MÜDÜR MÜDÜR MÜDÜR? -NAZEN ŞANSAL

Yemek masasında oturmuş işten, aşktan, okuldan, günlük mevzulardan konuşuyorduk. Konu tiyatroya geldi. Tiyatro hayattır dedim. Hep öyle denir ama bence değil, diye itiraz etti. Tiyatro aşktır şeklinde yaptı kendi tanımını. Tiyatroya olan sevgisinden, tutkusundan bahsedeceğini sandım. Oysa başka bir bakış açısı getirdi masaya: Tamam, hayatın bir başı ve sonu vardır, tıpkı bir tiyatro oyunu gibi… Ama hayat bittiğinde aklımızda bazı fikirler ve içimizde bazı duygular kalamaz, onlar da biter. Bu yüzden tiyatro aşka benzer; başı ve sonu vardır ama bittiğinde bizde çok şey bırakır. Sohbet ettiğim kişi, yedi yaşındaydı.

***

Başbakana yardımcı olmanın yanı sıra turizm, spor ve belki de unuttuğum daha bilimum şeylerle birlikte kültür işlerine de bakan Serdar Denktaş, Devlet Tiyatroları müdürlüğüne yeni bir isim atadı. Atanan kişiyi tanımam, tiyatroyla bir bağı varsa da hiç duymadım. Mesleğinin fen öğretmenliği olduğunu ve atandığı sırada mazbata borcundan dolayı cezaevinde olduğunu öğrendik basından. İçinde bulunduğumuz neoliberal dönemde, eğitimden sağlığa tüm haklarımız para ile satılır hale gelmişken, maaşlar artmaz ve elektrikten gıdaya her şey her gün zamlanırken insanların çoğunun ekonomik zorluklar yaşadığı, borçlanmak zorunda kaldığı aşikar. Bankaların ise adeta bir tefeci gibi davranmasına dur diyecek bir hükümet göremedik henüz. Bu sebeple yeni Devlet Tiyatroları müdürünün, nereden kaynaklanan nasıl bir borcu olduğunu bilemesek de, cezaevine düşmesini eleştirecek değilim. Hatta borçtan dolayı özgürlüğü kısıtlayan bir ceza uygulanmasının, gerek hukuken gerekse mantıken savunulacak bir tarafı olmadığını düşünmekteyim. Ancak pek çok şeyler yanında kültür işlerine de bakan Serdar Denktaş’ın, cezaevinde olduğunu dahi bilmediği bir kişiyi Devlet Tiyatroları müdürlüğüne atarken başka neleri gözden kaçırmış olabileceğini merak ediyorum…  Yeni müdür, tiyatro ile ilgili nasıl bir bilgi birikimine ve daha önemlisi bakış açısına sahiptir? Bunu zaman içerisinde, atanan kişinin ve Devlet Tiyatrolarının ortaya koyacağı pratikle gözlemleyeceğiz… Ne de olsa tiyatro, perde arkasında gizlenemez, er ya da geç her şeyi apaçık gösteren spotların altında seyredilecektir.

Sorunun daha zoru ve aslında sorulması gerekeni ise şu: Peki Devlet Tiyatroları, bünyesinde çok değerli sanatçılar ve sanatın mutfağında fedakarca çalışan emekçiler barındırmasına rağmen, bugünkü yapısıyla gerçek anlamda sanat ve tiyatro üretebilir mi? Sanatın özerkliği ve özgürlüğü ile yakından uzaktan alakası olmayan bürokratik yasası; idarecilikten çok daha fazla yetkilerle donatılmış olan müdürünün hükümet değişiklikleri ile bir atanıp bir görevden alınması; çalışanları arasında kadrolu kadrosuz, güvenceli güvencesiz ayırımlarının oluşturulması; bütçesine yeterli ödenek konulmaması ve daha pek çok sıkıntı bir yanda dururken acep tiyatro ne yana düşer? Düştüğü yerden kaldırmak mümkün müdür? Sahnelerin tozunu yutanlar, özerk ve özgür bir tiyatro için neden tozu dumana katmamaktadır?

***

Lefkoşa Belediyesi’nin ve Belediye Tiyatrosu’nun, binbir imkansızlık içerisinde özveri ile hazırladığı bir tiyatro festivalini daha geride bıraktık… Bu yıl her oyunu izleme fırsatı bulamasam da gerek seyrettiklerim gerekse festivali sürekli takip eden izleyicilerden duyduklarım, oyunların niteliğinin geçen senelere nazaran düşüşte olduğu izlenimini yarattı bende. Sebebi hakkında düşünürken, büyük oranda katıldığım şöyle bir yorumla karşılaştım: Türkiye’de AKP’nin her alanda olduğu gibi sanata ve tiyatroya olan baskısının bir sonucu bu… Yıllardır Şehir (Belediye) ve Devlet Tiyatroları, hatta özel tiyatrolar sürekli bir tehdit ve dayatma altında üretim yapmaya uğraşıyorlar. Özgürlük ve demokrasiden nasibini almamış gerici yaklaşımlar, bazen atama ve görevden almalarla, bazen sanatçılara hiç sorulmadan çıkarılan yasalarla, bazen açık sansürle, daha vahimi ise sanatçıların kendi kendilerine uyguladıkları otosansürle gösteriyor karanlık yüzünü. Direnen sanatçılar da var elbette. Tepkilerini, sahneden ve hayattan yükseltmeye çalışanlar var. Ancak AKP, hem maddi hem de manevi anlamda tiyatronun özgürlüğünü baltalamakta.

***

Yedi yaşında bir çocuk tiyatronun anlamı üzerine kafa yoruyor. Tıpkı aşk gibi tiyatro da aklımızda ve kalbimizde iz bırakmalı diyor. İrili ufaklı devletlülerin korktuğu, bu iz işte… Peşine düşmemiz gereken de bu iz…

Nazen Şansal – Baraka aktivisti

Be the first to comment

Leave a Reply