Özel Sektör’de Kaos Yazıları İşten Durdurma “Yasağı” Hakkında – Münür Rahvancıoğlu

Sonda söyleyeceğimizi en başta söyleyelim; özel sektörde işçilerin işten durdurulması yasak değildir, hiçbir zaman da böyle bir yasak kararı alınmamış, böyle bir yasak uygulamaya konmamıştır. Daha anlaşılır olması için yazının devamında anlatılacak olan bir noktayı daha netleştirelim; “yasak kararı alınmış ama fiilen uygulanmamıştır” demiyoruz, tam aksine “böyle bir yasak kararı hiç alınmamış ve hukuken de böyle bir düzenleme yapılmamıştır” diyoruz. Halkın bu konuda yanlış bilgi sahibi olması, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından kasıtlı ve maksatlı bir şekilde kandırılmış olmasından kaynaklanır. Alenan, apaçık, dosdoğru ve halkın gözünün içine baka baka söylenen, su katılmamış bir yalandan bahsediyoruz.

İşten Durdurmanın Yasak Olduğunu Zannetmemizin Sebebi

Kamuoyundaki yaygın yanlış kanının iki temel kaynağı vardır. Bunlardan birinicisi doğrudan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı ve Bakanlığın Resmi Facebook Sayfası’dır. Kamuoyunu yanıltan ikinci kaynak ise, “Yabancıların Çalışma İzinleri Yasası Kapsamında İşverenlerin Çalışanının Duruşu ile İlgili Bildirim Zorunluluğu Hakkında Yasa Gücünde Kararname” isimiyle Resmi Gazetede yayınlanan metindir. Bu yazıda ikisini de inceleyeceğiz…

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı, 2 Nisan 2020 sabah saatlerinde devletin resmi televizyonu BRT’ye yaptığı açıklamada, işten durdurmanın yasaklanmasına yönelik bir genelge hazırladıklarını ve 30 Nisan tarihine kadar özel sektörde hiçbir işverenin, işçisini işten durduramayacağını duyurmuştu. Bu açıklamanın hemen ardından Bakanlığın resmi facebook hesabından yapılan paylaşımın başlığı ise aynen şöyledir, büyük harflerle: “İŞTEN DURDURMA YASAKLANIYOR”. Paylaşımın devamında ise şöyle denilmektedir: “Ekonomik tedbirlerle gündeme gelen özel sektör çalışanı ile ilgili Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı radikal bir adım atıyor. Bakanlık işten durdurmaları yasaklama yönünde bir karar üzerinde çalışıyor. Tamamlanma aşamasına gelen çalışmaya göre, 30 Mart 2020 – 30 Nisan2020 tarihleri döneminde hiçbir işveren çalışanını durduramayacak. Bakanlık, işsizlik sigortasını da değiştiriyor. Konu ile ilgili açıklama önümüzdeki günlerde yapılacak.”

Bu açıklamanın “tamamlanma aşamasına gelen bir çalışmaya dayalı olarak” yapılmadığı, ilgili facebook postunun yayınlanmasından 3 saat sonra editlenerek birinci posttaki “30 Mart” tarihinin “15 Mart” olarak değiştirilmesinden belliydi. Yani “tamamlanma aşamasına gelen çalışma” 30 Marttarihinden itibaren işten durdurmaları yasaklayacakken, üç saat içinde bu periyodun başlangıç tarihinin 15 Mart olmasına mı karar verilmişti? Dahası, işten durdurmaları yasakladığını duyuran Bakanlık, aynı duyurunun içinde “işsizlik sigortasını da değiştiriyor” olduğunu ilan ediyordu. Peki eğer işten durdurmalar yasaklanıyor ve hiç kimse işten durdurulmuyorsaydı, yani kimse işsiz kalmayacaksaydı, bu işsizlik sigortasını kim alacaktı ki? Bu sorular anlamsızdı çünkü, sonrasında ortaya çıkan olgular ortada herhangi bir “işten durdurma yasağının” olmadığını net bir şekilde gösterdi.

“Yasak”tan Sonra Ne Oldu?

Bakanlığın cafcaflı açıklaması ile duyurulan ve açıklamanın kendi kendini tanımlama biçimine bakılırsa çok “radikal” olan bu karardan sonra hiçbir şey değişmedi. Devletin en üst düzey kuruluşlarından birisi olan bakanlığın bu beyanından sonra ortada yazılı belge namına ne bir tüzük, ne bir yönetmelik, ne bir genelge ne de facebook postu olarak paylaşılmış reklam içerikli duyuru dışında herhangi bir döküman vardı. İki ay kadar sonra yayınlanan ve sadece Yabancıların Çalışma İzinleri Yasası kapsamında çalışan yabancı işçiler ile ilgili olan Kanun Hükmünde Kararname’ye kadar da hiçbir yazılı belge ne görüldü, ne de adı geçti.

Kamuoyunun yazılı belge beklentisi yavaş yavaş sönümlenip başka gündemlere kayarken; birçok işçi, işveren, muhasip yani konu ile doğrudan doğruya ilgili kişiler daha da fazla sabırsızlanmaya başladı. Bu yasağın içeriği, koşulları, istisnaları gibi detaylar sorgulandı ama cevap alınamadı. Örneğin işten kendi isteği ile ayrılmak isteyen bir işçi de mi işten duramayacaktı? Veya işverenini darp eden, işyerinde hırsızlık yapan veya basitçe işe gelmeyi bırakan bir işçi de mi işten durdurulamayacaktı? 

İşini düzgün yapmak isteyen işverenlerin ve yasalara uygun hareket etmek isteyen işçilerin bu sorularının boşuna olduğu bir ay içerisinde ortaya çıktı. Çünkü kamuoyunda yaratılan beklendinin aksine ortada herhangi bir yasak yoktu. Yasak olmayınca, cevap verilecek bir şey de olmazdı. kktc’nin herhangi bir yetkilisinin veya yasasının ne dediğini umursamaması gerektiğini bilen patronlar ise ister kktc vatandaşı ister yabancı uyruklu olsun, işçilerini işten atmayakesintisiz devam ettiler. Nisan ayı sonuna kadar devlet dairelerinin çoğu kapalı veya rotasyon usulü çalıştığından bu durum kktc için sıradan bir “yasağa uyulmaması” vakası olarak değerlendirildi. Oysa 4 Mayıs tarihinde devlet dairelerinin de açılması ile birlikte meselenin bilindik bir “yasağa uymama” meselesinden öte olduğu ortaya çıktı.

4 Mayıs hem sözde yasağın bittiği hem birçok özel sektör çalışanının iş başı yapacağı hem de devlet dairelerinin normal çalışma düzenine döndüğü tarihti. 2 Nisandan beridir şişmekte olan “işten durdurma yasağı” balonu, bu tarihte patladı! Yüzlerce işçi, işten atıldıklarını bu tarihte öğrendiler. “Yasağa” rağmen durdurulmayı beklemedikleri için, duruşlarının mayıs ayı içerisinde olacağını zannetmelerine rağmen, Sosyal Sigortalar Dairesi’ndeki kayıtları kontrol ettiklerinde; 15 Mart, 1 Nisan, 15 Nisan gibi muhtelif tarihlerde işten durdurulduklarını ve bu tarihlerin de sisteme kaydedildiğini farkettiler. Biraz daha meraklı olup araştıranların öğrendiği acı gerçek şuydu: Bir işten durdurma yasağı hiçbir zaman olmamıştı. Var olan şey, sadece “işten durdurma bildirimi alınmaması” idi. Bakanlığa bağlı daireler 15 Mart’tan 30 Nisan’a kadar bildirim almamış, 30 Nisan’dan sonra gelen bildirimleri de geriye dönük veya güncel olmasına bakmaksızın kabul etmişti. Böylece bir patron 10 Nisan’da işten attığı işçisinin duruş kaydını vermek için 4 Mayıs’a kadar beklemek zorunda kalmış, bu tarihte de geriye dönük olarak işlemini sorunsuz gerçekleştirmişti. 

Böylece Bakanlığın ilk açıklamasında sözü geçen uygulamanın başlangıç tarihinin neden “30 Mart” olduğu ve işsizlik sigortası ile ilgili düzenleme konusu da açıklık kazanıyordu. Başlangıç tarihi 30 Mart idi, çünkü Bakan bu açıklamayı 2 Nisan’da yapmıştı. Bildirim almama uygulamasının başlangıç tarihinin 15 Mart olarak duyurulması manasız olacaktı çünkü o tarih zaten geçmişti. Ama 3 saat sonra bunu 15 Mart olarak değiştirmek gerekmişti çünkü esas niyetin anlaşılması tehlikesi vardı. Ve işsizlik sigortası ile ilgili çalışma da gerekliydi, çünkü işten durdurma yasak olmadığından birçok işsiz ortaya çıkacaktı. Yani daha ilk günden “bildirim işlemlerinin durdurulması” ve bu şekilde zaman kazanarak işsizlik sigortasının azaltılması planlanıyordu. Ama bu plan halka aynen şu şekilde duyuruldu: “İŞTEN DURDURMA YASAKLANIYOR!”

Bildirim ve Yasak Arasındaki Fark

Burada bir ara bölüm açarak binlerce özel sektör emekçisinin yaşamını doğrudan etkileyen “bildirim” ve “yasak” arasındaki farkı basitçe izah edelim. Her türlü kurumun temel işlevlerinden biri kayıt, belge, istatistik ve analiz amacıyla veri toplamaktır. Kurumsallaşmanın esas göstergelerinden birisi budur ve sadece devlet kurumları için değil, sendika, dernek, parti vb her türlü ciddi yapının önem vermesi gereken bir konudur veri toplamak!

Kaç kişi olduğunuzu, kaç kişinin işsiz olduğunu, çeşitli sektörlerde çalışan insan sayısını, kadın, erkek, emekli, genç kişi gibi kritik nüfus öbeklerinin sayısını, kimin ne kadar vergi verdiğini, kimin ne kadar zarar ettiğini, bir yılda ne kadar ceza yazdığınızı, yazdığınız cezaların ne kadarıının ödendiğini, hasta sayınızı, ölü sayınızı, tedavisi devam eden kişi sayısını, okul sayınızı, öğrenci sayınızı bilmek kurumsal bir yapıysanız gereklidir. Sayfalarca uzatabileceğimiz bu liste yaşamın hemen her alanından veri toplamayı gerektirir. Her devletin ciddi bir kolu da bu işle uğraşır ve hemen her yasada bu konuya ilişkin hükümler vardır. Buna “bildirim zorunluluğu”denir. Doğumlar bildirilir, ölümler bildirilir, araç alımı bildirilir, aklınıza gelebilecek her şey ilgili devlet kurumlarına bildirilmek zorundadır. Çalışma yaşamından örnek verecek olursak; iş yeri açan bir patron işyerini kaydetmek zorundadır, yanına aldığı işçiyi bildirmek zorundadır, işten attığı işçiyi bildirmek zorundadır, kaza olduğu zaman bunu bildirmek zorundadır, tespit edilen meslek hastalığını bildirmek zorundadır… Bu verilerin hepsi kaydedilir ve analiz edilir. Böylece çalışma yaşamına nasıl yön verileceğine ilişkin kararlar bilimsel bir zeminden hareketle verilir. Bildirim işlemi, gerçek hayatta gerçekten olmuş olayların kaydının tutulmasıdır; olayın kendisine olumlu veya olumsuz bakmamızdan bağımsız bir işlemdir. Doğumu da ölümü de kaydederiz, işe girişi de işten çıkışı da kaydederiz; kayıt işlemini tercihli bir şekilde yapmak, gerçekliği analiz edip değiştirme imkanını ortadan kaldırır. Kayıt en iyi ihtimalle gerçeği yansıtır, ama gerçekten olan şeyleri değiştirmek kayıtların konusu değildir; bunun için gerçek kararlar alıp uygulamak gerekir.

“Yasaklar” gerçekliği değiştirmek için karar almanın bir çeşididir. Kayıtlar yolu ile kavşaklarda çok kaza olduğunu tespit eden bir devlet, kavşaklara trafik ışığı yerleştirip,kırmızı ışıkta geçmeyi yasaklayabilir. Bir yasak, o yasağın istisnaları ve cezaları ile birlikte düzenlenir. Mesela acil bir hastaya yetişmeye çalışan bir ambulans veya yangın söndürmek amacıyla hareket eden bir itfaiye arabası kırmızı ışıkta geçme yasağından muaftır. Ama meyhaneye geç kalmış bir akşamcı, kırmızı ışıkta geçerse bu suçu işlemenin bir cezası olur. Bu suçu devamlı işleyen bir şöförün ehliyetine el konulabilir ve hatta bazı durumlarda hapse bile gönderilebilir. Kısacası istisnaları ve cezaları belirtilmemiş bir yasak, yasak değil boş laftan ibarettir. 

Bildirim zorunluluğunu ortadan kaldırmak yani kayıt tutmaktan vazgeçmek, gerçek hayatta olan olayın kayıtlarda görünmemesi dışında bir sonuç vermez. Trafik kazalarının kaydını tutmadığınızda, trafik kazaları gerçekleşmeye devam eder. İş kazalarının kaydını tutmama kararı alırsanız; “bu yıl kaç kayıtlı iş kazası var” sorusuna “hiç yok” diye cevap verebilirsiniz ama bu gerçekte yüzlerce iş kazasının yaşandığı gerçeğini değiştirmez. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının “radikal” kararı “işten durdurmanın yasaklanması” böyle bir karardır. Bu yöntemle kanayan yaramız iş kazaları da sıfırlanabilir. Yapılması gereken tek şey facebook’ta bir post yayınlayarak bunu duyurmak ve gerçekleşen iş kazalarının bildirimlerini almayı durdurarak kayıt işlemi yapmamaktır. Göreceksiniz ki kayıtlı iş kazaları birden bire sıfıra inecektir! Bunu yapmak kafanızı kuma gömek kadar basit bir işlemdir ve deve kuşları bunu sık sık yapmaktadır…

Bildirim Zorunluluğu Hakkında Yasa Gücünde Kararname

Tüm özel sektör çalışanlarını ilgilendiren sözde işten çıkarma yasağının birinci evresi 4 Mayıs’ta kapanırken, sadece yabancı uyruklu işçileri ilgilendiren ikinci evre halen yürülüktedir ve30 Haziran tarihine kadar da devam edecek. İkinci evre, yukarda adını uzun uzun verdiğimiz Yasa Gücünde Kararname ile yazılı hale getirilmiş ve sadece “bildirim zorunluluğu” hakkında olduğu açık açık belirtilmiştir. Ancak ilk yalanın etkisi hala devam ettiği için birçok insan bunu da bir işten durdurma yasağı zannetmektedir. 

Toplam 6 maddelik ve tek sayfadan ibaret kararname; İsim, Kapsam, Amaç, Yürütme Yetkisi ve Yürürlüğe Giriş isimli beş maddenin dışında; bildirim şekillerini “düzenleyen” maddeden oluşuyor. “İşverenler Tarafından Verilecek Duruş Bildirgelerinin Bildirim Şekilleri” isiml madde, 30 Haziran tarihine kadar işten duruş bildirgesi verilemeyeceğini, sadece işverenin vefatı, işyerinin kapanması, işçinin yurt dışına gitmesi ve yatay geçiş yapma hakkı kazanması durumunda bildirim kabul edileceğini kayıt altına alıyor. İşçinin istifa etmesi, işverenini darp etmesi, hırsızlık yapması ve hatta işçinin vefatı dahi duruş bildirgesinin alınması için yeterli sebep değil!

Böyle bir Yasa Gücünde Kararname’nin, hukuken ne kadar Yasa Gücünde olduğu tartışması bir yana; yabancı uyruklu işçilerin günlük hayatını darmadağın ettiği kuşkusuzdur. Çünkü vatandaş olmayan bir işçi için, işten duruş tarihi hayati önemdedir. Yeni bir işe başlamak, memleketine dönmek gibi faaliyetleri yapabileceği süreler işten duruş tarihine bağlıdır. Ve ülkemiz şu anda Mayıs ayı içerisinde işten durdurulmuş ama 1 Temmuz’a kadar bu duruşu bildirilmeyecek ve geriye dönük bildirim yapılırken Nisan’a mı Mart’a mı Mayıs’a mı hangi tarihe durdurulacağını bilmeyen yüzlerce işçi ile doludur. Üstelik bu insanlar karantina önlemleri nedeniyle ülkeden ayrılamamakta, işsiz ve parasız bir halde tam bir hapishane hayatına mahkum durumda bulunmaktadırlar. İşte Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın bu insanlar için aldığı önlem böyle bir şeydir; “kayıt yok, sorun yok!”

Verifobik Bir Devlet

kktc prensip olarak veri toplamaktan hoşlanmayan bir “devlettir!” Nüfus kayıtları bilinmez, işsiz sayısı bilinmez, insanların servetleri bilinmez, neredeyse hiçbir veri düzenli olarak tutulmaz ve hiçbir karar veriye dayalı olarak alınmaz. Ancak özellikle işten duruş prosedürü ile ilgili verilerdeki karmaşa kktc standartlarının bile üzerindedir.

İş Yasası’nın “İşten Ayrılan İşçinin Bildirilmesi” başlıklı yedinci maddesi, “bir işçinin işinin son bulması halinde işveren, işçi kartının,  işveren nüshasının ve mümkün olması halinde işçi nüshasının üzerine, işçinin işinin son bulduğu tarihi ve son bulma nedenlerini yazarak en geç yedi gün içinde Daireye iletir” demektedir. Bu madde uyruğu farketmeksizin tüm işçileri kapsayan bir maddedir. Oysa Yabancıların Çalışma İzinleri Yasası’nın onyedinci maddesinde şöyle denilmektedir: Çalışma İznine sahip yabancı uyruklu bir işçiyi işyerinde veya işinde istihdam eden işveren, her ne şekilde olursa olsun iş ilişkisi sona eren yabancı uyruklu işçinin iş ilişkisinin sona erdiğini, işten ayrılma tarihinden itibaren en geç yirmi bir gün içerisinde Bakanlığa ve ilgili diğer kurumlara bildirmek zorundadır.

Bildirim süresi ne kadar kısa olursa, işçi için o kadar iyidir ve çalışma hukuğunda genel prensip, çelişen maddelerin işçi lehine yorumlanmasıdır. Ancak tahmin edilebileceği gibi, bizde bunun tam tersi uygulanmakta ve bildirim süresi yirmi bir gün olarak kabul edilmektedir. Ancak bundan daha da ilginç olan, Yabancıların Çalışma İzinleri Yasası altında yapılmış olan “Yabancıların Çalışma İzinleri Tüzüğü”nün otuz üçüncü maddesinde bildirim süresinin on beş gün olarak düzenlenmiş olmasıdır. Kısacası İş Yasası’na göre bildirim süresi 15 gündür, Yabancıların Çalışma İzinleri Yasası’na göre bu süre 21 gündür ve Yabancıların Çalışma İzinleri Tüzüğü’ne göre de 15 gündür! kktc‘nin verifobik yapısını göstermek için bundan daha güzel bir örnek bulmak mümkün değildir. Ancak Çalışma ve Sosyal Güvenlk Bakanlığı’na bu durum yeteri kadar karışık gelmemiş olacak ki, “radikal” bir kararla, 30 Haziran tarihine kadar hiçbir bildirim alınmayacağı ilan edilmiştir! Bizim devletimiz bildirim yapılmasını, veri toplamayı ve bu verilerden hareketle çalışma yaşamının nabzını tutmayı sevmemektedir. Nabzını ölçmediğinizde, tansiyonunuzun çıktığının iddia edilemeyeceğini de herkes bilir!

Bu Yalanlar Niye Söyleniyor?

13 Mart tarihinden uçuşların durmasına kadar adayı terkeden onbinlerce işçi vardır. Ve bu durum bugün açılan sektörlerde ciddi bir iş gücü kaybına neden olmuştur. Yurtdışından gelişler kapalı olduğu için, patronlar işçi bulamamaktadır. Eş zamanlı olarak; bugün işten atılmış, işyeri kapanmış veya istifa etmiş binlerce yabancı uyruklu işçi açıkta beklemektedir. Ve yatay geçiş hakları olmadığından veya işten duruş kayıtları yapılmadığından bu işçiler yaşamlarını devam ettirmek için kayıt dışı çalışmak zorunda kalmaktadırlar. Ancak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı her iki kesimin de derdine çözüm olacak ve Sosyal Sigortalar Dairesi’ne de yatırım geliri olarak yarar sağlayacak bir düzenleme yapmak yerine “kayıt almamayı” tercih etmektedir. Ortada “işten durdurulmanın yasaklanması” diye bir şey olmadığı, binlerce işçi işten atıldığı halde yapılanın sadece bu işten atılan işçileri kaydının tutulmaması olduğu sanırım yeterince açık olarak izah edildi. Peki bunca zahmete girip bu kadar yalan niye uyduruluyor? 

Bu yalan sadece en kritik günlerde özel sektör çalışanları içingüzel bir şeyler yapılmış görüntüsü vermek için kurgulanmış değil! kktc uyruklu özel sektör çalışanlarının işten duruş bildirimlerinin 30 Nisan tarihine kadar alınmadığını, bu tarihten sonra da geriye dönük duruşlar da dahil olmak üzere tüm duruşların alınmaya başlandığını belirtmiştik. Bu kararın alındığı 2 Nisan tarihi ile 30 Nisan tarihi arasında Sosyal Güvenlik Yasası’nda değişikliğe gidilerek, işsizlik sigortasının süresi ve miktarı azaltıldı. Yani bildirim alınmama uygulaması, bu değişiklik için zaman kazanmak ve devletin giderlerini azaltmak için kurgulanmıştı. Benzer bir şekilde yabancı uyruklu işçilerin işten durdurulduğu bilinmesine rağmen, bu duruşlar halen kayıt altına alınmamaktadır çünkü uçuşlar başlamadan bu kayıtların alınması, işçilerin ihbar tazminatı, yıllık ücretli izin vb hakları ile ilgili patronlara sorun çıkaracaktır. Bildirimlerin alınması için uçuşların başlaması beklenmektedir ki, işçiler ülkeyi terk etsin ve patronlar da yasal yükümlülüklerini yerine getirmekten kurtulabilsin!

İşte bizde kriz dönemlerinde uygulanan yöntem bu şekildedir: Gözlerinizi kapatıyorsunuz, kulaklarınızı tıkıyorsunuz ve yüksek sesle şarkı söylüyorsunuz… 

Münür Rahvancıoğlu

Bağımsızlık Yolu Genel Sekreteri

Covid 19 sürecinin çalışma yaşamına etkisine dair önceki yazı için: