“Soğuk Bir Hücreye Atıldım, ne Yemek ne de Su Verilmedi”

Sosyal medya hesabından yaptığı paylaşım nedeniyle ‘Devlete ve devlet büyüklerine hakaret ettiği’ gerekçesiyle tutuklanan Erdal Eryener’in serbest bırakıldıktan sonra yaptığı paylaşım, polisin ve devletin tavrını bir kez daha gözler önüne serdi.

2 araba dolusu polisin evine gelerek kendisini tutukladığını, evdeki bilgisayarına el konulduğunu anlatan Eryener’in iddiasına göre, böbrek hastası olması sebebiyle omuzunda bulunan katater ile soğuk bir hücreye atıldığını, ne yemek ne de su verilmedi.

Eryener’in açıklaması şu şekilde:

“İyi akşamlar sevgili arkadaşlarım.

Evet yine artık beraberiz. Çünkü kahraman polisimiz benim evimden her şeyi alıp götürdü. CD’lerimden, bilgisayar kasama kadar.

Sağ olsun arkadaşlarımın desteğiyle hepsini evime yeniden kurdum. Sözde bir haftaya kadar geri vereceklermiş. Tabii buda yalan.

Evet bildiğiniz gibi yazdıklarımdan dolayı (hiç de pişman değilim) geçen pazartesi evime iki araba dolusu polisle baskın yapıldı, tutuklandım ve önce Geçitkale polisinde ifademi aldılar sonra Mağusa karakoluna götürüldüm.
Ordan da 1-2 saat sonra Mağusa Hastanesi’ne götürüldüm.

Orada beni muayene edecek böbrek uzmanı doktor olmadığı için Lefkoşa Hastanesi’ne getirildim. Burada da bu konuda doktor yoktu, görevli hemşire ise bana bakarak ‘acil bir şeyi yok boşuna doktor çağırmayalım’ dedi polislere.

Tansiyonum ise 21-11 idi. Hapla iki kere düşürmeye çalıştılar ve meşhur hemşiremiz polislere ‘hastayı alıp götürebilirsiniz, taburcudur’ dedi ben bu haldeyken. Polis arkadaşlar ise ‘Erdal abi sana biz içerde sandalye veririz, oturursun, dinlenirsin. Seni biz bu halde hücreye zaten koyamayız’ dediler ve Mağusa polis merkezine geldik.

Orda karakol amiri bizi karşıladı, polisler hastanede olanları söylediler ve benim durumumu anlattılar. İnsanlıktan nasibini almamış karakol amiri ise bunu hücreye atın dedi. Polisler ise ‘efendim zaten aşağısı doludur, başka yer bulalım’ dediyse de, insanlıktan nasibini almamış karakol amiri ‘boşaltın bu hücrede kalacak’ diye emir verdi.

Beni getiren polislerimiz ise utanarak dışarı çıktılar. Amir denen adamın yüzüne bakıp ‘utanmazsın’ dedim ve beni aşağıya hücreye kapattılar.

Beton bir yatma yeri ve 2 battaniye. Ne yemek ne de su. Sabaha kadar beton üstünde oturdum. Omuzumda katater ve içimde bunun plastik borularıyla, soğuk ve acı içinde oturdum.

Beni hücreye kilitleyen polis bile ‘ne yapayım abi, bende emir kuluyum, birşey istersen söyle çekinme’ deyip gitti.
Sabah 11 kişiyle beraber arabaya hayvanlar gibi bindirildik, mahkemeye gittik ve hepimizi küçük bir odaya kilitlediler.

Ne tuhaf ki benim özellikle mesai bitimine kadar davama bakmadılar. 5 saat odada kapalı kaldım ve huzurlarına çıktım.

Aynı suçlamalar; ‘Devlete ve devlet büyüklerine hakaret’ etmişim. Bende ‘evet’ dedim.

‘Yanlış bir şey yapmadım ki’ diyerek omzumu açıp katateri gösterdim. ‘İşte’ dedim, ‘sizin öğündüğünüz KKTC bana sahip çıkmadı ama bana Kıbrıs Cumhuriyeti sahip çıktı ve hayatımı kurtardı’ dedim.

Beni kale bile almadılar, 3000 TL derhal ve 75 bin TL’lik kefil istediler.

Beni korona testi için tekrar Mağusa Hastanesi’ne götürdüler ellerim kelepçeli olarak. Testen sonra yine beni hücreye attılar çünkü cezaevine gideceğim için test sonuçları için 24 saat beklemem gerekirmiş.

Sabah 10’dan sonra beni hücreden çıkartıp yukarı aldılar. Aynı amirle göz göze geldim. Ona has…tir diyebildim sadece. Bizleri yine arabaya doldurdular ve Lefkoşa cezaevine gönderdiler.

Orda mescit koğuşuna yerleştirildim. Avlusu olmayan ve içerisinde 40 civarı kişiyle beraber kaldım. Mahkumlar yer olmadığı için pislik içinde ve yerlere atılan şiltelerde uyumaya çalışırlardı, insanlığımdan utandım.

Ortada bir yemek masası ve 6 sandalye, mahkumlar sıra ile oturup yemek yerlerdi.

Bana çok sahip çıktılar sağ olsunlar. Çok insanla konuştum ve en küçük cam kırma olayında bile insanları içeri attıklarını gördüm.

Bir gün sonra ben çıktım, özgürdüm ama inanın arkamda kalanlar için çok üzgünüm.

İnsanlar boşu boşuna içerde resmen devlet eliyle işkenceye maruz kaldılar. Beni alkışlarla uğurlarlarken bana ‘dayı lütfen bizi de yaz’ dediler ne koşullarda olduğumuzu, ben de yazdım”