OLASI BİR ANLAŞMA KIBRIS`A NE GETİRİR? – Ali Şahin

Kıbrıs müzakereleri 2 yıla yakın bir aradan sonra yeniden başladı.

Sürecin geçmişten farklılığı, ABD’den Çin’e kadar birçok dış gücün müzakerelere çok daha yoğun ve görünür bir şekilde müdahil olması.

Özellikle ABD`den o kadar yoğun bir baskı var ki; ada halkları arasında milliyetçi söylemleri ile nam salmış birçok kişi ve kurum yumuşak ve ılımlı bir dil kullanmaya başladı.

Eroğlu bunun kuzeydeki en bariz örneği.

DIKO gibi partileri saymazsak güneyde de böyle bir hava var diyebiliriz.

Güneyde DISI`ye ek olarak Annan Planı`na “Hayır” diyen AKEL`de de 2004`e kıyasla çok daha farklı bir hava var.

Tüm bunlar Orta Doğu ile ilgili konjonktürel değişikliklere işaret.

İşte tüm bu gelişmeler, birçok kesimde müzakere sürecinin yakın bir zamanda bir anlaşma ile sonuçlanacağı izlenimini yaratıyor.

Sürecin nasıl sonuçlanacağını zaman gösterecek.

Zaman gösterecek diyorum çünkü, şu anda mevzu bahis müzakere sürecine iki halkın müdahil olabildiği bir durum yok.

Süreç şekil dışında tamamen uluslararası faktörlerin iradesiyle sürüyor.

O kadar ki; bir anlaşmayı bu kadar olası kılan faktör bizzat ABD`nin politikasıyla ilgili.

Bazı kesimler ABD`nin bu müdahil olma durumunu alkışlarken bazı kesimler ise buna karşı çıkıyor.

Açıkçası alkışlayan ve karşı çıkan iki kesimde de sağ ve sol yapılar mevcut.

Özellikle sol içinde bazı kesimler olası bir anlaşmayı barış, AB üyeliği, demokrasi, işgalden kurtulma, uluslararası hukuk, ekonomik refah vb. söylemlerle ilişkilendirerek göklere çıkartıyor.

İşte bu “güzellemeler” hengame içinde bir soru sormak istiyorum;

Olası bir anlaşma Kıbrıs`a ne getirir?

Öncelikle şunu belirtmeliyiz ki; Kıbrıslı Türklerin içinde bulunduğu koşullar kesinlikle istenilen ve bir halk olarak adada yasayabilmemiz adına sürdürebilir değildir.

TC Devleti`nin 1974`ten bu yana üretimden koparma, ekonomik olarak bağımlı hale getirme ve kültürel anlamda asimile etme gibi çeşitli biçimlerde sürdürdüğü yok etme politikaları Kıbrıslı Türkleri bir yok oluş sürecine sokmuştur.

Bundan ötürü Kıbrıslı Türklerin mevcut durumdan kurtulması bir zorunluluktur.

Ancak bu zorunluluk bizi olası bir anlaşma konusunda ne ile karşı karşıya olduğumuz konusunda kör etmemelidir!

ABD`den başlarsak, ABD emperyalizmi bugüne kadar ne Kıbrıs`da ne de dünyanın başka bir ülkesinde halklar arası bir barış elçisi olmamıştır, bundan sonra da olmayacaktır.

ABD`nin şu andaki Kıbrıs politikası tamamen kendi çıkarları ile ilgilidir ve çıkarı, adanın bütününün birleşik veya ayrı olduğu farketmeksizin bir şekilde yasal bir statü kazanmasıyla ilgili olduğu için  politikasını buna göre şekillendiriyor.

Bu yasallaştırma çabası da şu an için,  ada içinde birleşme ve barış için çabalayan güçlerle söylem düzeyinde bir paralellik göstermektedir.

Fakat apaçık ortadadır ki bizim istediğimiz barış ile ABD emperyalizmi ve onun taşeronlarının istediği barış kesinlikle aynı değildir.

Zaten bu yüzden müzakere süreci Kıbrıs halklarının değil ABD gibi egemen güçlerin parametrelerine göre şekilleniyor.

Bu parametreler Türkiye ve Yunanistan`ın kaderini dahi şekillendiriyor.

Tüm bunlar ortadayken ABD`nin süreçteki tavrını alkışlamak Sol`un işi değildir.

Sol`un işi, bu sürece ada halklarının kendi çıkarları yönünde müdahil olabilmesi için mücadele etmektir.

Öte yandan AB, demokrasi, ekonomik refah konularında ise; sanırım AB`nin bir demokrasi ve ekonomik kurtuluş gemisi olmadığı özellikle Kıbrıslı Elenlerin ve Yunan, İspanyol, Portekiz, İtalyan halklarının son iki yıldır yaşadığı sıkıntılarla son derece açık.

Gözden kaçırılmamalıdır ki; Avrupa halklarının öfke ile karşısında durduğu TROYKA bazı dalkavuklar tarafından yegane hedef olarak sunulan AB`nin ürünüdür.

Polis müdahalesinde de oraya buraya nutuklar veren AB ülkelerinin kendi ülkelerindeki eylemlere nasıl müdahale ettiği de Almanya Hamburg’da yaşanan deneyimlerle bariz ortada.

Son olarak barış konusuna gelirsek; ada halklarına sunulan ve bir referandumda onay alan olası bir anlaşma dahi Kıbrıs`ta barış demek değildir.

Çünkü barış; kağıt üzerinde değil halklar arasında olur ve böyle bir barış gündelik hayat içerisinde inşa edilir.(Fakat birleşme anlamında “Evet” demek şüphesiz ki barış için olumlu bir adımdır.)

Bu anlamıyla olası bir anlaşma, Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Elen halklarının gündelik yaşamlarını ekonomik, kültürel ve siyasi yönde birleştirebildiği oranda barış için bir zemin sağlar.

Bence bu zemin, olası bir anlaşmanın en önemli ve olumlu tarafıdır.

Çünkü on yıldır karşılıklı geçişlerle bir temas sağlansa da iki halk birbirinin yaşamına uzaktan bakmaktadır.

Fakat şunu da belirtmeliyiz ki bu yakınlaşma zemini illaki halklar arası güveni ve kardeşliği artıracak diye bir garanti yoktur.

Çünkü iki halkın fiili yakınlaşması özelikle yoksulluğun arttığı koşullarda faşizmin ve şovenizmin yükselmesine dolayısıyla halklar arası yeni gerilimlere de sebep olabilir.(Ki faşist çevrelerin hedefi her daim budur.)

Bundan ötürü olası bir anlaşma öncesi ve sonrasında da barış güçleri halkların yakınlaşması için fiilen mücadele vermek zorundadır.

Bu düşüncelere dayanarak şunu söyleyebiliriz ki; olası bir anlaşma, bütünüyle alkışlanacak bir ortam değil özellikle iki halkın Sol kesimleri için emek ve barış eksenli mücadelesi açısından yeni görevler doğuracak yeni koşullar yaratacaktır.

 

Ali Şahin

Baraka AKTİVİSTİ

Be the first to comment

Leave a Reply