Adım Adım Suriye Savaşı – Mustafa Keleşzade

Suriye’de 5 yıldır bir iç savaş sürüyor. İç savaş tabiri yaşananları açıklamakta yetersiz kalabilir. Küçültülmüş bir dünya savaşı yaşananları anlatmaya daha yakın. Her gün basında Suriye ile ilgili bin bir türlü haber yayınlanıyor, açıklamalar yapılıyor; Fırat’ın batısı, Kobani, Halep, Palmira, Esad, Rusya, ABD, IŞİD, ılımlı muhalifler, YPG, PYD, Münih kararları, Cenevre Görüşmeleri ve liste uzayıp da gidiyor. Gelin tüm bu karmaşıklığı basitleştirmeye çalışalım, adım adım sürecin gelişimini takip edelim.

Savaş nasıl başladı?

Aslında Suriye’de yaşanan savaş, Suriye’de başlamadı. Arap Baharı diye tanımlanan, ama bölge insanı için pek de bahar olmayan süreç, Suriye için de savaşın başladığı yer oldu. Batı, Rusya kutuplaşmasında Rusya’ya yakın olan Arap ülkelerinin yönetimleri Arap Baharı denen bir operasyonla batı pazarına dâhil edilmeye çalışıldı. Ülkeler içinde baskıcı yönetimlerden bıkmış halklar batın desteği ile isyanlar çıkarıldı. Batı bu operasyonlarda örgütlü liderlik olarak “ılımlı” İslamcı muhalifleri kullandı.  Tunus, Libya ve Mısır’da bu operasyonlar başarılı oldu. Suriye’de ise tıkandı.

Neden bu kadar uzadı?

Bu sorunun iki cevabı var. İlki Rusya’nın Ortadoğu’da önemli bir müttefiki olan Suriye’yi kaybetmek istememesiydi. Böylesi bir süreç diğer önemli müttefiki İran’ı da bölgede yalnız bırakacaktı. Böylece İran ve Rusya tam gücü ile Suriye’nin yanında yer aldı. Bu durumun en net “Suriye’yi vermem mesajı” Rusya’nın 2011 yılında donanmasını Akdeniz’de batı donanmaları karşısına geçirerek Suriye’ye yönelik bir harekâta karşı pozisyon almasıdır.

Diğer önemli etken ise Suriye’deki demografik yapıdır. Suriye’de Sunni Arap nüfusun yanında önemli bir de Arap Alevisi nüfus bulunmaktaydı. Bu nüfus için Esad’ın laik rejimi yaşamsal bir güvenceydi. İsyan başladığında Alevi gruplar Esad rejiminin yanında yer aldılar. Bu durum isyanın Esad’ı anında iktidardan indirememesi, Rusya ve İran’ın organize desteğinin bölgeye ulaşabilmesini sağladı.

IŞİD işin içine nasıl dâhil oldu?

IŞİD oluşumunu Batı’nın inadına ve Esad’ın direnişine borçludur desek abartmış olmayız. IŞİD’in tarih sahnesine ilk çıkışı Suriye’de olmamıştır. IŞİD’i oluşturacak grup Libya’da Kaddafi’yi parçalama görüntüleri tüm dünyaya yayılanlardan başkası değildir. Libya’da Kaddafi’nin iktidarda kalmak ve silahlı direnişini kırmak için başarı ile kullanılan bu grup, Suriye’de Esad, içeriden müdahale ile düşmeyince destek olarak bölgeye gönderilmiştir. Kendinden başka herkesi düşman olarak gören Radikal İslamcı bu grup önde Suriye’de batı ve bölgedeki batıcı ülkeler Suudi Arabistan ve Türkiye desteği ile faaliyet yürütmüş. Ardından ise Irak’taki yönetsel boşluktan faydalanarak petrol başkenti Musul’u alana kadar ilerlemiştir. Musul’u aldıktan sonra dış desteğe ihtiyacı kalmayan IŞİD bir devlet gibi organize olmuş ve hilafetini ilan etmiştir.

Peki, PYD / YPG nereden çıktı?

PYD Suriye’nin Türkiye sınırında yer alan yoğun Kürt nüfusu korumak için silahlanarak bölgede halk savunma birliklerini, yani YPG ve YPJ’yi kurmuştur. Savaş boyunca Kürt nüfusun yoğun olduğu Afrin, Cizre ve Kobani kantonlarını örgütlemiş (genel adı Rojava) Esad’a karşı da, radikal İslamcılara karşı da bölgeyi savunmuştur. Irak’ın Şengal bölgesinin Ezidi nüfusunu IŞİD’in soykırımına karşı koruması ve dağ üzerinden korunaklı bir koridor açması ilk dikkat çeken eylemliliği olmuştur. Bu eylemliliği sonucunda, Türkiye’nin bir tehdit olarak dikkatini çekmiş ve Tayyip Erdoğan’ın meşhur “Kobani düştü düşecek” tanımını yaratan IŞİD taarruzunu yaratmıştır. IŞİD’in 2 aylık kuşatmasına karşı direnen ve IŞİD’e ilk yenilgisini yaşatan PYD güçleri, bu savaş sonucunda hem dünya genelinde popülerlik kazanmış, hem de Rusya ve Batı’nın desteğini arkasına almıştır.

Türkiye bu savaşın neresinde?

Türkiye savaşın başından itibaren aktif bir rol üstlenmiş, Tayyip Erdoğan’ın talihsiz “Şam’a gidecek Emevi Camii’nde namazımızı kılacağız” açıklamasından da anlaşılacağı üzere, inançla tüm gücünü Esad’ın devrilmesi üzerine yatırmıştır. Bu amaçla en büyük muhalif grup olan IŞİD ile uzun süre iyi ilişkiler kurmuştur. Can Dündar ve Erdem Gül’ün tutuklanmasına sebep olan Mit tırları vakası ile AKP iktidarının desteğinin sadece inançsal boyutta olmadığı, silah ve mühimmat yönünden de destek sunduğu anlaşılmaktadır.

IŞİD’in kafa kesme videolarının ve batıya yönelik tehditlerinin ortaya çıkmasının ardından ise Türkiye diğer İslamcı grupları finanse etmeye ve özellikle Rojava’nın Afrin kantonunun yanındaki Azez bölgesinde ve Türkmen Dağı olarak tabir edilen bölgede (Türkmen nüfusu o bölgede yoğun değil) konuşlandırmaya devam etmiştir. Ayrıca kendi sınırında yer alan Suriye toprakları Afrin kantonu ile Fırat’ın batısındaki IŞİD hâkimiyetindeki toprakların arasında kalan ve Halep’e kadar uzanan bölgeyi ise kendi güvenli bölgesi ilan etmiştir.

Şu an neler oluyor?

Yukarıda çizdiğim portreden de anlaşılabileceği üzere bölgede 4 temel aktör var. Esad Rejimi, IŞİD, PYD ve Türkiye’nin “ılımlı” muhalifleri. Münih’te alınan ateşkes kararı ve Cenevre Görüşmeleri gösteriyor ki bölgede kalıcı olması düşünülen bir düzen tesis edilme noktasında Rusya ile batı anlaşmak üzere. Anlaşmada aktörlerin ve bölge güçlerinin ne kazanacağı, kimin sözünün ne kadar ağırlığı olacağı ise bölgede gruplarının veya destekledikleri grupların ne kadarlık bir toprak tuttukları ile ölçülecek. Bundandır ki son aylarda çatışmalarda yoğunlaşma var.

IŞİD başarısız Kobani kuşatmasından bu yana güç kaybetmekte. Yer yer PYD ve Suriye rejim güçleri ile çatışmakta ve hem batı, hem Rusya’nın hava saldırılarına maruz kalmakta. Yine de coğrafi olarak Suriye topraklarında Esad Rejiminden sonra en çok alan hâkimiyeti olan örgüt. Tüm bu saldırılara rağmen elindeki toprakları şu an için büyük ölçüde koruyabiliyor.

Esad Rejimi bir dönem çöküşe girmiş olsa da, özellikle Türkiye’nin PYD’ye karşı hırsı ile yakın zamanda batırdığı ABD projesi eğit-donat fiyaskosunun ardından, Rusya’nın aktif hava taarruzu başlatacak meşruluğu elde etmesi ile topraklarını genişletiyor. Esad rejiminin özellikle Türkiye’nin desteklediği muhalif grupların elindeki bölgelere yönelik bir taarruzu söz konusu. Son bir ay içinde yaptığı operasyonlar ile ülkenin ikinci büyük kenti Halep’in Türkiye ile bağlantısını keserek kenti kuşatma altına almış durumda ve kentin içine ilerliyor. Ayrıca Palmira Kentine başlattığı operasyon gibi IŞİD elindeki bölgelere de operasyonlar gerçekleştiriyor. Bu güç artışının ardındaki tek sebep, Rusya desteği değil. Bölgede oluşan kaos, IŞİD’in bölge halkına uyguladığı baskılar Suriye ordusundan ayrılanların geri dönmesine sebep oluyor. Esad’ın yakın zamanda çıkardığı isyancılara geri dönmeleri halinde af yasası da bu durumu gösteriyor.

PYD ise Kobani kuşatmasının yarılmasından bu yana batının en önemli müttefiki durumunda. Batı desteğini de alarak Kobani kantonu ile Cizre kantonu arasında kalan IŞİD elindeki Gire Sipi’yi 1 sene kadar önce topraklarına katmış ve 2 kantonu birleştirmişti. PYD’nin yayılmacı bir politika uygulamaktan çok bölgedeki Kürtlere yaşam alanı yaratmaya çalıştığı gözlemleniyor. IŞİD’in başkenti ilan ettiği ve Sunni Arap nüfuslu Rakka’nın kapısına kadar gitmesi ve batı güçlerinin saldırı başlatmasını istemesine rağmen şehre girmeyişi bu durumu kanıtlıyor. PYD’nin bölgedeki 3 kantonunu birleştirmeyi hedeflediği söylenebilir. Bunun için de Afrin kantonunun yanındaki Türkiye muhalifleri (çoğunlukla El Nusra) denetimindeki Tel Rıfat ve Azez kasabalarını ele geçirmesi ve Kobane’nin bitişiğindeki Türkiye’nin Fırat’ın batısı olarak adlandırdığı IŞİD denetimindeki Cerablus ve Manj bölgelerini ele geçirmesi gerekiyor. Fırat’ın batısına yönelik bir operasyona karşı Türkiye’nin geçirtmeyiz tavrı var. Açıkçası YPG Tışrin Barajı’nın denetimini ele geçirerek, Fırat’ın batısına Türkiye sınırından uzak da olsa geçmiş durumda. Tel Rıfat kasabası ise Afrin kantonundan başlatılan saldırı ile ele geçirilmiş durumda. Türkiye ise bölgedeki Türkmenleri mazeret göstererek bölgeden YPG’nin çekilmesi için obüs topu ve füze atışları yapmaya başlamış durumda. İşin ironik yanı, bölgeyi ele geçirenin YPG olmaması; bölge yine PYD ile birlikte hareket eden Ceyş’ül Suvar örgütü tarafından ele geçirildi ve bu örgüt YPG’ye dâhil olmayan Kürtler, IŞİD’den kaçan Araplar ve Türkiye güdümünde olmayan Türkmenlerden oluşuyor. Yani Türkiye Türkmenleri koruma mazereti ile El Kaide’nin Suriye kolu El Nusra’yı koruyarak Türkmenleri vuruyor. Türkiye’nin bunu yapmaktaki asli amacı ise bölgeden Halep’teki muhaliflere yardım için son kalan koridorun olan Azez koridorunun kapanmasını önlemek. Halep düşerse, Türkiye’ye Suriye topraklarında dostane bakan hiçbir egemen gurup kalmamış olacak.

Süreç nereye gidiyor?

Görünen o ki, batının “hemen Esad’sız Suriye” ısrarı sona ermiş durumda. PYD ise artık Moskova’da ofis açabilen, ABD’nin önemli bir müttefik olarak tanımladığı bir güç durumunda. Türkiye’nin desteklediği, Türkiye ılımlı dese de radikal İslamcı olan gruplar ise bölgede tutunamamakta ve yok oluşun eşiğinde. Görünen o ki yakında Suriye’de yeni bir sistem oluşturulacak, bu sistemin federal bir yapı olması muhtemel. IŞİD’in gücünü koruması halinde, belki farklı bir isimle, elinde tuttuğu bölgede bu sisteme yönetici olarak dâhil olması olası. PYD de nitekim yeni sistemin vazgeçilmez bir parçası olacak gibi görünüyor. Oluşacak yeni yapının muhtemel kaybedeni ise Türkiye olacak gibi görünüyor. Bombaladığı, terörist dediği PYD güçleri ile yok etmek istediği, diktatör dediği Esad rejimi uluslararası tanınmış sınır komşusu olma yolunda ilerliyor, hem de uçağını düşürdüğü Rusya’nın desteği ile.

Mustafa Keleşzade

Bağımsızlık Yolu