Zenginler onu sevmeseydi, Hitler bugün Hitler olabilir miydi? – Önder Özdemir

Bu yazı 06 Ocak 2017 tarihinde Sendika.Org’ta yayınlanmıştır.

Sizce Türkiye’nin zenginleri Erdoğan’dan korkuyorlar mı? Tüm medya güçleri ile Doğuş, Park ve diğer büyük sermaye grupları korktukları için mi destekliyorlar?

2013 yılı Gezi olaylarında dönemin başbakanı Erdoğan eylemcilere yiyecek yardımının Koç Grubu’nun sahibi olduğu Divan Oteli’nden dağıtıldığını kastederek “30 bin kumanyayı kimin dağıttığını, eylemcileri otellerinde kimlerin barındırdığını biliyoruz” demişti.

Bu konuşmanın üzerinden daha bir yıl bile geçmeden 22 Mayıs 2014’te, Koç’a ait Ford’un açılışına katıldı, “Ben, ülkemin başbakanı olarak, ülkemde yatırım yapacak bir gruba, bir kişiye karşı kin tutacak halim yok” diyordu artık.

Gezi direnişi sırasında Divan Otel’deki çalışanların insani davranışı, bazı kimselerin gözünde bu otellerin sahibi Koç Grubu’nu kahramanlaştırmıştı. Ancak çok geçmeden Mustafa Koç ile Erdoğan’ın 3,5 milyar dolarlık yerli tank ihalesi nedeni ile el sıkışırken fotoğraflarını gördük. Bu fotoğraf bu ikilinin ilişkisinin görünenden farklı olduğunu göstermiş oldu.

Sermaye sahipleri ile faşist diktatörlükler arasında iç içe geçmiş ilişkiler her zaman var olmuştur. Faşizmin aslında kapitalist sistemin yapısal krizleri ile birlikte sermaye sınıfının da tercih ettiği bir kapitalist devlet biçimi olması tartışması bu yazının doğrudan kapsamında değil.

Bu yazı Almanya’daki Hitler Faşizmi’nin iktidara gelmesi sürecinde ve sonrasında Alman büyük sermayesine zoom yaparak bir fotoğraf çekmek amacıyla yazıldı.

Tabii ki bugünkü diktatörlükle Hitler diktatörlüğü aynı şeyler değil. Faşist diktatörlüklerin basitçe bir delinin projesi olmadığını, arkasında sermaye sınıfının çıkarları ve desteğinin olduğunu görmek, bugüne ilişkin bazı ipuçları verebilir.

Yani bu yazı Koç’ların, Doğuş Grubu’nun ve diğer büyük sermaye gruplarının bir diktatörlükle girift ilişkileri üzerine ipuçları yakalamak için yazıldı.

Hitler iktidara yürürken Alman sermayesi

Hitler dünyanın en büyük ekonomik krizinden sonra iktidara geldi. 1929 büyük ekonomik krizinin kasırgası Almanya’yı da dağıtmıştı. 1930 yılından 1931 yılına işsizlik bir önceki yıla göre iki kat artmış, Alman ekonomisinin aktörleri ABD’den büyük borçlar almak zorunda kalmışlardı. Alman sermaye sınıfı zor durumda idi ve çıkış arıyordu.

Almanya’da 14 Eylül 1930 tarihinde genel seçimler yapıldı. Hitler’in partisi bir önceki seçimde aldığı yüzde 2,5 oranındaki oyunu yüzde 18,3’e çıkarak mecliste 107 milletvekili elde etti. Hitler’in başında olduğu Nasyonal Sosyalist Parti mecliste ikinci büyük parti durumuna gelmiş ve Alman sermaye sınıfının dikkatini çekmişti.

20 Şubat 1933 tarihinde Alman endüstrisinin 25 üst düzey yöneticisi ile bir toplantı yapıldı. Toplantı 5 Mart 1933’te yapılacak olan seçimler için destek toplantısı idi.

Hitler’den sonraki en güçlü adam olan, GESTAPO’nun kurucusu Herman Göring bu toplantının ev sahibi idi.

Toplantıya Krupp, IG Farben, Opel, Siemens, Allianz, Telefunken, Osram ve AEG gibi dev şirketlerin üst düzey yöneticileri katıldı.

Toplantıda Hitler ve Göring uzun konuşmalar yaptı ve iş adamlarından destek istedi.

Toplantı sonunda katılımcılar Hitler’in partisine toplam 2 milyon 71 bin mark maddi destek sözü verdi ve bu miktar toplantıya katılan firmalar tarafından çok kısa süre içinde parti hesabına yatırıldı.

“Hitler’e ödedim”

Alman Thyssen firmasından Fritz Thyssen 1941 yılında basılan “I Paid Hitler” (“Hitler’e ödedim”) kitabında Hitler’e sadece kendisinin 1 milyon Mark para aktardığını yazmıştı.

Hitler’in ekonomi danışmanı Wilhelm Keppler tarafından 1932 yılında kurulan “Keppler’in Yakın Dostları” kulübünün amacı da Nazilerin bu partisine ekonomik katkı sunmaktı. Sermayenin Nasyonal Sosyalist Parti ile dayanışma kulübü 1935 yılında “Himmler’in Yakın Çevresi” ve “Ekonominin Yakın Dostları” adlarını alarak daha da büyüdü. Alman sermayesinin en büyüklerinin yöneticilerinin üye olduğu 32 kişilik yeni kulüp, 1935-1944 yılları arasında her yıl Himmler’e 1 milyon Mark ödüyordu.

Savaşın arkasındaki şirket: IG Farben

II. Dünya Savaşı öncesi dünyanın en büyük kimya devi IG Farben idi. “Devlet içinde devlet” diyebileceğimiz IG Farben, Hitler ve Nasyonel Sosyalist Parti üzerinde çok etkili idi. Hatta bazı tarihçilere göre IG Farben’in açık desteği olmasaydı Hitler II. Dünya Savaşı’na giremezdi.

Hermann Schmitz, Wall Street’in de yönlendirmesi ile 1925 yılında Almanya’nın en büyük 6 kimya şirketini Inter-nationale Gesellschaft Farbenindustrie A.G. (IG Farben) adıyla tek çatı altında birleştirdi.

IG Farben 1939 yılında 28 adedi askeri kuvvetlerinde kullanılan 43 önemli ürünün Almanya’daki tek üreticisi idi.

1943 yılı verileri ile aşağıdaki tablo IG Farben’in Almanya’daki gücünü gösteriyordu.

Yahudi soykırımında kullanılan zehirli gaz Zyklon B de dahil olmak üzere ülkedeki zehirli gazların yüzde 95’ini IG Farben üretiyordu.

Hitler’i destekleyen ABD sermayesi

Henry Ford, 1920’lerden itibaren Hitler’in destekçilerindendi. Ford, Hitler’e para desteğinde bulunmuş ve savaş ekonomisinden çok fazla kâr etmiştir. Ford’un Almanya’daki fabrikalarının savaş zamanında kritik savaş ekipmanları tedariğinde bulunduğu belgelenmiş.

Amerikan dev şirketleri Standard Oil of New Jersey, General Electric, General Motors, Ford Motor Company ve International Telephone and Telegraph (I.T.T.) Nazi faaliyetlerinin planlanmasında ve uygulanmasında finansal ve teknik katkıda bulunmuşlardır. Rockefeller halkla ilişkiler uzmanı Ivy Lee’yi Hitler’e yardımcı olması için görevlendirilmiştir.

Opel, Amerikan General Motors firmasının Almanya birimi olarak Hitler’in en büyük tank üreticisiydi.

Aşağıdaki tablodan da görüleceği gibi Himmler’in yönettiği “Ekonominin Yakın Dostları” grubunda birçok büyük Amerikan şirketinin temsilcileri de bulunuyordu.

Örneğin International Telephone and Telegraph’ı (ITT) Kurt von Schröder temsil etti.

Amerikan devi General Electric’in Almanya birimi AEG üzerinden Hitler’e çok açık destek verdi.

Aşağıdaki tablodan da görüleceği üzere 1939 yılı itibarı ile Almanya’daki birçok büyük kuruluşla Amerikan firmaları iç içe geçmişti.

II. Dünya Savaşı’nda ABD uçakları birçok Alman fabrikasını bombalarken Amerikan şirketleri AEG ve I.T.T. fabrikalarının hiç bombalanmaması oldukça dikkat çekicidir.

Bazı tarihçilerin yorumlarına göre, sermaye temsilcilerine para yardımı yaptıran şey Hitler’in tehdidi idi. Ancak 1917 yılında devrimini yapmış Sovyetler Birliği’nden gelecek sosyalizm, kapitalist sistem için yakın bir tehditti. Hitler ise kapitalist sistem için tam bir güvenceydi. Alman sermayesinin içine düştüğü açmaz, savaşa cesaretlendiren aksiyonları ve özellikle savaşla birlikte elde ettikleri kazanç ve avantajlar düşünüldüğünde Hitler’den korktukları yorumu hiç de inandırıcı görünmüyor.

Nazi Almanyası’ndaki köle işçiler unutuldu mu?

II. Dünya Savaşı boyunca Almanya’da 12 milyon civarında işçinin zorla çalıştırıldığını biliyor muydunuz? Literatüre “zorla çalıştırma” kavramıyla geçen köle işçiler, 1939-1945 arasında ya hiç ücret almadılar ya da yok denecek ücretlerle Alman firmalarında zorla çalıştırıldılar.

1944 Ocak ayı verilerine göre 10 milyon zorunlu çalıştırılan işçinin dağılımı şu şekilde idi: 6,5 milyon Almanya sınırındaki fabrikalarda, 2,2 milyon savaş tutsağı ve 1,3 milyon sivil de Almanya sınırı dışındaki işçi kamplarında zorunlu olarak çalıştırılıyordu.

Tablo: Almanya’daki Yabancı Köle işçi sayıları, Ocak 1944.

Yukarıdaki tablo 1944 yılı ocak ayı itibarı ile köle işçilerin hangi ülkelerden getirildiğini ve ülkelere göre sayılarını gösteriyor.

II. Dünya Savaşı sırasında Alman işgücünün yüzde 20’si zorla çalıştırılan işçilerden oluşuyordu. Hitler’e destek veren şirketlerin ödüllerinden birisi de Nazilerin onlara sunduğu köle işçiler idi.

Örneğin sadece Krupp fabrikalarında 23.000 adedi savaş tutsağı olmak üzere 100.000 köle işçi çalışıyordu.

Köle işçilerin çalışma ve yaşama koşulları o kadar kötüydü ki sadece yüzde 26’sı hayatta kalabildiler. Ve zorla çalıştırma sonucunda ölen 10 milyondan fazla işçi savaştaki sivil kayıplar hanesine yazıldılar.[1] [2]

Suç cezalandırıldı mı? Nürnberg Mahkemeleri’nde kimler yargılandı?

Hitler Faşizmi’nin aktörleri Nürnberg Mahkemeleri’nde bir ana mahkeme ve 12 alt mahkeme olmak üzere 13 büyük mahkemede yargılandılar.

Ana yargılamayı Amerika, Sovyet, İngiliz ve Fransız hakimleri yaparken 12 adet alt mahkeme sadece Amerikan yargıçlarca yürütüldü.

24 adet üst düzey Nazi yöneticisinin yargılandığı ana mahkeme 20 Kasım 1945’te başladı ve 1 Ekim 1946 tarihinde karar okundu. 12 kişi ölüme mahkum edilirken kalan 3 kişi aklandı, kalanlar 10-20 yıl gibi hapis cezalarına çarptırıldılar.

Ana mahkeme dışındaki 12 alt mahkeme 1946-1949 arasında gerçekleşti. Bunlar Doktorlar mahkemesi, Yargıçlar mahkemesi, Bakanlar mahkemesi, Rütbeli komutanlar mahkemesi Pohl, RuSHA, Milch, Flick, Krupp, IG Farben gibi isimleri olan mahkemelerdi.

Tüm yargılamalar boyunca savaşta çok önemli rol oynamış şirketler, iş adamları ile ilgili sadece üç mahkemede yargılama oldu. Bunlar Flick, Krupp, IG Farben isimli mahkemelerdi.

ABD’ye karşı Friedrich Flick ve arkadaşları mahkemesi 5. mahkeme idi.

Friedrich Flick ve 5 üst düzey yöneticisi köle işçi çalıştırmaktan ve Hitler’i finanse etmekten yargılandılar. Flick 7 yıl ceza aldı. Daimler Benz’in en büyük hissedarı olan Flick, 1972 yılında Dünyanın en zengin adamlarından birisi olarak öldü.

12 Nürnberg mahkemesinden 6’ncısı IG Farben mahkemesi idi.

IG Farben’in yüzde 42,5’ine sahip Degesch isimli kimya firması Zyklon B gazını üreten ve Almanya hükümetine satan firmaydı.

IG Farben yöneticileri savaşı finanse etmekten, köle işçi çalıştırmaktan ve soykırım için gazı temin etmekten yargılandılar.

Mahkeme 1948 yılında sonuçlandı. 24 sanıktan suçlu bulunan 13 yönetici 1,5 yıl ile 8 yıl arasında cezalara çarptırıldılar ama cezaevlerinde çok kısa sürelerde kaldılar.[3]

ABD’ye karşı Alfried Krupp ve arkadaşlarına olan mahkeme onuncu mahkeme idi. Alman silahlı kuvvetlerine silah temin etmek ve köle işçi kullanmaktan yargılandılar. Alfried Krupp 12 yıl cezaya çarptırıldı ama cezasının tümünü çekmeden sadece 2,5 yıl sonra hapisten çıktı. Bu davada yargılanıp en uzun cezaevinde kalan Krupp firması yöneticisi Löser ise 1955 yılında serbest bırakıldı.

Krupp ailesinin tüm mal varlığına el konulduysa da bu mallar üç yıl sonra iade edildi. Alfried Krupp 1953 yılında şirketinin başına geçti. 1967 yılında şirketinin başında bir kişi olarak öldü.

Almanya’da Hitler’in yenilgisi sonrası kapitalizmi seçen Batı Almanya’da sermaye sınıfı kaldığı yerden hayatına devam etmiştir. Willy Brandt dışında tüm Alman Başbakanlarının eski Nazi yöneticisi olması bunun basit bir göstergedir.

Sonuç

Sizce Türkiye’nin zenginleri Erdoğan’dan korkuyorlar mı? Tüm medya güçleri ile Doğuş, Park ve diğer büyük sermaye grupları korktukları için mi destekliyorlar?

Evet Türkiye’deki sermaye sınıfı korkuyor. Ama daha fazla kâr edememekten korkuyorlar.

Diktatörün baskısı, muhalefeti susturması onlara daha çok para kazandırıyor. Grevin olmadığı, insanların sesini çıkaramadığı bir ortamda elde ettikleri bu avantajlardan çok da mutlu olduklarından emin olabilirsiniz.

Sermayenin bir ölçüde el değiştirmesine tanık olduk/oluyoruz. Ama Türkiye’nin ekonomisine yön veren A grubu sermaye sınıfının tercihi hâlâ belirleyici.

Ülke için her şey daha kötüye gitse de Türkiye’deki sermaye sınıfı kendi kazanacağı yolları zorlayacaktır. Ve her durumda kâr etmeyi hedefleyecektir.

Onlara göre yeter ki gemi yüzsün!

Ya gemi batacak olursa? O zaman ne olacağını hep beraber göreceğiz. Almanya örneği gösteriyor ki sistem değişmediği sürece sermaye sınıfı kendini kurtarıyor ve olan en alttakilere oluyor.

***

Nazım usta bu yazıda bahsedilen her şeyi aşağıdaki dizeleri ile çok iyi ifade etmemiş mi?

“Diyorlar ki harbi Hitler çıkardı

peki Hitler’i kim çıkarmış
Alaman bankaları ve tröstleri kendilerini
tehlikede görmede idiler
ve desteklenmese idiler solculara karşı kavgalarında
İngiliz, Fransız, Amerikan ortakları tarafından
ve hep beraber Nazileri tutup yükseltmese idiler
ve Alaman sınıfları geçen harbin sonunda darmadağın olmasa idi
ve bir çift çizmeye
bir çift sucuğa katılmaya hazır ümitsiz aç perişan yığınlar ile serseri dolaşmasa idi kaldırımlarda ve ihanet etmese idi sosyal demokratlar
Hitler bugün Hitler olabilir mi idi?”

 

Dipnotlar:

[1] 1939-1945 arasında 2. Dünya Savaşı’nda Almanya, İtalya ve Japonya’dan toplam 8 milyon asker, 4 milyon sivil toplam 12 milyon ölüm varken; çoğu Sovyetler Birliği yurttaşı olmak üzere ABD, İngiltere ve Çin’den oluşan İttifak güçlerinden 16 milyon asker, 45 milyon sivil toplam 61 milyon ölüm gerçekleşmiş. 1941-1945 arasında Yahudi soykırımında ise 6 ile 11 milyon arasında insan sistematik olarak  katledildi.

[2] Benzer bir zorunlu çalıştırma öyküsü Türkiye Cumhuriyeti’nde Nazi hayranı  hükümet üyelerinin olduğu zamanda yaşandı. 27 Şubat 1940 yılında başlatılan İş Mükellefiyeti uygulaması ile Zonguldak’taki maden ocaklarına yakın köylerinden 16 yaşından büyük erkek çocuklar zorla çalıştırıldı. 1 Eylül 1947 yılında sona eren uygulama ile toplam 60 bin kişi zorunlu olarak köle koşullarında çalıştı.

[3] Savaştan sonra IG Farben‘i oluşturan Agfa, Bayer, BASF ayrı firmalar olarak varlıklarını sürdürdüler. Diğer firmalardan Sanofi-Aventis ve Sandoz gibi ilaç firmaları doğdu ve bugün bu firmalar ilaç endüstrisinin önemli aktörleridir.

Kaynaklar:

  1. WALL STREET AND THE RISE OF HITLER ,Antony C. Sutton http://www.reformed-theology.org/html/books/wall_street/index.html
  2. Forced Labor under the Third Reich – Nathan Associates
  3. The making and breaking of Nazi Economy:The Wages of destruction, Adam Tooze
  4. Zonguldak ve Türkiye Toplumsal Tarihinin Acı Bir Deneyimi Olarak ‘İş Mükellefiyeti’”, Prof Dr Ahmet Makal, Zonguldak Kent Tarihi Bienali, 11 Kasım 2005, Zonguldak.