Aman Partimiz Zarar Görmesin! – Münür Rahvancıoğlu  

Geçtiğimiz hafta kktc’nin 35. kuruluş yıl dönümüydü. Bu tarih vesilesiyle birçok eski defter yeniden açıldı ve tarihsel olgular farklı bakış açıları doğrultusunda yeniden irdelendi. Her kesim güncel durumla kıyaslayarak 15 Kasım 1983 tarihinde gerçekleşen olayları yeniden ele aldı ve birçoğu da kendi tarihsel “haklılığının” kanıtlarını halka anlatmaya çalıştı.

Yeniden gündeme gelen eski defterlerden biri de 15 Kasım 1983 tarihinden önce, kktc’nin ilanına karşı olan kesimlerin, 15 Kasım günü Kıbrıs Türk Federe Devleti Meclisi’nde oy birliği ile alınan ilan kararına nasıl olup da “evet” dediği oldu.

***

Bilindiği gibi o tarihlerde KTFD Meclisi’nde temsil edilen CTP ve TKP, mevcut devletin fesh edilerek barış ve federasyon çizgisinden uzaklaşılmasına sebep olacağını savundukları kktc’nin ilanına karşı çıkıyorlardı. Bu karşı çıkış sadece parlamento çatısı altında yürütülen tartışmalarda değil; basında, kahvehanelerde, sokakta, iş yerlerinde hatta teker teker evlerin içinde gerilimlere, ayrışmalara ve çatışmalara sebep olmuştu. Son güne kadar ayrı Türk devletine “hayır” çizgisini savunan, hatta üyeleri ile sempatizanları bu uğurda bedeller ödemiş olan CTP ile TKP’nin, son gece karar değiştirmesi ve o meşhur fotoğraftaki coşkulu “evet” oylarına katılması, ciddi bir şaşkınlığa sebep olmuştu.

Son gece kararını değiştirenler arasında kimler yoktu ki: “Radikaller” arasında şimdi ismi bir efsaneye dönüşmüş olan Naci Talat; “kızıl” CTP’nin önde gelen ismi Özker Özgür ve uluslararası hukuk konusunda şimdiye dek yaşayan en hassas siyasetçi, zamanın TKP başkanı Alpay Durduran başta olmak üzere, solun bir çok önemli ismi… Bu kişilerin daha sonra oluşan kktc Kurucu Meclisi’nin de doğal üyeleri olduğunu eklemeye gerek yok tabii..

14 Kasım gecesi yaşanan olaylar ve 15 Kasım sabahına dair başta Rauf Denktaş olmak üzere, zamanın neredeyse tüm siyasetçileri anılarını yazdı, röportajlar verdi. O gece neden öyle davrandıklarını ve sonra yaşananların kendilerini doğrulayıp doğrulamadığını, kendi bakış açılarından topluma anlattılar, kararlarının savunusunu yaptılar. Her 15 Kasım’da da yapmaya devam ediyorlar…

Zamanın parlamento dışı solu da bu geri adımı “istifa etme erdemi”nin gösterilmeyişi temelinden kıyasıya eleştirdi ve kktc’nin “boykot edilmesi” gereğini savundu. Halen de aynı temelden eleştiriler mevcut. Hatta Alpay Durduran gibi bazı siyasetçiler “evet” kararının gerekçesini açıklarken parlamenter kanadın, mevcut durumu eleştirirken de parlamento dışı kanadın argümanlarını kullandı.

***

Biz günümüzde bu kararın sonuçlarını yaşayan bir kuşağız. Ama 15 kasım sabahı, sol adına hareket eden parlamenter yapıların aldıkları kararı alma gerekçeleri de; onları eleştirenlerin eleştirme gerekçeleri de bizi yakından ilgilendirmek zorunda. Bu zorunluluk kimin haklı kimin haksız olduğuna karar vermek veya tabiri caizse tarihi bugünden yargılamak için değil (elbette başka bir bağlamda bunu da yapabiliriz) esas olarak her iki kesimin de muzdarip olduğu bir mantık hatasından kendimizi arındırmak için önemli. Çünkü birazdan sözünü edeceğimiz ve diyalektik düşünememekten kaynaklanan bu mantık hatası, farklı konu başlıkları vesilesiyle bugün hala kendini tekrar eden bir niteliğe sahip…

İyice baktığımız zaman birbiri ile kapışıyormuş gibi görünen iki kampın, esasında tamamen aynı şekilde düşündüğünü görürüz: 15 Kasım sabahı kktc’ye evet demiş olanlar; “eğer hayır deseydik partimiz kapatılacaktı” demektedirler. Partinin kapatılmasına fırsat vermek yerine, ilkesel olarak karşı oldukları bir karar karşısında geri adım atmayı tercih etmektedirler. Yani bu kişiler için ya ilkeli bir duruş yada uzlaşmacı bir geri adım dışında seçenekler mevcut değildir. Ki bugün hala esasen karşı olduklarını söyledikleri meselelerin uygulayıcısı olmakta ve aynı tutumu devam ettirmektedirler. CTP’nin en radikal vekili Doğuş Derya’nın TC’den kktc’ye su getirilmesi meselesinde “evet” oyu vermesi, kişisel olarak en çok eleştirdiği gözetim toplumu uygulamalarının simgesi olan MOBESE’yi savunan vekil olması, kendisi dışında kimseyi feminist kabul etmemesine rağmen Sosyal Hizmetler Dairesi’ne ayrılan bütçeyi onaylaması veya UBP-CTP hükümetinin kurulmasına güvenoyu vermesi, bu tür örneklerdir.

Aynı şekilde 15 Kasım sabahı kktc’ye evet denmiş olmasını eleştirenler; “yasa dışı rejim altında yasal mücadele edilmesinin baştan yanlış olduğunu” savunmaktadırlar. İlkesel bir yanlışa ortak olmak yerine, siyasal arenanın dışına çıkmayı tercih etmektedirler. Yani bu kişiler için de ya ilkeli duruş yada uzlaşmacı bir geri adım dışında seçenekler mevcut değildir. Ki bugün bu tutumlarını devam ettirerek her meselede “istifa”, “boykot”, “dışında kalma” gibi pratikleri yüceltmekte, siyasal olarak yok olma noktasına gelseler de kendilerinde ilkesel davranmaya devam etmektedirler. Tacan Reynar’ın istifasının göklere çıkarılması, yıllardır devam eden başarısız seçim boykotlarının ısrarla savunulması, siyasal her protestonun “boykot” “dışında kalma” ve istifa dışında bir çizgide ifade edilemezmiş gibi savunulması bu tutuma örneklerdir.

Kısacası bu kesimler kendi aralarında aynı dili konuşmaktadırlar: Ya yanlış bir olgunun tamamen dışında kalırsınız, yada eğer içine girdiyseniz, o duruma uygun davranarak ılımlı bir duruş geliştirirsiniz; halkın deyişiyle “gılığa da girersiniz!” Bu iki seçenek dışında bir yolun olmadığı konusunda her iki kesim de hemfikirdir. Farklı oldukları tek şey seçeneklerden hangisini seçtikleridir.

Bir örnek verecek olursak; her iki kesime göre de Doğuş Derya eğer Su Temini Anlaşması’na hayır diyecekse CTP’den ve hatta vekillikten istifa etmelidir. Hayatına milletvekili olarak devam edecekse de o zaman hiç benimsemiyor dahi olsa Su Temini Anlaşmasına evet oyu vermelidir. Başka bir yol yoktur!

Kolayca görülebileceği gibi 15 Kasım sabahına ilişkin tartışmalar, her günkü siyasal tutuma ilişkin tartışmalarla iç içedir. Ve bu ülkede sol eliyle neredeyse her gün birkaç kktc ilan edilmektedir! Mantık hatasına son verilmediği sürece de bu böyle devam edecektir.

***

Oysa siyasal mücadele; sokak, sandık, çalışma yaşamı, hukuk, eğitim, spor, sosyal hayat ayırt etmeksizin bir bütündür. Bu alanlardan herhangi birisini mücadele içerisinde farklı bir yere koyarak yücelten veya dışlayan yaklaşımlar eksiktir, hatalıdır, çarpıktır!

Devrimci Marksistler, sokakta yürüttükleri muhalefeti, sandık dahil yukarda sayılan tüm alanlarda hakkıyla yürütebilme iddiasının bayrağını taşıyorlar. Sokakta nasıl yürütüyorlarsa, tüm diğer alanlarda da aynı şekilde yürütme iddiasıda bayrağını…

Sandığı kategorik olarak reddetmedikleri gibi, örneğin hukuk alanında devimci bir tutum takınmayı da reddetmiyorlar. “Yargıçsan ve beğenmediğin bir şey varsa istifa et” veya “yargıç olma” tutumunu ne kadar yanlış buluyorlarsa; “yargıçsan ve beğenmediğin şeyler varsa uyum sağla” yaklaşımını da o kadar yanlış buluyorlar. Devrimci tutum, devrimci bir yargıç, devrimci bir vekil, devrimci bir işçi, devrimci bir eğitimci vs olunabileceği ve tek kişilik bir mücadele dahi olsa, her alandaki her mücadelenin bütün içinde bir yeri olduğunu savunan tutumdur!

Başladığımız yere dönersek; kktc’nin kuruluşuna ilkesel olarak karşı çıkanlar, hiç de istifa etmeden 15 Kasım sabahı “hayır” oyu verebilirlerdi. Denildiği gibi partileri kapatılırsa, yenisini kurar ilk seçimlere yine girerlerdi. Tarih benimsemediği rejimlerin seçimlerine giren devrimci partilerle doludur.

Liderleri siyasetten men edilirse, yenileri gelir bayrağı devralırdı. Tarih, sürgün veya hapisten omuzlarda dönen devrimci önderlerle doludur. Elbette bu kararın bireysel ve örgütsel bedelleri olacaktı. Devrimci  tutum bu bedelleri tehdit olarak değil fırsat olarak gören tutumdur. Yoksa tarihte muhaliflerine bedel ödetmeden tutum değiştiren hiçbir iktidar görülmemiştir. Mesele sizin beden ödemeye gönüllü olup olmamanızdır. Gönüllü değilseniz özeleştirinizi verip çekilirsiniz, mücadelenin gereğini yerine getirebilecek olanlara yer açarsınız. Çünkü partiler kurulur, partiler kapanır. Ama “partimiz kapanmasın” diyerek ilkeler çiğnendiğinde; partinizin adı kalır, içi boşalır… O partileri var eden ilkeler sakız gibi çiğnenmediği sürece, yerlerine yenileri kurulur. Çünkü parti sadece bir araçtır, esas olan mücadeledir.

15 Kasım sabahı “hayır” diyenlere ne olurdu, onu kimse bilemez. Kimse de başkasını, bilinmeyen bir yola girmeye mecbur edemez. Ama bu, yürüyemeyeceği bir yola girip de sonradan çark edenlerin, sanki hala o yolda yürüyorlarmış gibi, sanki yapılabilecek başka bir şey yokmuş gibi mücadeleyi zehirlemesine de izin verilemez.

Tıpkı bugün kendisinini “radikal”, “feminist”, “kurtarıcı”, “uzlaşmaz” diye pazarlayıp; sonra da “ama işin aslını bilmiyorsunuz” diye diye sokakta reddettiği kararlara Meclis’te imza atanlara göz yumulamayacağı gibi. Çünkü mesele kktc’ye “evet” dendikten sonra kapanmış bitmiş bir mesele değildir. Her gün her pratik kararda aynı argümanlarla, aynı şekilde devam etmektedir. Devrimciler bu tarihten ders çıkarıp, kendi yolunu bu dersler ışığında açarken, geçmişin düşman kardeşlerinin ortak mantık hatasından kaçınmayı bunun için önemsemelidir…

Münür Rahvancıoğlu

Bağımsızlık Yolu Genel Sekreteri