ANLAŞMANIZI DA KOORDİNASYON OFİSİNİZİ DE REDDEDİYORUZ! – SALİH BATAK

Bilindiği gibi geçtiğimiz yılın Haziran ayında TC Hükümeti ile kktc hükümeti arasında gençlik ve spor faaliyetlerine ilişkin bir anlaşma imzalandı. Ardından bu anlaşma – ismi tam olarak: “TC ve KKTC Hükümeti arasında Gençlik ve Spor Bakanlığı Yurtdışı Koordinasyon Ofisinin Kurulması ve Faaliyetlerine İlişkin Anlaşma” yaklaşık 80 örgüt tarafından “reddediyoruz” şiarı ile protesto edilmişti.

***
Nitekim bu anlaşmanın aslında ne olduğunu sadece ismine ve sözkonusu bakanın ağzından çıkan cicili-bicili laflara bakarak anlamamız mümkün değildir. Sonuçta her kafadan bir ses çıkıyor ve her yetkili bu alınan kararın anlamını saptırıp, arkasında durmaya cesareti olmadığı için başkasının kucağına atıyor.
Topluma faydalı  olacağına inanılan bir uygulama bu kadar korkakca, hukuktan kaçarak icra edilmez…
Kaldı ki neredeyse bir yıl gibi uzun bir zamandan sonra gündeme gelmesiyle, anlaşmanın birincil muhatabı örgütlerin verdiği tepkiler  sonrasında, hükümet erbabının da bu anlaşmanın (içeriği ile ilgili olmasada) ülkedeki anayasal düzenlemelere uydurulmadan faliyete geçmesiyle ilgili rahatsızlık duyduğu aşikârdır. Elbette yalnızca hukuki anlamda, çünkü içeriği ile ilgili fikir sahibi olmadıkları ortada…
Aslına bakarsanız hep aynı terane: bu uygulamalar TC ile kktc iki farklı, bağımsız ülkeymişcesine kararlar alınarak, hukuki ve diplomatik terminolojilerle kamufle edilip hayata geçiriliyor.
İsmi ne kadar hoş değil mi? Yurtdışı Koordinasyon Ofisi…
“Koordinasyon” sözlüğe bakarsanız: belli bir amaca/ hedefe ulaşmak için yapılan işbirliği…
Kıbrıs’a bakarsak hedef belli %100 asimilasyon…
***
Bu yapılan anlaşmanın hukuki yönden önemi, uygulamanın toplumla hiçbir alakası yokmuş gibi, halk iradesini yansıttığı iddia edilen meclisi bypass ederek, kısacası oldu-bittiye getirilerek kime hizmet edeceğine işaret etmesidir… Çünkü anayasaya göre yabancı bir ülke ile ilgili yapılan anlaşmaların meclise sunulmadan faliyete geçmesinin tek gerekçesi 1 yıldan az bir süreyi kapsamadır. Ancak bu anlaşma 5 yıllık bir süreye tekabül ediyor.
Mecliste tartışılmasının önemi bu tür önemli konularla ilgili kamuoyu yaratılarak halkın veya örgütlerin haberdar olabilmesini sağlamak…
Bu anlaşmada olduğu gibi meclis es geçildiği zaman ancak 1 yıl sonra haberdar olabiliyoruz…
Söylemekte yarar var, mecliste tartışılması ve yasal zemine oturtulması bu anlaşmanın kabul edilebilir olduğu anlamına gelmez. Ve şuan bir komite kurulduğu söylense de, aynı zamanda meclise taşınıp yasallaştırılacağı ile ilgili sözlü ve yazılı taahütler var.
Bunun anlamı ise şu: “biz bu uygulamayı hayata geçireceğiz fakat önce yasallaştırmamız gerekiyor”…
***
Anlaşmanın içeriği ile ilgili ise -ki esas sıkıntı burada yatıyor, bu anlaşmanın hangi ihtiyacı karşılayacağı bilinmemesiyle ilgili muğlaklık kültürel asimilsayonun yasallaştırılması için kapıyı aralıyor.
Yani ülkede ekonomik olarak var olan bağımlılığın, kültürel anlamda da hayata geçirilmesidir bu anlaşmanın türkçesi…
Kültürel alanda faliyet gösteren dernekler zaten mevcut koşullarda varolabilmesi için direniş gösteriyor. Bu varolma çabası hem maddi açıdan faliyetlerini sürdürülebilmesini kapsıyorken, aynı zamanda yürütülen faliyetlerle Kıbrıs’ın kuzeyindeki asimilasyon sürecine karşı da kavga veriyor.
Sözkonusu bakanlık ise diğer bir çok dayatmada olduğu gibi kültürel-sanatsal anlamda destek olacağına asimilasyonun elçisi olmayı görevden sayıyor.
Anlaşmanın içeriğini birazcık olsun inceleyen kişi çok rahat bir şekilde görecektir ki, oluşturulacak komiteye haddinden fazla yetki alanı sağlıyor.
Kıbrıs’ın kuzeyinde bu uygulamaya tereddüt edilmeden karşı çıkılması gerektiği geçmiş devlet destekli icraatlardan edinilen tecrübelerden ötürü kesinlikle karşı çıkılması gerekiyor. Ve tek çare oluşacak olan sokak muhalefetine tereddütsüz destek  vermektir.
Çünkü bu mesele sanıldığı gibi 3-5 derneğin maddi kavgası değildir. Bu hayatımızın her alanını kapsayan kültürel varlığın sahiplenmesidir.
Yani toplumsal varlığımıza sahip çıkmaktır.
Bir ülkenin bağımsızlığını ekonomik üretim ilişkileri belirlerken, kültürel hayatın ise bu üretim ilişkileri ile doğrudan bağlantısı vardır. Nitekim ülkemiz de koşulları gereği (yani bağımlılık hali) sürekli kültürle çatışma içerisindedir. Örneğin bir yaz kampını kadınların ve erkeklerin ayrı yapılması için faliyet yürütmesi kimsenin haddine değilken, ekonomik anlamda bağımlı olduğumuz egemen sınıf (TC egemenleri ve buradaki işbirlikçileri) karşımıza böyle bir uygulamayla karşımıza çıkmaya kendinde hak görüyor. Ancak sosyal, siyasi ve kültürel anlamda varlığımız bu duruma karşı çıkıyor…
Böylelikle, bu anlaşmaya karşı çıkılmadığı taktirde kültürel asimilasyon politikalarının; yani köy isimleri, kültürel derneklere ayrılan maskaralık bütçeler, mevcut mimari ve doğal ortamların ekolojik talanı, soyadı kanunu gibi politikaların, gündelik yaşantımıza da nüfuz etmesini sağlayacaktır…
***
Kısaca bu durumun izahı: Bu anlaşmanın meclise taşınıp yasallaşması veya içeriği kamufle edilerek farklı bir şekilde uygulanmasına hiç tereddütsüz karşı çıkılması gerekiyor…
Arkadaşların kabalığını affedin sayın egemenler…
Anlaşmanızı da…
Koordinasyon ofisinizi de…
REDDEDİYORUZ!

Salih Batak

Be the first to comment

Leave a Reply