SUÇU HAMİLE KALMAK MI?-MUSTAFA BATAK

O gece televizyonda seyrettiği sahne ona, bir süredir vücudunda hissettiği tuhaf  değişimin ve bir süredir yaşadığı duygusal bulanıklığın nedenini açıklıyordu sanki…
Tıpkı filmde de olduğu gibi, hiç vakit kaybetmeyerek, 
ertesi gün öğle arasında eczaneye giderek hamilelik testi yaptırmıştı.
Testin sonucu ona yakında bir çocuğu olacağını söylüyordu… 

Eczacı bu güzel haber sonrası onu kutlarken, kendisi donup kalmıştı adeta… İlk anda aklına güzel günlerin aksine, uzun vadeli borçları, ancak eşiyle kendine yetebilen maaşı ve her ay ödediği faturalar gelmişti…
Düşünüyordu… Daha kendi geleceğini hayal edemezken, yeni doğacak bir insane,
kendi çocuğuna, nasıl güzel bir gelecek sunabilirdi?

Bunları düşünürken kendini çalıştığı ofiste bulmuş ve farkına vardığı an dalgınlığının nedenini patronuna açıklıyordu.
Hamile olduğunu duyan patron, önce lütfederek; ‘’Hayırlı olsun’’ dedi…
Ve ekledi, ‘’yakında büyük bir ihaleye giriyoruz… Buralarda olman lazım. İzin süren dahilinde de
burada çalışırsan, ikimiz de üzülmeyiz. Fena mı! Zaten, sigortanın yanında benden de maaş alacağın için para dedi biriktirirsin’’ dedi… Ve gitti…

Gün oldukça zor başlamıştı onun için. Bir an önce akşam olmasını ve eşine her şeyi anlatmayı beklemeliydi. Beklemek de diğer bir taraftan işine gelmiyor değil hani. Çünkü nasıl bir tepkiyle karşılaşacağını bilmiyordu…

Vakit geçmiş ve artık akşam olmuştu. Eve gelip, yemeği hazırlayıp yemiştiler bile… Sofradan kalkmadan konuyu açıp, önce hamile olduğunu, sonra kendisine yapılan teklife sıcak baktığını, daha sonra ise çalışmasına rağmen zorlanacaklarsa çocuğu aldırmaya razı olduğunu bir çırpıda anlatmak istiyordu…
Öyle de oldu…
Önce kendisi gibi donup kaldı eşi…
Sonra tüm mahalleyi ayağa kaldıracakmışçasına bir çığlakla kalkıp boynuna sarıldı… Yaşanan coşku, bir müddet sonra yerini, altı dolu planlamalara, gelecek adına ekonomik tedbirlere bırakmıştı… Hatta yasal izin süresi boyunca çalışmasına önce karşı çıksa da, yaşanılacak sıkıntıları bir nebze olsun önlemek adına –eşinin de ısrarlarıyla- ikna olmuştu…
Zaman hızla geçmişti. Akrep yelkovanı, yelkovan akrebi kovaladı derken karnı burnuna dayanmıştı. Artık son bir ay kalmıştı doğuma. Artık hem çalışıyor hem de alacağı maaşla anlaştıkları hastanenin vizite ücretini ödemeyi planlıyorlardı. Yapılan onca kısıtlamalara ve girilen onca borca rağmen, Devlet Hastanesinde doğumu seçmemek zor, ve durumları gereği önemli bir karardı onlar için…
Son günlerinde işler arttıkça, sancılar da bir o kadar artıyor ve daha fazla dayanamayarak iznini kullanarak evine istirahate geçiyordu…
Bir çırpıda geçen zaman ve artık son hazırlıklarla doğum günü gelip çatmıştı… Gergin geçen bekleyiş kısa bir sürenin ardından yerini sevinç göz yaşlarına, yakılan ilk puroya bıkakmıştı. Çünkü artık aralarına Deniz adını verdikleri bebek de katılmıştı. Uykusuz, telaşlı, haliyle biraz da panikle geçen ilk üç günün ardından çalan telefonlar, ziyarete gelen akraba ve aile dostları, yaşadıkları tüm sıkıntıların geçici olduğunu, sahip oldukları güzelliğin zamanla farkına varacaklarını anlatıyordu onlara…

Ancak yaklaşık 4 yıldır her mesai saatinde birlikte olduğu, ketum olsalar da ara ara dertleşip sohbet ettiği, sadece işveren-çalışan ilişkisi üzerinden muhabbet kurmadığı birinden, yani patronundan herhangi bir telefon gelmemişti… Buna rağmen kendisi aramayı tercih etti. Hem yaşadığı hissi paylaşması hem de mutluluğuna ortak olması adına samimi konuşmayı tercih etse de, karşısında, sert,  nahoş bir üslup bulmuştu. Ayrıca işden, şirketin yoğun olduğu günlerde izne çıktığını ima ederek,  (fakat kılıfına uydurup) şirket küçülmeye gidiyor klişesiyle durdurulduğunu öğrenmişti…
Bu onu yıkmıştı… Umduğu ve bulduğu muamele onu çok şaşırtmış ve sinirine yenik düşerek ağlamaya başlamıştı…

Ancak bu dahi artık onun için fazlaydı…
Çünkü çocuk ağluyordu ve gidip ona bakmalıydı…
***

Anlatılan hikaye yaşadığımız hayatın ta kendisidir. Yaşanan hadiseyi ister duygusal, ister sınıfsal temelden okuyun. Farkeden hiçbir şey olmayacaktır. Çünkü duygusal olarak okuyan kişi muhtemelen, patrona öfke duyacaktır ve onun kim olduğunu ya da acaba kendisinin böyle bir işvereni olabilirmiyi düşünecektir. Ancak böyle işverenleri çok uzaklarda aramaya gerek yok. Çünkü yaşadığımız koşullar, kapitalizm  koşullarıdır ve kapitalizm sermayedarlara böyle davramasını emreder. Sermayedarlar ise ancak böyle davranarak servetine servet katabilmektedirler…

Ha eğer sınıfsal temelden okuyacaksak, hiç şüphesiz akla Özel Sektörde Sendika gelmiştir. Sendikalı çalışanların yaşadığı güvenceyi ve kazandığı hakları düşündüğümüzde, bırakın kadının işten durdurulmasını, yapılan, ‘’yasal izin süresi dahilinde’’ çalışması teklifini dahi göze alamazlardı.

Hikayenin kendisi bir değil birçok şeyi anlatıyor…
Ancak bu hikayeyi bugün, birçok insan yaşıyor ve öyle görünüyor ki, yaşamaya devam edecektir. İşte tam da bu nedenle, içimize atarak dert ettiğimiz tüm sıkıntılarımızı sokağa haykırmalıyız… Çünkü ancak, sokakta Sendikasız Çalıştırılmak Yasaklansın şiarını klavuz edinerek yürüyenler bizleri duyacaktır.
Ancak onlar sizi dinleyecek ve sizinle birlikte bu düzeni yıkmak için mücadele edecektir…

Mustafa Batak
Baraka Kültür Merkezi Aktivisti

Be the first to comment

Leave a Reply