TARİH BİLMEDEN TARİH DERSİ VERMEYE ÇALIŞMAK: EDİZ TUNCEL’E CEVAP – CELAL ÖZKIZAN

Ediz Tuncel, kelimenin en nazik tabiriyle “iddialı” bir yazı kaleme aldı detaykıbrıs adlı internet sitesi için. Yazının başlığı “Alın size “Akıncılı” bir tarih dersi…” idi. “En nazik tabirle iddialı” diyoruz çünkü tarih bilgisinden ve tarihsel perspektiften bu denli yoksun bir yaklaşımın böylesi “özgüvenli” bir tavırla ortaya konması ciddi anlamda sıkıntılı. Yazı, eğer pek çok kişi tarafından okunup paylaşılmasaydı, cevap verilmeye çaba harcanmayacak denli zayıf tarih bilgisiyle dolu olduğundan ciddiye alınmayabilirdi. Daha da önemlisi, bu yazının Kıbrıslı Türkleri sözde savunur gibi görünüp aslında bizzat Kıbrıslı Türklerin varoluş mücadelesine ve Kıbrıs’ta yaşayan tüm insanların özgürlük eşitlik ve kardeşlik mücadelesine zarar vermesinden dolayı, yazı bir cevabı hak ediyor.

Cevap kısmına geçmeden önce yazının orijinalini paylaşalım : http://detaykibris.com/alin-size-akincili-bir-tarih-dersi.html

Ayrıca, Ediz Tuncel’in, bu cevap yazısına, yine bu sayfalarda cevap yazma hakkı da vardır ve eğer bir cevap yazmak istiyorsa, tartışma etiği gereği, kendisinin cevabı ankaradegillefkosa sitesinde aynen yayınlanacaktır.

***

Tarihsel açıdan, yazının neresinden tutsak elimizde kalacağından, bazı kısımları ayrı ayrı ele alarak cevap vermeye çalışalım. Elbette yazının bütünü bir cevaba muhtaç olmakla birlikte, biz sadece bizler açısından en önemli olan çarpıtmalara değineceğiz.

***

Her şeyden önce, Osmanlı’nın adayı işgaliyle birlikte, Osmanlı’nın klasik iskan politikası sonucu Kıbrıs’a gönderilen nüfusun tamamı “has Türkmen kökenli insanlar” değildir. Bu konuda yapılmış çok sayıda çalışmaya biraz göz gezdirilse, bu yanlış tarih bilgisi kolayca doğrulanabilir. Bırakın “has Türkmen kökenli” olmayı, Osmanlı’dan Kıbrıs’a gönderilenler arasında Ermeniler ve Rumlar da vardı. Elbette gönderilenlerden çoğunu Müslüman/Türkmen aile ve kişiler oluşturuyordu ancak zaten esas meselenin, gönderilenin “etnik” ya da “dini” kökeninden ziyade, “sınıfsal” konumu olduğunu birazdan ayrıntısıyla dile getireceğiz.

Bunlar, en genel olarak tarih bilgisi yanlışlarıdır sadece. Ediz Tuncel’in yazısının sorunu bunun da ötesinde geçmekte, aynı zamanda tarihsel bir bakış açısına sahip olamamakta, yani örneğin gayet modern bir kavram ve oluşum olan “milliyet” meselesini modern öncesi zamanları (mesela Osmanlı’yı) açıklamak için kullanmaktadır. Aynı şekilde, tarihi sınıf mücadelesi ve ezen-ezilen ilişkisi/çelişkisi dinamiği çerçevesinde görmek yerine, dar bir “milletler arası mücadele” olarak görmektedir ki işin en sorunlu yanı da budur.

Ediz Tuncel’in bir diğer iddiası, Osmanlı döneminde “Kıbrıs Türkü”nün “toprağında ürettiği her ürünün bedelini, elde ettiği kazancını çatır çatır Osmanlı’ya” ödediği “ve ekonomik olarak devlet tarafından sömürüldüğü”; öte yandan “Rumların ticaret yaparak ve bir kuruş da vergi ödemeyerek Osmanlı tarafından zenginleştirildiği” yönündedir. Bu iddia, tarihin en tartışmasız bilgilerini bile yok saymaktadır. Her şeyden önce, Osmanlı döneminde Kıbrıs’ta toplumsal yapı “Türkler ve Rumlar” olarak değil, “Müslümanlar” ve “Ortodokslar” temelinde örgütlenmekteydi.  İkincisi, “Türkler tarımla uğraşıyor, Rumlar ticaret yapıyor” ayrımının hiçbir tarihsel dayanağı yok. Ada nüfusunun çok büyük bir çoğunluğu –ki bunlar hem Ortodokslar hem de Müslümanlardı- köylüydü ve tarımsal üretimle uğraşıyorlardı. Elbette bu üretim özgür ve genel refaha yol açar bir biçimde değil gerek Osmanlı’nın gerekse de Kilise’nin ağır baskı ve sömürüsü eşliğinde gerçekleşiyordu. Yani Ediz Tuncel’in anlattığı gibi ortada “zengin Rumlar ve fakir Türkler” değil, işbirliği yapan Osmanlı ve Kilise yönetimi ile, sömürülen ve baskılanan Müslüman ve Ortodoks köylüler vardı. Ediz Tuncel tarihi bilgileri böylesine çarptırdığı için, örneğin bize, askeri-bürokratik Müslüman yöneticilerinden oluşan Osmanlı’nın Kıbrıs’taki yönetimi ile Ortodoks olan Kilise’nin birlikte Müslüman ve Ortodoks köylülere karşı giriştiği sayısız işbirliğini, Osmanlı’nın Kilise’ye sağladığı başta vergi toplama ve mülk edinme yetkisi olmak üzere sayısız imtiyazı açıklayamaz. Yine aynı şekilde Ediz Tuncel bize, Müslüman ve Ortodoks köylülerin birlik olarak Osmanlı’ya ve Kilise’ye karşı gerçekleştirdikleri başta meşhur Gavur İmam İsyanı olmak üzere çeşitli isyanları açıklayamaz. Ediz Tuncel’in Osmanlı tarihine bakışı, “ezenler-ezilenler” çerçevesinde, yani feodal yöneticiler ile köylüler arasındaki çelişki çerçevesinde değil de altı boş bir “Rumlar-Türkler” çerçevesinde olduğundan, bize nasıl olur da lüks ve refah içinde yaşayarak işbirliği yapan Müslüman/Türk Osmanlı yöneticileri ile Ortodoks Kilisesi yöneticilerinin varlığını; bunların karşısındaysa sefalet, baskı ve sömürü altında yaşayan Ortodoks ve Müslüman köylülerin varlığını açıklayamaz ! Ediz Tuncel’in sözünü ettiği “ticaret yapan Rumlar” ise Ortodoks halk içinde çok küçük bir azınlıktı, ve bu azınlık, Kilise ve Osmanlı yönetimi ile işbirliği içinde, yine Ortodoks ve Müslüman köylülere karşı egemenlik sürüyorlardı. Osmanlı’nın neden bu küçük azınlığın özgürce ticaret yapabilmesine olanak tanıdığına ise, yazıyı uzatmamak adına burda girmeyelim.

Ediz Tuncel, yazının ilerleyen bölümlerinde, Kıbrıslı Türklerin, 1878’de adayı Osmanlı’dan kiralayan ve 1914’te tamamen işgal eden Britanya’ya karşı direndiklerini söylüyor. Ediz Tuncel, yukarda da belirtildiği gibi, meseleye sınıfsal bir çerçeveden değil de “Rumlar-Türkler” gibi bir çerçeveden baktığından, Kıbrıs’taki Britanya yönetimi esnasında Britanya’ya biat eden, yağ çeken, kul olan Müslüman yöneticilerin varlığını elbette bizden gizlemek zorunda kalıyor. 1900’lü yılların ilk kısmında, uzunca yıllar Kıbrıs’taki Müslüman toplumunun liderliğini tutan Münir Bey’e İngiliz Sömürge İdaresi’ne hizmetlerinden dolayı “Sir” payesi verilmesi ya da 1948’de Kıbrıslı Türk milliyetçi liderliği tarafından organize edilen mitingin ana sloganı ve talebinin “Muhtariyet esaret, ENOSİS ölüm; adil İngiliz İdaresi’nin devamını iseriz” olması, Ediz Tuncel’in çizdiği “Britanya mandasına direnen Türkler” resminin neresine sığacaktır acaba ? 1914’te Britanya’nın adayı tamamen işgal etmesi sonrasında, Kıbrıs’ın Müslüman bürokrat/yönetici sınıfı, Britanya Sömürgeler Bakanlığı’na şu mesajı göndermiştir : “Bütün sadakatimizle Kıbrıs Müslümanlarının İngiliz İmparatorluğu ile bütünleşerek, güvence altına alınmalarını rica ediyoruz. Bu ricamızın reddedilmeyeceğine inanıyoruz, çünkü ada Müslümanları İngiliz İmparatorluğuna sadık olduklarını, 1878’den beri kanıtladılar.” 1935 yılında adadaki Britanya valisi Palmer ise, aynen şöyle demektedir : “Yarım yüzyıllık süre boyunca anayasayı uygulayabilmemiz, Türklerin bize olan sadakati ile mümkün olmuştur.”

Ediz Tuncel, yine meseleye sınıfsal bir çerçevede bakmadığından, bize 1930’larda ENOSİS isteyen Rumlar ve onlara karşı “hop dedik, biz de buradayız, burası bizim de vatan toprağımızdır, Anadolu’nun bir parçasıdır, Kıbrıs’ı size yedirmeyiz” diyen Türkler gibi bir çerçeve çizmektedir. Bu çerçeve bize, Ediz Tuncel’in sözünü ettiği yıllarda Kıbrıslı Elenlerin -1926’da- oluşturduğu Kıbrıs Komünist Partisi’nin nasıl olur da ENOSİS’e karşı direndiğini, Kilise’nin ve oluşmakta olan Kıbrıslı Elen burjvazisinin düzenlediği ENOSİS niyetli mitinglere karşı eylemler düzenlediğini, hatta Kıbrıs Komünist Partisi’nin, Yunan Ulusal günü kutlamasına karşı gösteriler yaptığını ve bu parti üyelerinin Limasol’da Yunan bayrağını indirerek yerine Bolşevik bayrağı çektilerini, Limasol’da ve Lefkoşa’da ENOSİS’çi toplantıları dağıtmaya çalıştıklarını açıklayamaz. Yine Ediz Tuncel’in iddia ettiği “Kıbrıs Anadolu’nun bir parçasıdır diyen Türkler”in yönetici sınıfının, nasıl olur da adadaki Britanya varlığını desteklediklerini Ediz Tuncel bize açıklamalıdır. Ediz Tuncel’in açıklaması gereken bir diğer şey ise, örneğin Bodamya köyünde birlikte kardeşçe yaşayan Kıbrıslı Türklerin ve Kıbrıslı Elenlerin, “bizim köyümüze milliyetçilik giremez” diyerek hem ENOSİS’e hem de TAKSİM’e karşı silahlanıp birlikte direnmelerinin arkasında yatan tarihsel gerçeklerdir.

Ediz Tuncel, Kıbrıs Cumhuriyeti sürecine dair ise “1960’larda Rumlarla birlikte kurduğu devletin daha kuruluş anlaşmalarının imzalarının mürekkepleri bile kurumadan anasının, Rumların, İngilizlerin ve Amerikalıların ustaca kotardığı tezgahlarla korkunç bir kaosa itildiğini çaresizce gören ve 11 yıl süren bu tezgah”a maruz kalanlardır Kıbrıslı Türkler diyor. Hikayeye bakar mısınız ! 1960 nüfus sayımına göre Kıbrıslı Türklerin nüfusu 100 bin civarıydı, ve bu fantastik hikayeye göre, ABD, Türkiye, Britanya ve Kıbrıslı Elenler, yani nerdeyse “yedi düvel”, işi gücü bırakıp bu 100 bin kişiye tezgah kurmuştu ! Asıl ilginci, Kıbrıslı Elenlerle bir olup Kıbrıslı Türklere tezgah kurduğu iddia edilen ABD’nin, nasıl olur da yıllar boyunca Kıbrıslı Elenlerin o zamanki liderliğini tutan Makarios’u devirmeye çalıştığını, hatta bunun için Makarios’a karşı birden çok kez suikast girişiminde bulunduğunu Ediz Tuncel bize nasıl açıklayacak acaba ? Yine aynı şekilde, “başlarına örülen tezgahtan habersiz olduğu” iddia edilen Kıbrıslı Türklerin milliyetçi liderliğinin (ki başını Denktaş çekiyordu), nasıl olur da Kıbrıs Cumhuriyeti’nin daha mürekkebi kurumadan ayrılıkçı planlar tezgahladığı bize nasıl açıklanacak ? Gerek Kıbrıslı Elen milliyetçiler gerek Kıbrıslı Türk milliyetçiler Kıbrıs Cumhuriyeti kurulur kurulmaz el birliği etmişçesine bu adayı biz Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Elenlere zehir etmeye and etmişlerken, “milliyetçiler arasında ‘bizimkileri’ kayırma telaşı” nerden geliyor Ediz Tuncel’in ?

Ediz Tuncel Kıbrıs Cumhuriyeti süreci ile ilgili bir başka değerlendirmesinde de şöyle diyor : “1963de anasının 186 sayılı BM kararına imza atıp da Rum tarafını Kıbrıs Cumhuriyeti’nin resmi temsilcisi olarak tanıdığını, kendisini ise “isyancı, ayrılıkçı” sandalyesine oturttuğunu görendir Kıbrıs Türkü…” Bu konuyla ilgili çeşitli boyutlardan açıklamalar yapılabilir ancak Ediz Tuncel’e sormak gerekir; ısrarla masumlaştırmaya çalıştığı dönemin Kıbrıslı Türk milliyetçi liderliğinin bizzat Kıbrıs Cumhuriyeti’nden çekildiğini, hem de bunu dönemin Türkiye başbakanı İnönü’nün aksi yöndeki mektubuna rağmen gerçekleştirdiğini bize neden anlatmıyor ?

***

Cevabı verilecek birkaç şey daha olmakla birlikte burada duralım. Son olarak şunu söyleyelim : Yazıyı okuyanlar görecektir ki, tuhaf bir biçimde Ediz Tuncel, sürekli olarak “yıllar boyunca anavatanı için her şeyi yapmış, anavatanı için yeri gelince ölmüş, anavatanının Kıbrıs’taki çıkarlarını korumak için canını feda etmiş” Kıbrıslı Türklerden söz etmekte. Bu başlı başına Kıbrıslı Türk halkının gerek geçmişte Kıbrıslı Elen milliyetçi liderliği karşısında, gerekse de bugün Türkiye devleti ve Kıbrıs’taki yerli işbirlikçileri karşısında verdiği varoluş mücadelesine karşı bir hakarettir. Kıbrıslı Türkler –ki sadece Kıbrıslı Türkler değil, belli bir coğrafyayı vatan bellemiş bütün insanlar-, yaşadıkları topraklarda insanca ve diğer halklarla kardeş bir şekilde var olabilmek için mücadele ederler yeri geldiğinde. Ediz Tuncel’in anlatımına göre ise, Kıbrıslı Türkler bütün bunları var olabilmek ve ada üzerinde onurlu, özgür ve refah bir şekilde yaşayabilmek için değil, “Türkiye’nin adadaki çıkarlarını korumak için” yapmıştır ! Buna da cevabımız şöyle olsun : Vardık, varız, varolacağız; ama kimse için değil, kendimiz için !

 

Celal Özkızan