SON 10 YILA KISA BİR BAKIŞ – ALİ ŞAHİN

Hayatta zamansal akış hızı aynı olmasına rağmen politik gelişmelerin hızının takibi zorlaştığı, tarihin not defterine düşülen gelişmelerin sayısının farklı olduğu ve buna bağlı olarak durgun ya da hızlı vb. isimlerle adlandırılmış dönemler vardır. Bu dönemleri birbirinden ayıran şey salt ortaya çıkmış farklı örnekler değil, bu farklılıkların sonraki dönemlere bıraktığı etkilerdir. Yaşanılan farklı deneyimler, mevzu bahis toplumların tarihsel sürecinde politik eşik atlamalar olarak da nitelendirilebilir.

İşte 2003/4’lerden başlatarak günümüze kadar getirebileceğimiz bu 10 yıllık dönem de Kıbrıslı Türkler açısından tarihe not düşülen birçok önemli gelişmeyi barındırıyor.

Barış ateşleri, kitlesel mitingler, Annan Planı gibi gelişmelerle 30 yılda biriken öfke açığı çıkıyor ve yıllardır cılız kalan Kıbrıs’ta barış mücadelesi 2003’lerden itibaren Kıbrıs’ın kuzeyinde özneleri çeşitlenen bir seyirde kitleselleşiyordu. 2003’te sınır kapılarının açılmasıyla iki halk 29 yıl sonra yeniden karşılaşıyor birbiriyle hiç temasta bulunmamış nesiller fiili etkileşime giriyordu. Barış için yakalanan bu ılımlı hava Kıbrıslı Türk toplumu içerisindeki barış güçlerini günden güne genişletti. Fakat bu genişleme hem Kıbrıs’ta hem de emperyalizmin Kıbrıs’a dair taktiklerinde yaşanan değişikliklere paralel olarak yıllarca sol örgütlerin öncülüğünü yaptığı barış mücadelesini farklı bir kulvara sokuyor, liberal aromalarla beslenen politik ortamın tadı farklılaşıyordu. Bu süreç Annan Planı’nın malum sonucu ile kısmen duruldu.

Annan Planı döneminde yaşanan barış dalgasını arkasına alan CTP 90’ların ilk yarısında yaşadığı küçük ortak iktidar döneminden sonra ilk defa büyük ortak olarak hükümet olma imkanı yakaladı.  Dönemin havasına uygun bir şekilde sol görünümlü hükümetin politikaları da neo-liberalizmle iç içe geçti. Bu durum tarihsel bir moment olarak bir kenara not düşülebilir. Çünkü doğru veya yanlış, yıllarca egemenler karşısında bulunan Kıbrıslı Türk muhalefetinin en büyük bileşeni olan CTP, hükümetin büyük ortağı olarak emekçiler aleyhine kararlara imza atıyordu. Sosyal Güven(siz)lik Yasası’nı geçirerek hakları buduyor, buna sesini yükselten kesimlerin üstüne çevik kuvveti salıyor, Göç Yasası’nı gündeme sokuyor, doğanın katline sebep olacağı aşikar olmasına rağmen  Karpaz’a elektrik götürüyor vb. uygulamalar.İşte bu durum ezber bozucuydu ve CTP dışındaki  sol muhalefeti o güne kadar ki çeperi genişletmeye zorluyordu.  Böyle de oldu. Uzun bir aradan sonra tek bir yapı ve CTP kadar kitlesel olmasa da CTP dışında parçalı bir sol alternatif yaratıldı. Yaşanan ayrışma 2008 yılında gittikçe şiddetlendi ve tarihte ilk defa hükümet güdümlü 1 Mayıs kutlamalarına karşı alternatif 1 Mayıs mitingi gerçekleşti ve bu ayrışma 1 Eylül Barış Günü mitingine de taşındı. Hükümetin “Ankara” karşısındaki itaatkar tavrı öfkeyi git gide yükseltiyor muhalif sözün daha doğrudan bir şekilde Ankara ve AKP’yi karşısına almasını da beraberinde getiriyordu. Polis sınavlarında yaşanan usulsüzlükler artık TC Elçiliği önünde eylemler yapılmasıyla sonuçlandı. AKP Kıbrıs’taki dini faaliyetlerini de arttırıyordu. Kuran kursları ve benzeri dayatmalara karşı dönemin başbakanı Ferdi S. Soyer; “ha tenis kursu ha Kuran kursu” demekle yetinmişti. Yaşananlar Ankara ve Kıbrıslı Türkler arasındaki mücadeleyi daha da belirginleştirdi. Elçiliğin verdiği talimatla Elçilik binasının karşısında eylem yapmak resmi olmayan bir şekilde yasaklandı. O günden bugüne polis kktc meclisinden çok  TC Elçiliği’ni korumak için çaba sarf ediyor.İşte böyle bir güzergahta ilerleyen CTP-BG hükümetinin icraatları hem sol içinde yeni seslerin ağırlığını arttırıyor hem de büyük güç kaybeden sağın yeniden toparlanmasına zemin sağlıyordu. Böylece rahatça görülen şey oldu ve 2009’yılındaki seçimlerde UBP tek başına iktidara gelerek bir “karabasan” gibi halkın üzerine çöktü.

Tek başına hükümet olan UBP kendisinden beklenen bir şekilde CTP’nin yarım bıraktığı işi hallederek, yani Göç Yasası’nı meclisten geçirerek icraata geçti. Yasanın geçmesini önleyemese de Göç Yasası’na karşı girişilen eylemler Kıbrıslı Türk halkı açısından bir eşik atlamayı daha işaret ediyordu. Elçiliğin bulunduğu caddeye barikat kuran polis 28 Ekim ve 23 Kasım tarihinde gerçekleştirilen eylemlerde karşısında tahmin etmediği bir kitle buldu. O kitle iki eylemde de polis barikatını yıkarak geçti. 23 Kasım eyleminde Kıbrıs’ta bir olacak şekilde biber gazı kullandı. Bu eylemlerin kazanımı kitlelerin gitgide radikalleşen politik tavrıydı. Halk muhalefeti daha kitlesel bir şekilde mücadele yörüngesini AKP’ye çeviriyordu. 2010 yılında faşistlerin 20 Temmuz’da gerçekleştirmeye başladığı Şafak Nöbeti etkinliklerine karşı günümüze kadar süren ve “Tatil Bitti Ayşe Evine” 14 Ağustos etkinlikleri düzenlenmeye başlandı. Daha sonraki dönemde KTHY hükümet tarafından kapatıldı ve sokağa atılan yüzlerce çalışan aylarca sürecek bir mücadele içerisine girdi. Dönemin başbakanı İrsen Küçük eylem yapan çalışanları “terörist” diye nitelendirdi.

2011 yılı ise Kıbrıslı Türkler açısından mücadelenin daha da çetinleştiği bir yıl oldu. Ankara’nın dayatma ekonomik paketlerine karşı Sendikal Platform’un çağrısıyla mitingler düzenlendi. Bu mitingler açılan Ankara karşıtı pankartlarla bir kırılmayı işaret ediyordu. Bu mitingler Tayyip Erdoğan’ı deyim yerindeyse adete çıldırtmıştı. Kıbrıslı Türklere “besleme” diye hakaretler yağdırıyor, TC’nin adadaki varlığını “stratejik çıkarlarım var” diyerek açıklıyor ve adeta gerçeği itiraf ediyordu. Aynı yılın 19 Temmuz’unda adaya gelen Erdoğan, sanki bir çıkarma yapıyordu. Bu gelişi protesto etmek isteyen insanlar bu güne kadar hiç olmamış polis şiddetine maruz kaldı. İnsanlar tutuklandı ve haklarında polisi darp etmekten dava açıldı. Trajikomik bir hal alan davalar halen sürüyor.

Daha sonra ise Lefkoşa Türk Belediye’sinde yaşananlar ülke gündemine damgasını vurdu. UBP/DP karışımı başkan Cemal Bulutoğluları döneminde batırılan belediye işçilerin ödenemediği bir döneme girdi. Yaptıkları grevlerde halkın desteğini de alan çalışanlar Tüm Lefkoşa’yı 2013 Nisan’ında ara seçimlerin yapılacağı seçime kadar bir eylem yerine çevirdi. Polis’le karşı karşıya gelmekten tutun da UBP binalarını basmaya kadar hiç yaşanmamış bir eylem pratiği sergiliyordu belediye işçileri.

Lefkoşa Türk Belediyesi’nde yaşanan krizden sonra Lefkoşa’ya özel bir belediye seçimi gerçekleşti. Nisan 2013’te yaşanan bu erken seçimden bu yana ise gerek genel gerekse de yerel seçimler olmak üzere Ankara’nın Kıbrıslı Türkler üzerindeki tahakkümüne karşı sol siyasetler yer yer ittifak yer yer ise ayrı ayrı yürüyerek bir yükselişe geçti. Bugün Lefkoşa Türk Belediyesi sol bir ittifak tarafından kazanılmış durumda.

Tüm bu gelişmelerin yanında da Kıbrıs’ın güney kıyılarında bulunan doğal gaz rezervleri Kıbrıs sorununa dair gelişmleri oldukça hızlandardı. Fakat bu sürecin nasıl bir seyir izleyeceği belirsizliğini koruyor.

Bugün görüldüğü üzere geçtiğimiz son 10 yıl, Kıbrıslı Türkler açısından birçok politik ilki barındırıyor. Önümüzdeki siyasi sürecin nasıl bir yöne doğru evirileceği, tarihi yazmaktan çok tarihi yapmakla ilgilenenlerin bu 10 yılın ortaya çıkardığı dinamikleri anlamasıyla doğrudan ilintili. Çünkü yarının gidişatı bugün hangi yolların açıldığına, bugün ise inkar edilemez bir şekilde düne bağlı.

Be the first to comment

Leave a Reply