Akan Su da Yağan Su da Bizimdir!-E. Sabih Benzetsel

Pankart henüz yazılmış, boyası kurumamıştı bile. Yolun iki kenarını barakadan bozma evlerin kapladığı bir sokağın ağzında birikip kitleye katılacakları alana doğru yürümeye başladılar. İçlerinden biri bir yandan“adımlarınızı hızlandırın, nasıl olsa kavrulacağız, güneşten yanacağımıza gazdan yanalım”  diyerek grubu neşelendirirken diğer yandan “Gua Para El Pueblo” yani “Halk için Su” yazılı bez pankartı alt kısmından çekiştirerek germeye çalışıyordu…

Yukarıdaki küçük senaryo Bolivya su savaşları olarak da bilinen Cochabamba su hakkı mücadelesi sürecinde yaşanmış olabilecek küçük bir anın küçük bir tasavvuru lakin bahsettiğimiz savaş öyle küçük bir savaş değil. Suyun metalaştırılması ve buna karşı verilen su hakkı mücadelesinin ezen ezilen çatışmasının küresel boyutta sıkı bir cephesi olduğu yadsınamaz bir gerçek. Öyle ki tek bir şehirden başlayan su hakkı mücadelesi 6 ay içerisinde kitlesel bir halk hareketine dönüşmüş,  Bolivya’da hükümet düşürecek raddeye erişmişti. Cochabamba da suyu ve suyla ilgili hizmetleri özelleştirmek isteyen şirket, bu çabanın kendisi ile beraber neo-liberalizmin ağır bir yenilgisi olarak tarih sayfalarında yerini alacağını henüz bilmiyordu, dahası neo-liberalizmin bu yenilgisi daha doğrusu halkın zaferi bir yenilgiler dizisine, enternasyonel ölçekte bir su hakkı mücadelesine de kapı açacaktı. Nitekim 90’ların başlarından günümüze kadar Latin ve Orta Amerika’dan Kara Avrupası’na, Güney Afrika’dan Uzak Asya’ya 30’u aşkın coğrafyada zaferle sonuçlanmış, hükümetler su kaynakları ve hizmetlerinin özelleştirilmesi konusunda geri adım atmıştır, pek çok ülkede de su hakkı mücadeleleri sürmekte bazılarında da yeni başlamaktadır. (ayrıntılı bilgi için bkz: www.suhakki.org).

Cochabamba’da yaşananlara buradan dokundurmamız elbette güncel, güncel olmakla birlikte tarihsel bir savaşımın en bilinen örneklerinden olması. Suyun ticarileştirilmesinin köklerinin insanlık tarihi boyunca varolduğu iddia edilebilecek olsa da suyun bir tüketim değeri olarak varolması arıtma, filtreleme, depolama, tesisatlandırma, ulaştırma gibi teknik/teknolojik imkanların gözle görülür biçimde geliştiği sanayi devriminde belirginleşmeye başlamıştır. Ancak suyun kullanımına dair hizmet ya da tekniklerin ötesine geçip bizzat kaynakların kendisinin metalaştırılması neo-liberalizmin vahşetinin hepten açığa çıkmaya başladığı 90’lı yılların başlarına dayanır. Tüm bunlardan bahsederken suyun ticarileştirilmesi ile su hakkının ticarileştirilmesi arasındaki ince  farktan bahsetmek gerekir. Şöyle ki su hakkının ticarileştirilmesi bizzat suyun kendisinin meta haline getirilip pazarlanmasının yanısıra suya erişimin sınırsız çeşitte sömürü eylemi nedeniyle kısıtlanması anlamına gelmekte iken suyun ticarileştirilmesi su hakkını gasp etmeyi de kapsamakla birlikte su üzerinden türetilen yan edimleri de içermektedir.Coğrafyamıza en yakın örnek olan Türkiye’deki HES (Hidro Elektrik Santrali) projeleri (ki dereleri özelleştirmenin yanısıra ciddi bir ekolojik yıkıma da sebebiyet vermektedir)  bu yan edimlerin somut örneklerindendir (ayrıntılı bilgi için bkz: www.derelerinkardesligi.org). Buna bir başka örnek ise suyu üretim ya da lojistik anlamda kullanan Starbucks, Coca Cola gibi dünya devi markaların su kaynakları üzerinde küresel ölçekte özelleştirme girişimleridir. Suyun ve su hakkının metalaştırılmasının yarattığı yıkım ekoloji, ekonomi gibi birden çok alana yayılmıştır.

IMF ve Dünya Bankası’nın özellikle geri bırakılmış ülkelere kredi sağlarken, hükümetlere yönelttiği ve çoğunlukla mutabık olduğu koşullar arasında su kaynakları, suyun dağılımı, faturalandırma yani ücretinin belirlenmesi ve geri kalan suyla ilgili kamu hizmetlerinin ve bu hizmetlerle ilgili işlemlerin özel şirketlere bırakılması geniş bir yer tutmuştur. Şayet suyu insanlık için önemli kılan ne ise neo-liberalizm, başka bir deyişle vahşi kapitalizm için onu özelleştirmeyi önemli kılan da o olmuştur; suyun temel bir ihtiyaç teşkil etmesi ve doğallığında tekel bir ürün olarak başka hiçbir şey ile ikame edilemeyecek olması…

Tatlı su kaynağı rezervleri ve tatlı suya erişim üzerinden bir değerlendirme yapıldığında ortaya çıkan istatistik oldukça rahatsız edici. Buna göre; dünyada bulunan toplam suyun %2.5’i tatlısudur. Bu 2.5’lik oranın %69.5’ini kutuplardaki buzullar oluştururken 30.1’i de yer altı sularıdır. Yüzey ve atmosfer suları ise yalnızca toplam suyun %0.4’ü dür.Bu 0.4’lük oranın %85’ini kullanmakta olan nüfus dünya nüfusunun yalnızca %12’sini oluşturmaktadır (ayrıntılı bilgi için bkz:1-Birleşmiş Milletler Çevre Programı, 2-Türkiye İnşaat Mühendisleri Odası Su Hakkı raporu). Bu bize aynı zamanda dünyadaki servetin toplamıyla bunun dağılımını hatırlatmaktadır. Bu acı bir tesadüf(!) hem de Lefkoşa suyundan bile daha acı… Suyun metalaştırılmasının suya erişimin miktarı açısından yarattığı küresel sıkıntı, niteliği açısından da halklar aleyhine işlemektedir. 6 milyar insandan 1.2 milyarı temiz içme suyundan yoksun iken, 2.4 milyarı sağlık koşullarına uygun suya erişememektedir.

Bolivya su hakkı mücadelesinin yarattığı dalganın ve bizzat Bolivya’nın girişlimlerinin enternasyonel bir kazanım olarak Birleşmiş Milletler’i  “güvenli ve temiz içme suyuna ve hıfzıssıhhaya erişim temel bir insan hakkıdır” şeklinde bir deklerasyon yayınlamak zorunda bırakmıştır. 124 ülke buna evet derken 42 ülke çekimser kaldığını ilan etmiştir. Bu çekimser ülkelerden birçoğunun neden çekimser kaldığına dair pek çok sebep söylenebilir ama içlerinden özellikle bir tanesinin Türkiye Halkları ve Kıbrıslı Türk halkı açısından çekimserliğinin sebebi çok iyi bilinmektedir. Anlaşılacağı üzere Türkiye’de bu çekimser ülkelerden biridir. Yukarıda yazılanları coğrafyamızı ilgilendiren güncel bir durumla özetleyelim; Bilindiği üzere AKP hükümeti Kıbrıs’a boru hattıyla su taşıyacak ancak bu suyun kontrolünü, işletmesini ve fiyatlandırmasını özel şirketlere bırakacaktır. Taşınacak suyun kullanımına dair uydurulan yasal kılıf bu suyun haricindeki su kaynaklarına erişimin yasaklanacağını ve gönderilen özel sektör kontrolündeki suyun tek alternatif olacağını düzenler. Tıpkı Cochabamba’da yağmur suyunun kullanılmasının yasak edilmeye çalışıldığı durumun bir benzeri burada da karşımıza çıkmaktadır. Cochabamba su hakkı mücadelesinden Oscar Olivera, yağmur suyunun yasaklanmasına karşı şöyle demişti “Evet su pahalılanmıştı, ama bizi öfkelendiren esas mesele bu değildi. Biz, “akan su da yağan su da benim malım” diyen küstah zihniyete öfkemizle yola çıktık.”  Öyle sanıyoruz ki pek yakın bir tarihte Olivera’nın sözüne benzer sözler söylenecek ve yazının girişinde tasavvur ettiğimiz o eylem bir tasavvur olmaktan çıkacak.

Su Haktır!

Eyyüp Sabih Benzetsel

Kaynakça:
-derelerinkardesligi.org
-suhakki.org
-Türkiye İnşaat Mühendisleri Odası Su Hakkı Raporu
Argasdi Dergisi’nin 37. Sayısında Yayınlanmıştır