SEN BU RESİMDE HANGİSİSİN? – Ali Doğanbay

Resmi gördünüz mü? AB polisi mültecileri Türkiye’ye getiriyor.  Aralarında Suriyeli, Afgan, Pakistanlı ve Bangladeşli olan mülteciler…  Onlardan korunmak için ise maske takıyorlar. Yüzlerindeki ifadeyse, belki leş kadar kokan bir çöp torbasını taşırken bile bürünmeyecekleri bişey. Nasıl korkunç bir yüzle, öyle, hemen yanı başında duran bir insana duyulan en uzak mesafenin, en uzak yolculuğun yolunu gidiyorlar. Hâlbuki hemen yanında değil mi? Değil mi ama, hemen yanında olup birbirine en uzak yolculuğu yaptıranların her türlü dokunmaya duyduğu öfke? Ve işte, birbirlerine en uzak yolculuğu yaptıranların demokrasi dediği, özgürlük dediği, insan hakları dediği şey maskedir. Avrupa dediğin maskedir! Çünkü canım kapitalizm, maskeden başka bişey değildir ve bazen bir resim koca bir tarihin de resmi olur.  Resme iyi bakın… Dokunmamanın tarihinden geliyorlar ve ‘iki üç insan birbiriyle oturup konuşmasın’ kimse kimseye ‘derdin nedir’ demesin istedikleri o yere götürüyorlar…

Bu resimde Suriyeliler yok, sen varsın, ben de varım, çoğunlukta olanlar var yani. Şimdi bu yolculuğu eyleyenlere bakınca, sana tuhaf gelebilir biliyorum ama, o koltuklarda Kıbrıslı Türkler’de var. Gidiyoruz, ‘neyin var kardeşim’ dememenin kulesine, gidiyoruz. ‘Bir sıkıntın mı var kardeşim’ diye sormamanın ülkesine, gidiyoruz işte… Bilmiyorum, belki de gitmiyoruz, hep uçuyoruz, ve havadayız. En uzak mesafenin, en uzak yolculuğu bu, insanın insana değil de insandan uzak bir yere ve içinde insan varmış gibi yaparak gittiği en insansız yol. Yeni değil ki… Sen de her keresinde barış diyenlerin ağzının içine düşmeden evvel bu resmin içine beş dakika düşsen ya? Onların sana vereceği barış, ancak budur işte, maskedir, ama maskesi olmaz ki barışın? Niye ki? Tuhaf mı geldi? Daha önce de öyle olmadı mı? Kıbrıs Tarihi, üzerinde Kıbrıslı Elenler ve Kıbrıslı Türkler, durmadan başkalarının maskesini yüzüne takıp, başkaları yüzüne maskeler taktırıp, onlara, hiç de onların olmadığı yolculuklar ettirmediler mi? Hem de “yoldaymış” gibi göstermediler mi? Uçuyor gibi, gidiyor gibi. Ve bu yolculuk esnasında yan yana oturduğu halde, birbirine komşu olduğu halde ve birbiriyle sabah kahvesi içtiği halde sonunda birbirimizden en uzak, ve birbirimize dokunmadığımız ve ama içinde sanki bizler varmışız gibi bir yere götürmediler mi? Hala gidiyoruz… Ve ömrümüz bir resmin kederli yalnızlığından gülümseyerek bakıyor bize. Hatıralarımızı hatırlamıyoruz bile artık, ancak iç çekiyoruz. Kabul edelim, bu yolculuk esnasında çok sümüklü bir halk yaptılar bizi ve evet bir tek dokunmamıza izin vermediler ama bil ki mendilleri çok sevdiler ve en çok mendil sattılar ve bu mendil işinden köşeyi döndüler. Kederimiz bile uzak bize.

Dünya ve etrafında dönen sermaye ve onun kudurmuş sahipleri ile bize, yani bütün bu dönüşün herhangi bir yerinde bile birbirimize dokunmayı asla caiz görmeyen ve hep kendi hanesine bol sıfırlı galibiyet yazanların yarattığı bu yolculuk yani işte, yeni değil ki… Öksürdüğünde, aksırdığında ya da ne zaman terlese sırtına havlu koymayı hep yoksulların cebinden, canından, kanından ve kavgasından ve dövüşünden alarak ilerleyen bu yolculuk, yeni değil ki… 7 milyar yıl ve dünyanın bulduğu en büyük icat (ve daha iyisi yok denilen) kapitalizmin geldiği yer burası. Buradayız… Hepimiz bu resmin içindeyiz… Ve şimdi hepimize burunlarımızı tıkayıp, maskelerimizi takarak bu yolculuğa ortak olmamızı istiyorlar… Çünkü yapacak başka bişeyleri yok, dokunmak en sevmedikleri kelime ve iki insanın yanak yanağa olduğu her yerden ve şeyden nefret ediyorlar ve tiksiniyorlar, bu yüzden yapacakları bişeyleri yok ve gerçekten bulabildikleri tek şey bu. Özgürlüğün çağında, demokrasinin kalesinde, ve artık köleliğin olmadığı bir dünyada, insanlar alınıp satılıyor, ve meta hem para hem meta, ki çoğu zaman para meta para, yani değişir tokuşur ve birbirinin kafasına vurdurup kırdırılabilir de istenirse yani, yalnızca yolculuk devam etmeli yani, ve durmamalı… Kölelik yok, kimse kimseye para vermedi almadı, küçücük çocukların sırtına bir etiket konulmadı ve aynı süpermarketlerdeki gibi Yunanistan’dan diiiit diye basılıp İzmir’e gönderilmedi. Kapitalizmden iyisi hala yok, çünkü iyi olan her şey öldürülmeli.  Bulabildikleri tek şey bu, evet, maske takmayı biliyorlar, konuşmuyorlar, yokmuşuz gibi duruyorlar, otururken bize hiç bakmıyorlar, ve yoksul varlığımızdan tiksiniyorlar. Çünkü sen de bilirsin, hiç tanımadığımız ve uzak yerden gelen herkes kokar… Pis kokar… Terlidir… Yıkanmazlar… Çünkü pis ve yoksul ve bize benzemeyen herkes kötüdür. Büyük ihtimalle babaları katil, hırsız, dolandırıcı olduğu için çocukları da hırsız, katil ve dolandırıcı olacaktır. Ve güzel ülkemizi bozan hep bu uzaktan gelen, insana benzeyen ama aslında insan olmayan, tanımadığımız, yabancı ve kötülerin yüzündedir. Ekonomiyi onlar bozarlar. İşsizliğimizin sebebi onlardır. Çünkü ter kokarlar ve dolar onlar ne zaman ter koksa yükselir. Ama hepimiz çocuk yapmak isteriz, ve hepimiz çocuğumuzu çok severiz. Bence ne zaman başkasının çocuğunu da en az kendi çocuğumuz kadar seversek, bu terler, bu pis kokular, bu maskeler, ve bu uçup uçmadığımızı gidip gitmediğimizi bile bilmediğimiz bu yolculuklar, bu katil ve hırsız, ve aynı zamanda çocuk katili, kadın katili, doğa katili olan,  katil ve hırsız kapitalizm bizi bir daha hiç uçuramayacak bu yolculuklarda…

Bu pis kokunun müsebbibi Suriyeliler değil. Afganlar, Pakistanlılar, Bangladeşliler değil. Hiçbir yoksul midesi değil. Kıbrıs’ta barış diye maskeledikleri ve araya sınır diye çizdikleri ayıbın müsebbibi de Kıbrıslı Elenler ile Kıbrıslı Türkler değil. Bu pis kokunun müsebbibi, hem insanlığa bir çöp bidonunu layık gören hem de utanmazca çöp bidonunun yanından geçerken maske takmayı uygarlık sayan ve onun en büyük buluşu(!) olan kapitalizmdir.

Ve yüzlerindeki çaresiz ifade ile, ki kimisi çaresizliğini göstermeye herhangi bir fotoğraf kamerası istemezken, ama zaten kimse çaresizliğinin nedeni ile uğraşmazken (çünkü kapitalizm sadece çeker ve satar ve kaç para ettiğine bakar) öyle duran insanlar… Ve hemen yanlarında, onlarla beraber bir fotoğraf karesinde bile bulunduğu için tiksinen, tiksindiği için eve döndüğünde çocuğunu nasıl saracağını bilmediğinden, belki de kafasında en hijyenik sabunu düşünürken resim olan, ve hem resimden hem de resmin içine arkadaş olduklarından nefret eden ve nefretine maske takan öbür insanlar… Doğu ya da Batı… Hristiyan ya da Müslüman… Adını sen koy… Bu, insanlığın yedi milyar sene sonunda vardığı yolculuğun sonu mu olacak yoksa başı mı? Eğer sonunu getirip yeniden yazmak istiyorsak ve bize reva görülen bir çöp tenekesi medeniyetini kabul etmiyorsak, maskelerimizi çıkarıp hemen yanı başımızda duran ve hiç tanıdık olmadığımız insanlara dokunmalı, sarılmalıyız…

Ali Doğanbay

Bağımsızlık Yolu