SERMAYE DOSTU ZİHNİYETTEN ÇOK SIKILDIK

ADL Özel

Eğitim alanındaki sorunların çözümü yönünde Eğitim Bakanlığı’nın bir türlü somut adım atmaması sebebiyle, Kıbrıs Türk Öğretmenler Sendikası’nın bir süredir devam ettirmekte olduğu grevler, destek bulduğu gibi, toplumun bir kesiminin de tepkisini çekebiliyor.

Elbette toplumun, tarafını her daim egemenlerden yana belirliyen bir kesimi de içinde barındırdığı gerçeğini göz önünde bulundurarak, süreçten en çok öğrencilerin eğitim hakkının zarar gördüğünü belirten ve eleştirilerini samimiyetle bu durum üzerinden yönlendiren kesimin de hassasiyetleri önemlidir.

Şu açıktır ki; bu sorunun iki farklı öznesi vardır.Sorunları çözebilecek yetkiyi elinde bulunduranlar, ve sorunun mağduru olanlar. Sorunları çözebilecek yetkiyi elinde bulundurmasına ragmen, bu yönde adım atmak yerine sendikaların direnme gücünü test etmeye çalışan bir zihniyete karşı, sorunların ve mağduriyetlerin giderilmesi için direniş örgütlemeye çalışan bir sendika söz konusu ise; özellikle bu ülkenin solda duran devrimcileri ve ilericileri, tarafını direnenden yana belirlemelidir. KTÖS’ün de ülkedeki her örgüt gibi eleştirilebilmesi gerektiğini savunurken, bu eleştirilerin, sorunları çözmeye yanaşmayan yöneticilerin pozisyonunu rahatlatmaması gerekir.

Eğitim bakanlığı bir yandan “öğretmen ihtiyacı yok” gerekçesiyle öğretmen akademisi’ne öğrenci kabul edilmesini engelleyen bir tavır alırken, öte yandan YDÜ’ye sınıf öğretmenliği bölümü için onay verebilmekte, böylece de niyetinin eğitimdeki sorunları çözmek yerine ticarethane mantığıyla eğitim alanını yozlaştırıp salt kâr peşinde koşan kurumları zengin etmek olduğunu ortaya koymaktadır.
Bugün gerek kıbrıs’ın güneyindeki sermaye kesimlerinin “grevler yasaklansın” talebi, gerek türkiye’deki işçilerin ölüm ve sefalet koşullarında çalışmasına yönelik hiçbir iyileştirme yapılmaksızın sendikalara karşı gösterilen saldırgan tutum (ya da sarı sendikalar aracılığı ile işçileri kontrol etmeye çalışma çabaları), gerekse de dünya genelinde herhangi bir türden emek hareketine karşılık sermaye kesimlerinin ve devletlerin geliştirdiği acımasız saldırılar, nasıl bir zihniyet ile karşı karşı olduğumuzun göstergesidir. Sendikaların kusurları bulunmakla birlikte, bugün bu çerçeveyi tamamen görmezden gelerek sanki dünyadaki krizin sorumlusu sermaye değil de sendikalarmışçasına tutum alanların tek niyeti, emeği daha da değersizleştirip küçük bir azınlığı daha da zengin etmekten başka bir şey değildir.

Bir yandan insanlardan gelen eleştirilerin dikkate alınması, diğer yandan sendika ile halkın ayni tarafta olduğunu –unutturmak isteyenlere rağmen- hatırlatmak için, KTÖS yönetiminden Besim Baysal’a süreçle ilgili görüşlerini, ve sendika olarak izlemeyi planladıkları yol ile ilgili düşüncelerini sorduk.
besim baysal

Besim Baysal:

“Kıbrıs Türk Öğretmenler Sendikası olarak özellikle son yıllarda toplumsal yaşamımızda ve iş hayatımızdaki en önemli çelişkilerden olan çalışan ve üreten emekçilerle çalışmadan hazır gelir elde etmek isteyenlerin arasındaki farkın ortaya konması gerektiğini düşünmekteyiz.
Kamuda oluşan yozlaşma ile çeşitli kademelerde vuku bulan ve her türlü fırsatı ve idari boşlukları kullanan bir çalışma/çalışmama anlayışı büyük bir sıkıntı yaratmaktadır. Sistem haline gelmiş bu yapının okullara ulaşmadığını söylemek doğru olmaz.Özellikle Göç Yasası ile göreve giren gençlerin çalışma ortamlarında karşılaştıkları bu çelişki gittikçe yayılmakta ve derinleşmektedir.Bir yandan Göç Yasası ile mücadele ederken diğer yandan da bu çelişkileri görmezden gelmek doğru olmaz.Bu yozlaşmaların önüne geçilmesi gerektiği açıktır.Örgütlü bulunduğumuz özellikle merkezdeki okullarımıza bulaşan bu yozlaşma yavaş yavaş her yere sirayet etmektedir.
Ülkemizin ve dünyamızın içinde bulunduğu koşullardan bağımsız olarak değerlendiremeyeceğimiz bu süreçlere iki açıdan bakılabilir; birincisi özelleştirme ve piyasalaştırma ki okullardaki karşılığı yarışmacı sınavlar, özel dersler ve dersane egemenliğidir, diğeri ise özelleştirmelere meşruluk kazandıran partizanlık ve kayırmacılık sistemi ki bunun karşılığı ise yönetim zaafiyetleri ve idari boşluklarla okullarda ortaya çıkmaktadır.
Şht. Ertuğrul İlkokulu’ndaki grev de en hafif tabirle bu sağlıksız yapılanmadan farklı düşünülmemelidir. Okul idaresinin iletişim kurmadan “ben yaparım olur” mantığı ile aldığı kararlar, okulda bir kaç yıldır devam eden adaletsiz ders dağılımı, öğretmen ve öğrencilerin isteklerine kulak tıkanması, öğretmenler yasasına uyulmaması, çalışan öğretmenlerin değerli görülmemesi ve dersane sistemine teslim olunması gibi nedenlerle çalışma ortamı bozuldu. Söylem olarak sorunların tespitinde ve çözümünde bizimle hemfikir olan Eğitim Bakanlığı irade koyarak çalışma düzenini yeniden sağlama noktasında karar alamaz durumdadır.Bakanlık, sendikamızla birlikte imza koyduğu protokole rağmen sorunu erteleyerek kangren haline gelmesine neden olmuştur.Öğrencilerin sağlıklı bir eğitim öğretim görmesi için zamanında karar alınamamasının yanında grev olmaması ve çalışma barışının yeniden oluşması için de hiçbir şey yapılmamıştır.
Okulda toplantı yapma, bakanlıkla görüşme, çözüm önerileri sunma, tarafları biraraya getirme, eylem yapma, boykot ve en son olarak da grev diye sıralayacağımız süreçle mücadele edilerek nitelikli eğitim, çalışma barışının tesisi, iletişim ve diyalog yaratılması ve programın eğitim bilimleri gözetilerek düzenlenmesi gibi taleplerin karşılanması istendi, istenmeye de devam ediliyor. Yaşadığımız süreç sonunda ancak okul idaresinin yerinin değiştirilerek bir diyalog başlatılabileceği ortadadır.Yapılacak çalışma ile önümüzdeki ders yılına yönelik olarak bu taleplerin garanti altına alınması gerekiyor.Aksi taktirde okuldaki çatışma ortamı sona ermeyecektir.Çalışma Bakanlığı devreye girerek bir “Uzlaştırma Kurulu” oluşturmuş bulunuyor.Sendikamız sorunun çözümü için her türlü diyaloga açıktır ve her şeye rağmen de bu toplantılardan bir sonuç beklemektedir.
Ülkemizde genel olarak kamudaki çalışma koşulları özel sektöre göre oldukça iyidir.Sistem de her türlü sendikal mücadeleyi fırsat haline getirerek özel sektödeki çalışanların karşıtı olarak kamu çalışanlarını ortaya atmaktadır.Sendikalaşmanın özel sektöre yaygınlaştırılması ve emekçilere iş garantisi sağlanması elzemdir.Ancak kamuda da çalışma koşullarında birçok sıkıntı mevcuttur.Yaşadığımız bu olayın bize gösterdiği en önemli bakış açısı bir iş yerinde çalışan ve çalışmayan emekçilerin farkının ortaya konması gerektiğidir.İdareci de olsa çalışmayan ve kötü örnek olarak çalışma ortamını bozanlara karşı da yasaların uygulatılması gerekmektedir.Ülkemizde gerekli ve yeterli yasal düzenleme mevcuttur. Partizanlık ve kayırmacılık artık son bulmalı, “yapanın yanına kar kalır” mantığı yokedilmeli özellikle eğitim ve sağlıktan başlayarak yozlaşmanın önüne geçilmelidir.”