ARINÇ’IN KORKTUĞU ŞEYLER ÜSTÜNE – ALİ DOĞANBAY

            Sevmekten geçmemek neyse, çünkü belki mümkün değildir ya da müsait değildir fakat sırf öyle olmadı diye öyle olmuş olanı anlamamak nasıl bir sevgisizliğin içinden geçememenin tezahürüdür? Beklemek bile, yani bir dakika sonrasının heyecanını bir ömre dikiş atarak ciğerinin üstünden kalbine et ekleyerek yola gözlerini devirmek büyütebilirken bir hasreti, bazen bir doğruyu, bir doğruyu bir yanlıştan ayırt etmeyi, nasıl büyümez insanın insan kalbi? Ve büyürken hasret büyür de insan ya, nasıl anlayamayabilir ve anlayamamanın anlamına gerçek diye inanır? İnsan, sevmekten ve hasretten büyüyen bir yalnızlıktır.

            İnsan bu hayatta neden Bülent Arınç olur? Ve neden ömrünün sonuna kadar Bülent Arınç kalabilmenin anlamına gerçek diye yaslanarak yaşlanır? Hayatının herhangi bir Bülent Arınç yerinde hiç mi genç, diri, sevgili ve çok âşık olmaz insan? Neden?

            Korkudan..

Korkunun, ki en çok aşka faydası yoktur, ve hani bir kadının dudağına hesapsız dokunmanın biteviye matematiğini hiç düşünmeden ve yani bir gölge yer etmek için ömrüne öyle ıslak ve bir Cemal Süreya şiiri gibi öyle sevişme sonrası insan teriyle sevgilini öpüp geçmek vardır ya, nasıl korkutur bir korkağı ve nasıl başka korkular ve korkaklar arar kendisine bilir misin, işte öyle, nasıl korkutursa bir korkağı, öyledir bazı dimağların bazı kalpleri hep korkuluklarla çevreleyerek bir sevmenin içine kapatması. Çünkü ancak korkutursa korkaklığını, bir aşktan, bir şiirden ve bir kadından, bir dudak ve bir ömür boyu uzağa düşürebilir başka bütün korkakları.

İstedikleri odur ki, sadece kadınlar değil, onlara biat eden bütün tebaaları onlardan korksunlar. Kabadayı gibi yürüyüp külhanbeyi tavırlarıyla el kol hareketi yapmaları ve kalabalıkların karşısında nara atar gibi konuşmaları ve bununla övünç duymaları bundandır.

Bundandır ki çünkü en çok korkaklıklarına bir paravan ararlar. Yalanlarına bir paravan aradıklarında aynaya bakmaya korktukları gibi, ne zaman başlarını aynadan bu tarafa çevirirlerse yalanlarına inanmamızı istedikleri gibi. Onların korkmadığına ve yalan söylemediğine inanmamızı istedikleri gibi. Tıpkı, çoğu gerçeklerinin üstünü örtmek için bazı telefon konuşmalarında kısık sesle konuşarak birçok şeye paravan olacaklarını düşündükleri gibi. Ve aslında yüksek sesle konuşamayacak kadar korkak oldukları için.

Korkak kadınları severler.

Korkak adamların korkak kadınlara koca olmasını bu yüzden isterler.

Özgür olan her şeyden  –ki bu sadece bir kadın değildir- ve en çok kendi korkaklıklarını açık eden,  korkak olmaya karşı duran, akan, ve aktıkça karışan, karıştıkça büyüyen, büyüdükçe gökyüzüne başı değen, gözlerinin görebildiği her özgür, serseri, başıboş, hayalperest, yeni bir söz, yeni bir ışık, yepisyeni, her şeyden nefret ederler. Ve orayı yıkmak isterler, değiştirmek isterler, kendilerine benzetmek isterler.

O yüzden ağaçlarla kavga ederler. Daha fidanken öldürürler.

Dereleri kurutmak isterler.

Ormanların gümbürtüsünden tiksinirler.

Çünkü çok korkaklar.

Korktuklarını kimse duysun istemezler.

Kimse duymasın diye durmadan yeni korkular yaratırlar.

Korktukları, paravan dünyalarının arkasının görünür olacağıdır. O yüzden her şeyi, ama her şeyi kontrol etmek, denetlemek isterler.

Kadınları denetlemek isterler.

Ağaçları denetlemek isterler.

Dereleri denetlemek isterler.

Derenin akışından korkarlar. Çünkü mahir bir dere ise akan, ki akan her şey devrimcidir, önüne ne katarsa alıp götürür, hiç büyümesin isterler dere, çünkü dere akar, dere büyür, mahir olur belki diye dere, çok korkarlar.

Bir öpücüğün peşine bile polis takabilirler.

Bir öpücükten bile korkarlar.

Çünkü ıslaktır bir öpüşme ve kuru olan her şeyi akışkan yapabilir, ve hepimiz biliriz “katı olan her şey bir gün buharlaşır.”

 

Biz bu hayatta Bülent Arınç olmayacağız. Çünkü biz korkmayanların tarafındayız. Ve evet vardır böyle tarihsel çelişkiler, büyüyoruz. Ve biz ömrünün sonuna kadar Bülent Arınç kalabilmenin anlamına yaslanarak yaşlananlardan olmayacağız. Biz hep genç, diri, sevgili ve çok âşık kalacağız.

Çünkü korkmuyoruz.

Ve ne zaman aklımıza korkmamanın şiiri düşse, içimizden Nazım geçer, sizin korkaklığınızı düşünür ve yeniden haykırarak göğsümüzden tarihe bir not düşürürüz; derelerden, ağaçlardan, kadınlardan, fidanlardan, yollardan ve öpücüklerden ve çok terli sevişmelerden geçerek, korkmadan, insan gibi;

Korkuyorlar Robson şafaktan korkuyorlar/görmekten duymaktan dokunmaktan korkuyorlar/Sevmekten korkuyorlar bizim Ferhad gibi sevmekten/Tohumdan ve topraktan korkuyorlar/Akan sudan ve hatırlamaktan korkuyorlar/Ümitten korkuyorlar Robson ümitten/ Korkuyorlar kartal kanatlı kanaryam/ Türkülerimizden korkuyorlar…

 

            Ali Doğanbay          

Be the first to comment

Leave a Reply