Araf-Celal Özkızan

“Kaderi olmayan bir sarkaç gibi sallanıyoruz”…

Nerde okuduğumu hatırlamıyorum ama, cümle olduğu gibi aklımda kalmış…

Arafta olma, arada kalma, yok olamayacak kadar çok, var olamayacak kadar az olma halinin en güzel tariflerinden biri bu; ve Kıbrıslı Türk halkının halini en iyi anlatan sözcük belki de…

Her şeyin olabilme ihtimalinin olduğu, ama hiçbir şeyin de ya hiç olmadığı, ya da olmaya çalışırken dizlerinin çözüldüğü bir yerdeyiz…

Kimliğimiz, kaderi olmayan bir sarkaç gibi sallanıyor:

Kıbrıslı Türk, Kıbrıslıtürk, Kıbrıs Türkü, Türk, Kıbrıslı, Türkçe konuşan Kıbrıslı…

Hukuki açıdan hiçbir devletin tanımadığı ve tanınma imkanının belki de dünyada en az olduğu bir devletin vatandaşıyız; yine de AB vatandaşıyız da dolaylı yoldan, çünkü çoğumuz Kıbrıs Cumhuriyeti vatandaşıyız da ve bazılarımız Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyız…

Hepimiz mutlaka kktc çatısı altında yaşıyoruz ama her an mesela ismi üzerinde çeşitli tahminlerin yürütüldüğü yeni bir federal devletin vatandaşı olabilme ihtimaline –memnun olarak ya da karşı çıkarak- yaklaştığımızı hissediyoruz; ama Türkiye devletine fiilen entegre oluyoruz her geçen gün ve bazılarımız da Kıbrıs Cumhuriyeti’ne dönüşü hayali ediyor, hatta binlercemiz çoktan kendine Kıbrıs’ın güneyinde bir hayat kurmuş bile. Bir kısmımız zaten İngiltere’ye dağılmış, bir kısmımız Türkiye’ye, bir kısmımız Avustralya’ya ve biz göç verdikçe, daha başka coğrafyalara… Hiçbir yerli değiliz ama her yerliyiz. Yerimizden kıpırdamadan Osmanlı vatandaşı da olduk İngiliz vatandaşı da. Sadece 23 sene içinde, Kıbrıs Cumhuriyeti vatandaşı olduk, Otonom Kıbrıs Türk yönetimi vatandaşı olduk, Kıbrıs Türk Federe Devleti vatandaşı olduk ve kktc vatandaşı olduk…

Milliyetçimiz, kaderi olmayan bir sarkaç gibi sallanıyor:

Aynı gün içinde hem de, belki aynı saatler içinde, öyle farklı iki yana sallanıyor ki; önce güneyine bakıp “Burda bir devlet var, burda egemen bir halk var, bize saygı duyacaksınız, devletimizi tanıyacaksınız, siyasal egemenliğimizi tanıyacaksınız” diyor Kıbrıslı Elenlere; daha cümlesinin üzerine konmuş dilinin nemi kurumadan, bu sefer kendi halkına bakıp “bizim elimizden hiçbir şey gelmez, suyu da yönetemeyiz başka hiçbir şeyi de, suyu özel şirkete verelim, varlığımızı Türkiye’ye armağan edelim, geri kalan her şeyi de özelleştirelim. Biz kendimize saygı duymuyoruz, biz kendimizi bile tanımıyoruz” diyebiliyor.

Cüzdanımız, kaderi olmayan bir sarkaç gibi sallanıyor:

40 yıl önce Kıbrıs liralarımızı nasıl iç ettiklerini düşünüp yakınırız hala ve cebimizdeki üç kuruş Türk lirası ile geçinmeye çalışırken, borçlarımızın simgesi sterlin olur hep. Her ihtimale karşı cebimizde euro bulundururuz olur da güneyde bir işimiz olursa diye; hem belki yarın öbürgün hepten Euro’ya geçeriz de bu ihtimali düşünmeye bile gerek kalmaz. Yine de birimi ne olursa olsun çoğumuzun cebindeki para azalıyor gün geçtikçe, çok azımız cüzdanlarını şişirirken…

Solcular, kaderi olmayan bir sarkaç gibi sallanıyor:

Hele o bazı solcular, hem de ne sarkaç. Rengi yemyeşil olmasına rağmen, kırmızı olduğunu hala sanabilenler var; ki aslında haksız da sayılmazlar, tepedekiler yeşile boyadıkça partilerini, tabandakiler utançlarından ve kızgınlıklarından kızarmaktalar. Bir sağa bir sola sallanıyorlardı ya sarkaç gibi, artık sola birazcık sallanmayı bile çok görür oldular.

***

En kötüsü de ne biliyor musunuz?

Vicdanımız sarkaç gibi sallanıyor…

Ankara’daki katliama yüreği sızladı büyük bir çoğumuzun, görüşlerimiz ne olursa olsun…

Canımız yandı, o acıyı en derinlerimizde hissettik, kimimiz gözyaşı döktük…

Ancak 2 gün sonra, bu katliamın en büyük sorumlularından Erdoğan ve Davutoğlu memleketimize gelecek…

Ve bizler, bizi temsil etsinler diye seçtiğimiz partilerin, vicdanımızı sızlatan bu iki kişinin karşısında nasıl boyunlarını eğeceklerini izleyeceğiz…

Ya da belki sadece izlemekle yetinmeyeceğiz…

Belki artık kaderimizi kendi elimize almaya karar vereceğiz…

Belki başkasının sarkacı değil, kendimizin kaderi olacağız…

Kim bilir…

Celal Özkızan
Bağımsızlık Yolu