RUMLAR BİZİ İSTEMEZ – BESİM BAYSAL

1 Mayıs 2004’te Kıbrıs, Kıbrıs Cumhuriyeti adıyla AB üyeliğine kabul edildi. Kıbrıs Cumhuriyeti devleti geçtiğimiz hafta sonu AB Parlamentosu seçimlerini 10 yıl sonra Kıbrıslı Türklerin de aday olabileceği şekilde genişleterek gerçekleştirdi. 16 Ağustos 1960 tarihinde ilan edilen, Birleşik Krallık, Türkiye ve Yunanistan’ın imza attıkları Zürih ve Londra Antlaşmalarının bebeğiydi Kıbrıs Cumhuriyeti. %70 Kıbrıslı Elen, %30 Kıbrıslı Türk temsiliyeti ile oluşturulmuş başkanı Kıbrıslı Elen, yardımcısı da Kıbrıslı Türk olarak belirlenmişti. Dikkatlice incelenirse 1959’da Karayip Denizi’ndeki en büyük ada olan Küba’da meydana gelen devrimden sonra apar topar oluşturulduğu görülecektir. O dönemdeki konjektürde Sovyetler Birliği’nin varlığı ABD ve NATO politikalarında belirleyici bir faktör olarak kabul edilmelidir. Kıbrıs sorunu yüzünden NATO tarafından doğu cephesindeki en önemli iki müttefik devlet olan Türkiye ve Yunanistan’ın karşı karşıya gelmesi kabul edilemezdi. Ancak bunun öncesinde ABD; İngiltere’yi (Birleşik Krallık) ikna ederek Kıbrıs’ı eski sömürgecilik yöntemleri ile yönetilen bir “stratejik sömürge” olmaktan çıkartarak yeni sömürge yöntemleri ile kontrol edilen bir “stratejik yeni sömürge” şekline sokmak istiyordu. Bu değişikliğin  ilk başlarda özellikle İngiltere için kabul edilebilir bir tarafı yoktu. Bu  sebeple ABD tarafından kurdurulan ve/veya desteklenen EOKA’ya karşı adada “Böl-Yönet” politikalarına uygun olarak Kıbrıslı Türkler baskı altına alınmış, polis yazdırılarak ve kışkırtılarak TMT’nin kuruluşu gerçekleştirilmiştir.

Bu ortamda sömürgecilerin uzun uzun gerginlik yaşaması olamazdı bu sebeple derhal antlaşma yapıldı -Zürih ve Londra Antlaşmaları- kendi sorunlarını ortadan kaldırır gibi görünse de artık ateşini yaktıkları ve/veya közledikleri yangın için için yanmaya devam edecekti. Bir tarafta Enosis diğer tarafta Taksim uzlaşmaz bir çelişki olarak Kıbrıs Cumhuriyeti’nin temellerinde tahrip gücü yüksek bir bomba olarak kalakaldı. Bu bomba 1963’te yerli yapımı fitillerle patlatılarak bugüne kadar gelecek çok yönlü bir sorunu derinleştirmiştir.

Kıbrıslı Türk liderliği, Kıbrıs Cumhuriyeti makamlarını terkederek (Cumhurbaşkanı Yardımcılığı, Savunma Bakanlığı, Adalet Bakanlığı ve Tarım Bakanlığı) sırasıyla Geçici Türk Yönetimi, Otonom Kıbrıs Türk Yönetimi, Kıbrıs Türk Federe Devleti ve kktc adını alan yapılarda Türkiye devletine bağımlılığı artacak şekilde kendi halkından gittikçe uzaklaşmıştır.

 

1963-1967 arasındaki dönem özellikle Kıbrıslı Türklerin; TMT’nin fiili kontrolünde, askeri tabirle, sevk ve idaresinde bulundukları dönemdir. Kıbrıs Cumhuriyeti makamlarını elinde bulunduran Kıbrıslı Elen liderliği de baskı, tehdit ve öldürmelerle TMT’ye gereken desteği göstermekteydi. Bu tarihte Beyrut’ta başlayan “Toplumlararası Görüşmeler” günümüze dek çeşitli şekillerde değişikliğe uğrayarak devam etmektedir.

1967-1974 arasında ise barikatlar kaldırılmış ve Kıbrıs’ta bugün dahi olmayan bir refah ve rahatlık dönemi yaşanmıştır. Ancak artık sorun Sovyetler Birliği’nin etkisini ortadan kaldırmak üzerinden planlandığı için Türkiye ve Yunanistan arasında Kıbrıs paylaştırılarak NATO’yu bu sorundan kurtarmak esas olmuştur.

15 Temmuz Darbesi bu ortamda şekillenmiştir. Yasal yollardan adanın bölünmesi hedeflenmiş ancak yasal başkan Başpiskopos Makarios ölmediği ve darbe başarısız olduğu için fiili yollardan ada Türkiye ordusu tarafından ikiye bölünmüştür: 20 Temmuz 1974. O gün bu gündür Türkiye; Ordusu, Elçiliği ve Yardım Heyeti ile Kıbrıs’ın kuzeyini tamamen ve etkin kontrolünde bulundurmaktadır.

Kıbrıs Cumhuriyeti ise Makarios tarafından sadece Kıbrıslı Elenlerin devleti olarak kabul edilmiş, önceleri Enosis için kullanılacak bir yapı olarak planlansa da süreç içinde çeşitli neden-sonuç ilişkilerinin ortaya çıkması ile ayrı bağımsız bir Elen devleti olarak organize edilmiştir. Anayasa değişiklikleri ve “veto hakkı”nın ortadan kaldırılması girişimleri bu fikriyatın sonuçlarıdır.

Bir taraftan Kıbrıslı Türk liderliği Kıbrıs Cumhuriyeti makamlarını terk ederken diğer taraftan Kıbrıslı Elen liderliği bu makamlardan Kıbrıslı Türkleri dışlama ve devleti yasal bir şekilde elinde tutmanın yollarını aramıştır. 1 Mayıs 2004’te Kıbrıs Cumhuriyeti makamlarını elinde tutan işbirlikçi liderlik az da olsa sahip bulunduğu arta kalan yetkilerini AB kurumlarına devrederek Kıbrıslı Elen halkını temsil etmediğini kanıtlamıştır. Ekonomik krizin faturasını da emekçilerin haklarından talep etmeleri ve Troika’ya teslim olmaları bunun göstergesidir.

Diğer taraftan bu ülkede Kıbrıslı Türkleri de temsil eden hiçbir siyasi mekanizma bulunmamaktadır. kktc denen yapının bağımsızlık üzerinden yaşamasının maddi koşullarının bulunmaması yanında varlığının entegrasyona giden bir adım olarak görüldüğü de bir gerçektir.

Yıllarca Kıbrıslı Elen liderliğinin Kıbrıslı Türklerle ilgili paylaşımcı ve katılımcı bir tarihsel geçmişi varmışçasına Kıbrıs Cumhuriyeti’ne dönüşün açıktan propagandasını yapan kesimler AB Parlamento Seçimleri sürecinde Kıbrıslı Türklere oy kullandırmamak için yapılanlar karşısında keskin bir değişiklik yaparak politik bir analiz ve özeleştiri kaygısı gütmeden güneyde bulunan rejimi eleştirmektedirler. Türkçü ve milliyetçi kesimlerin bu söylemleri kullanması ile eski bir tartışma yeniden gündemde yerini almaktadır: “Rumlar bizi istemez”.

image2Kıbrıs sorunu Kıbrıs halklarının, yaşadıkları ülkede; söz, yetki, karar ve iktidar sorunudur. Barış, adamızda yaşayan bütün halklar için sadece güzel ve duygusal bir talep değildir. Kendi ülkemizde başkaları tarafında idare edilmemenin bir ön koşuludur. Yaratacağımız ülkede birlikte yaşamak ve birlikte söz sahibi olmak için ABD, AB, NATO ve taşeronları Türkiye ve Yunanistan’ın Kıbrıs üzerindeki planlarına ve Kıbrıslı Elen ve Kıbrıslı Türk liderliklerinin işbirlikçi ve kukla yapılarına karşı Kıbrıs halkları olarak birlikte direnmeliyiz. Ayrı bölgelerde ayrı mekanizmalarda söz sahibi, yetki sahibi olma şansımız bulunmuyor. Bu anlamda kendi işbirlikçilerimize ve Türkiye devletine karşı direnirken ortak mücadelenin zeminini sürekli aramalıyız. DRASy-Eylem böyle bir arayışın Kıbrıslı Elen liderliğini tedirgin ve rahatsız eden bir tezahürüdür. Halkların ortak çıkışları; işbirlikçileri de, taşeron devletleri de, emperyalistleri de rahatsız edecektir.

Rahatsızlık Kıbrıslı Türklerin oy kullanıp kullanmamasının ötesinde bir rahatsızlıktır. Bunun kuzeydeki etkileri oy kullanma üzerinden haberleştirilip Türkiye’nin politik kaygılarını ortadan kaldırmaya yönelik sisli açıklamalarla geçiştirilmeye çalışılırken güneydeki etkileri çok daha net ortaya çıkmış bulunmaktadır. Kıbrıslı Türk solunun dikkatlice değerlendirmesi ve analiz etmesi artık bir zorunluluktur.

Be the first to comment

Leave a Reply