ÖZÜR DİLİYORUM!-MİNE BALMAN

ÖZÜR DİLİYORUM! ՆԵՐՈՂՈՒԹՅՈՒՆ ԵՄ ԽՆԴՐՈՒՄ!

İçinde bulunduğumuz 2015 senesi, Anadolu’da bir buçuk milyon Ermeni’nin hayatını kaybetmesinin yüzüncü senesidir. 24 Nisan 2015 ise Ermeni aydınların İstanbul’dan sürgün edildiği, tehcirin başladığı gün ve “Ermeni soykırımını anma günü” olarak kabul edilen tarihtir. Türkiye resmi politikası çerçevesinde, yaşananın soykırım olup olmadığı, gerçekte Ermenilerin ölüp ölmediği, hava şartlarının o günlerde aşırı soğuk olup olmadığı, aslında esas katledilen halkın Türkler olup olmadığı, Ermenilerden özür dilenmesi gerekip gerekmediği üzerinden çeşitli tartışmalar yürütülmekte, kitaplar ve tezler yazılmaktadır.

Resmi tarih ne yazıyorsa yazsın, 1915 soykırımı, Türkiye’ye yakın ama tamamen farklı bir coğrafyada, Kıbrıs adasında, bizlerin Ermeniler ile yolumuzu yoğun olarak kesiştirmiştir. Pek çoğumuz için bugün pek bir anlam ifade etmiyor olsa da, Kıbrıs’ta yüzyıllardır aynı toprağı, havayı, suyu ve ekmeği paylaştığımız Kıbrıslı Ermeniler yaşamaktadır; hem de M.S. 6. yüzyıldan itibaren. Kıbrıs’ta Lüzinyan krallarının Kudüs, Ermenistan ve Kıbrıs tacını giydikleri bilinmektedir. Ayrıca 12-16. yüzyıllar arasındaki Lüzinyan ve Venedik dönemlerinde adada konuşulan resmi dillerin birisi de Ermenice idi. Ada, Osmanlı idaresine geçtikten sonra, Ermeniler etnik bir grup olarak tanınmıştırlar. Osmanlı döneminde Abdülhamit ile İttihat ve Terakki’nin 1894-1896, 1909 ve 1915-1923 yıllarında Anadolu coğrafyasında yaşayan Ermenilere karşı gerçekleştirdikleri katliam ve sürgün eyleminin bir sonucu olarak Ermenilerin kaçabilenleri Kıbrıs’a da sığınmıştır. Kıbrıs’ta halihazırda yaşamakta olan Ermenilerin nüfusunda yaşanan artış bu şekilde gerçekleşmiştir. Ölümün korkunç nefesinden kurtulan 10,000’in üzerinde Ermeni, Lefkoşa ile Alevkayası’ndaki Ermeni manastırlarına sığınmak zorunda kaldılar. Sığınan Ermenilerin bazıları adada kaldılar, bazıları ise adayı transit bir yer olarak kullanarak çeşitli ülkelere göç ettiler. 1960 yılında kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nde, Ermeniler kendi tercihleri ile Kıbrıslı Elen halkı içerisinde dini bir grup olarak tanımlanarak bir temsilci ile mecliste temsil edilme hakkı elde etmişlerdir. Adada yerleşik hale geçen birinci ve ikinci nesil Ermeniler Limasol, Mağusa, Larnaka gibi şehirlere yerleşmelerinin yanında çoğunlukla Lefkoşa’da Arabahmet Mahallesi’nde Ermeni Sokağı olarak bilinen Viktoria Sokağı’nda yaşamaktaydılar.

Gabriel Garcia Marquez, “Yüzyıllık Yalnızlık” isimli kitabının arka kapağında kitabın içeriği kadar etkileyici bir paragrafla kitabın ortaya çıkışını şöyle anlatır: “Büyükannem, en acımasız şeyleri, kılını bile kıpırdatmadan, sanki yalnızca gördüğü şeylermiş gibi anlatırdı bana. Anlattığı öyküleri bu kadar değerli kılan şeyin, onun duygusuz tavrı ve imgelerindeki zenginlik olduğunu kavradım. Yüzyıllık Yalnızlık’ı büyükannemin işte bu yöntemini kullanarak yazdım. Bu romanı büyük bir dikkat ve keyifle okuyan, hiç şaşırmayan sıradan insanlar tanıdım. Şaşırmadılar, çünkü ben onlara hayatlarında yeni olan bir şey anlatmamıştım.”

1964te evlerinden kacan ermeniler

Balkan Savaşı sonrası ve Birinci Paylaşım Savaşı’nın içinde büyük bir politika değişikliğine giden iktidardaki İttihat ve Terakki Partisi, Osmanlı Devleti’nin elinde kalan toprak parçasında ulus devlet kurma hedefini faaliyete koydu. Özellikle Ermenilerin bu politikanın önünde çok büyük engel oluşturdukları düşünüldüğünden Anadolu Ermenileri tümden yokedilmeliydi. Hayatta kalabilen Ermeniler adamıza sığınmıştı. Gayet iyi ve akıcı Türkçe konuşan Kıbrıslı Ermeniler ile Kıbrıslı Türklerin hem dostluk hem de iş ilişkileri oldukça iyiydi ve karma mahallelerde birlikte yaşıyorlardı. Ancak çok geçmeden Kıbrıslı Ermeniler için tarih tekerrür etti. 21 Aralık 1963’te Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Elenler arasında başlayan çatışmalar sonrasında hem Arabahmet mahallesinde hem de Kıbrıslı Türklerin çoğunlukta olduğu Köşklüçiftlik, Karamanzade gibi diğer mahallelerde yaşamakta olan Kıbrıslı Ermeniler, Kıbrıslı Türklerin yeraltı terör örgütü TMT tarafından evlerini terk etmek ve Kıbrıslı Elenlerin yaşadığı mahallelere göç etmek zorunda bırakıldılar. Komşumuz olmaları önemli değildi, Türk resmi tarihine göre Ermeniler hain bir halktı, Kıbrıslı Elenler gibi onlar da Hristiyandı ve artık aramızda yaşamalarına izin verilmemeliydi! 1963 yılında çatışmalar Lefkoşa’yı esir aldıktan sonra, 19 Ocak 1964’te Ermeniler Kıbrıslı Türk tarafında kalan evlerini terk etmek zorunda bırakıldılar. Bazı Ermeniler Şubat-Mart 1964 arasında evlerine dönmeye çalışsalar da üç saat içerisinde evlerini terk etmeleri konusunda TMT tarafından tehdit mektubu almaları üzerine anlaşılmıştı ki; Ermeniler için hiç bir şey eskisi gibi olmayacaktı ve evlerine dönmeleri artık imkansızdı. Büyükannesinin Gabriel Garcia Marquez’e anlattığı hikayeler gibi benim büyükannem de Köşklüçiftlik’te yaşayan Kıbrıslı Ermeni komşularımızın dostluk hikayelerini anlatırdı bana. Mahallemizin Kıbrıslı Türk, Kıbrıslı Elen ve Kıbrıslı Ermenilerin yaşadığı karma bir mahalle olmasının ne kadar güzel olduğunu, Paskalarda, Bayramlardaki paylaşımları, Ermenilerin düzgün ve akıcı Türkçe konuşmalarını… Baskı ve korkutmalarla bir gece mahallemizdeki Kilise’ye sığınmalarını, sonra da “sınır”ın diğer tarafına bir kez daha gelmemek üzere kaçmalarını… Hep merak ederdim; biz Kıbrıslı Türklerin Kıbrıslı Ermenilere tarihsel anlamda yaşattığımız bu ikinci sürgünden ötürü bizlere nasıl duygular beslediklerini. Benimse çocuk aklımla hissettiğim tek duygu utançtı! 1966 yılı civarında Ermenilere “sınırlar” açılmış ve Kıbrıslı Türklerin idaresindeki bölgeye geçerek evlerini, iş yerlerini Kıbrıslı Türklere çok ucuza satmaları için fırsat tanınmıştı. İtiraf etmiyoruz belki ama içimizdeki ganimetçiliğin ilk tohumları, aslında 1974’ten çok önce, 1960’ların sonunda atılmıştı. Sudan ucuza fiyatlarla hangi Ermeni’nin evini kimlerin aldığı bugün hala aynı duygusuzlukla anlatılmaktadır. Özellikle o dönemde Kıbrıslı Türk burjuva sınıfı TMT’nin Ermenileri evlerinden sürmesini ekonomik anlamda kalkınmak için kullanmıştır.  Tıpkı Anadolulu Ermenilerin mülkleri üzerinden büyüyen Türk burjuvazisi gibi…

2004 yılında sınırlar açıldıktan sonra, ben büyürken kalbimde de büyüyen burukluk ve utancın, gerçek hayattaki mağduru olan Kıbrıslı Ermenilerle tanışmak, hem ailelerinin Kıbrıs’a sürgün gelişlerini, hem de biz Kıbrıslı Türklerin onları sürgün edişimizin hikayelerini onların ağzından da öğrenmek istedim. Aralarında komşularımızın da olduğu pek çok Kıbrıslı Ermeni ile tanıştım. Bu yazıyı yazarken, 2005’te bir solukta okuduğum Baskın Oran’ın Manuel Kırkyaşaryan’ın ses kayıtlarını çözerek yayına hazırladığı “M.K. Adlı Çocuğun Tehcir Anıları” isimli kitabını bir kez daha karıştırdım. Manuel Kırkyaşaryan da yolu Kıbrıs’a düşen Anadolulu bir Ermeni’ydi. Gerçek hikayeler ve yaşanmışlıklar bu denli çevremizdeyken, görmezden ve bilmezden gelme halimizin ne kadar bencilce olduğu bir o kadar aşikar!

Geçmişle samimi şekilde yüzleşmek, ülkemizde gerçek barışın gelmesi için önemli ve gereklidir. Bizler eğer bu adadaki tüm halkların ve etnik grupların barış ve kardeşlik içerisinde yaşamasını murat ediyorsak, Kıbrıslı Ermenilerden; 1964’te TMT tarafından zorla sürgün edilmelerinden ve bugüne kadar Kıbrıslı Türkler tarafından yok sayılmalarından ötürü özür dilenmesi gerekmektedir! 51 yıl önce, hiç bir sorun yaşamadığımız Kıbrıslı Ermeni komuşularımızın evlerinden göç etmelerine sebep olmamıza ve/veya göç etmelerine göz yummamıza rağmen, ne 1960larda, ne 1974’te adanın bölünmesinden sonra, ne de bugüne kadar geçen süreçte Kıbrıslı Türklerin hiç bir siyasi iradesi Kıbrıslı Ermenilerden özür dilememiştir. Oysa ki, evlerinden defalarca göç etmek zorunda kalmış, her şeyini kaybetmiş Kıbrıslı Türklerin, Kıbrıslı Ermeniler ile empati kurabilmesi zor olmamalıydı! Dahası; ganimetçiliği ve göçü, zenginleşmek için kullanan bir halk olarak her fırsatta evimizden köyümüzden zorla koparılışımızla ilgili ajitasyon yapmayı gayet iyi bilmemize rağmen, aynı şeyler başkasına yapılınca gözlerimiz kör, kulaklarımız sağır olabiliyor!

Gabriel Garcia Marquez’in yazdığı gibi belki bu yazıyı hiç şaşırmadan okuyacak olanlar olacaktır çünkü bu yazı onlara hayatlarında yeni olan bir şey anlatmamaktadır.  Anadolu’daki yüz yıllık yalnızlığa, kendi ülkemdeki, kendi halkımın duyarsızlığı da eklenince insan nefessiz kalabiliyor!

Kıbrıslı Ermenilerin o dönem TMT tarafından zorla sürgün edilmelerinden ve bugüne kadar yaşadığım topraklarda yok sayılmalarından ötürü özür diliyorum! Köşklüçiftlik’teki Ermeni Kilisesi’ne hiç bir saygı gösterilmeden özel konuta ve Ermeni Protestan Kilisesi’nin El Sanatları Kooperatifi’ne dönüştürülmesinden, yıllarca Viktoria Sokağı’nda atıl durumda bulunan Ermeni Manastırı’nın oldukça geç restore edilmesinden, Alevkayası’nda bulunan Ermeni Manastırı’nın yağmalanarak yıkılmaya terk edilmesinden, Viktoria Sokağı’nın adının değiştirilmesinden, evlerinizdeki, mahallenizdeki izlerinizin hunharca sökülüp atılmasından ötürü tekrar tekrar özür diliyorum!

Mine Balman

3 Nisan 2015/Mağusa Kapısı’nda gerçekleşen 100. yıl anma sergisi sonrası kaleme alınmıştır

Be the first to comment

Leave a Reply