muhabbetiyle açılan sohbetimizde konu, günlük sıkıntılardan, Kıbrıs meselesine değin uzanmıştı. Biraz o yakındı, biraz ben. Giderken, “Bir araştırmaya göre birbirini gören iki Kıbrıslı döner dolaşır Kıbrıs sorununu mutlaka konuşurmuş” dedi, birlikte güldük. Sonra o yoluna devam etti…

Çoğu zaman memleketin en çok konuşulan ahvali olsa da, yaşadığımız günlük sorunlarla, her hafta hatta nerdeyse her gün farklı bir noktayı tartışır buluyoruz kendimizi… Dövizin yükselmesinden zamlara, siyasilerin geçirdiği yasalardan, yaptıkları gaflara hatta “etik” olmayan ama yasal durumlara, sıcaklardan, düğünlere kadar birçok konu misafir oluyor sohbetlerimize. Tabii bir de can sıkıcı olanlar var, adeta cinayet gibi yaşanan iş kazaları, trafikte kaybedilen canlar, şiddet, tecavüz, kanser, hırsızlık gibi… Ama asıl tehlike adından söz ettirmeyip yavaş yavaş adeta sinsi bir düşman gibi içselleştirdiklerimiz; asimilasyon, Koordinasyon Ofisi adı altında özgürlükleri kısıtlamaya yönelik uygulamalar, giderek artan gerici düşünceler, kısacası ülkende yabancı hissetmeni sağlayacak her türlü şey…
***
Geçen haftalarda TV’de Kıbrıs’ı anlatan bir program izledim. Türkiye’nin ana akım medya kanallarından birinde. Genelde bu tarz yayınları ülkeme daha da yabancı hissettirdiği için oturup izlemem. Ama bu kez Yeşilırmak’ta çilek bahçesine giden, “magarına bulli” yiyip adını söylemeye çalışan bir sunucu vardı ekranda. İlk kez oteller ve kumar dışında ülkemizin tarihi dokusuna dokunan ve yaşamdan kesitler izlediğim bir program oldu. Yine de Mağusa’ya Magosa dendi, Kıbrıs’a yavru vatan…

Bazen durup üçüncü bir gözle memleketin hallerini izlemeye çalışırım. Yine geçen haftalarda bir internet gazetesi, memur kabinlerinin fotoğrafını çekip, iş saatinde devlet memurlarının olmadığı iddiasında bulundu. Bu yaşanılanlar doğru ya da yanlış, olanları sorgulamazdan evvel bu ülkeye ve bu ülkenin insanına her bulduğu fırsatta laf salatası düzen fırsatçılara gün doğdu yine. Onlara göre, bu ülkede herkes tembelmiş, iş yapan kimse yokmuş, bu ülke batmış, beslemeymişiz, ha bir de kurtarılmışız…
Kızıyorum kızmasına da bazı şeylere de hak veriyorum. 1974’ten sonra bir düzen kurduruldu bu adanın kuzey coğrafyasında… Kamuda çalışmak hatta on yılda emekli olmak gibi seçenekleri vardı insanların. Yaratılan nispi refahla mutlu-mesut yaşandı bir dönem.

Peki ya şimdi?

Bir zamanlar üretim yapan, ihraç eden Sanayi Holding, ETİ gibi kurumlar artık yok. Sadece tüketiyoruz ve “besleme” oluyoruz, “tembel” oluyoruz. Kundağa sarılmış bir bebek gibi ellerimizi ve kollarımızı kullanmamız engellendi. Geçirilen yasalar, kaşıkla verip kepçeyle alırken, kamuda, aynı işi yapan kişiler bile “eşit işe eşit ücret” alamıyorlar. Göç Yasası yeni işe girenlerin belini bükmeye devam ediyor. Gençler ülkeden göç etmek zorunda bırakılıyor. Yıllar içerisinde, özel sektör çalışanıyla, kamu emekçisinin emeği üzerinden halkı bölen bir anlayış yaratıldı. Özel sektör çalışanı kendini üvey evlat gibi hissederken, kamuda çalışan esnek olmayan çalışma koşullarında, haklarını arayabileceği sendikalarıyla güçlendi. Kısacası, özel sektörün sendikalaşması daha da büyük bir öneme sahip oldu. Devlet kurumunda çalışan her kişinin, haklarını araması ne kadar önemliyse, çalıştığı iş yerinin kurallarına uyup, suistimal etmemesi de aynı değerde önemli.
***
Memleket meseleleri de, sohbetleri de bitmez. Bir gün sohbetlerimize halkların birlikte ördüğü barışı, mükemmel ekipmanlarla donanımlı tam teşekküllü hastaneleri, turuncu- yeşil renkleriyle Kıbrıs Türk Hava Yolları’nın batırıldıktan yıllar sonra göklerdeki ilk uçuşunu, gece kulüplerinin bir daha açılmamak üzere kapatıldığını, Göç Yasası’nın kaldırıldığını, ücretsiz eğitimle özel değil, devlet üniversitelerinin açıldığını da konu ederiz. Tıpkı Beleş Deniz mücadelesinin ileriye taşınması, reddediyoruz eylemleriyle yasanın durdurulması gibi…

“Her şey herkese kendimize hiçbir şey” mantığıyla hareket etmeyi başardığımız gün bunlar olacak. Bunun için iş yerlerimizde, okullarda, bulunduğumuz her ortamda sözümüzü söyleyip yanlış bildiklerimizle savaşmamız ve sokaklarda olmamız lazım.
Sömürü varsa direniş de vardır!

Şifa Alçıcıoğlu

Baraka Aktivisti