BELLEK, NOSTALJİ VE MÜCADELE* – HASAN YIKICI

Bir Hegemonya Alanı Olarak Hafıza!

Kıbrıs’ın ve özelde Kıbrıslı Türkler’in son yarım yüzyıllık tarihi aynı zamanda asimilasyon ve hafızasızlaştırma tarihidir de. Ama kesinlikle bir belleksizleştirme tarihi değildir! Çünkü halkların kolektif belleği yerine iktidarın ve egemenlerin sonradan yaratılan belleği ve tarihi ikame edilmiştir. Sembollere, isimlere, kavramlara ve dil alışkanlıklarına yukarıdan müdahalelerle Kıbrıslı Türklere ait olmayan fakat tarihsel süreç içerisinde de hegemonyasını kurabilin ve bir yanıyla da iktidar ile hesaplaşılmayan koşullarda Kıbrıslı Türklere de ait olan yeni bir tarih yazımı, bellek ve hafıza yerleştirilmiştir. Dolayısıyla tarihten, bellekten ve hafızadan bahsederken bu kavramların tarihsel süreç ve güncellik içerisinde hangi toplumsal kesimler ve sınıflar tarafından nasıl tanımlandığı, yaşandığı ve yaratıldığından bağımsız bahsedemeyiz. İşte bundan dolayı hafıza sadece hatıralar toplamı değildir, aynı zamanda iktidar ve sınıf mücadelesinin gündelik hayattaki yansıdır da!

Kıbrıslı Türklerin Hafızaları İle İmtihanı!

Hafızasız bir toplum muyuz sorusu ile karşı karşıya kaldığımızda hemen herkes sorudaki aldatmacaya kanarak ‘evet öyleyik, kendimize ait yerleşim yerlerinin isimlerini bile savunamadık, genç kuşaklara aktaramadık’ diye cevap verirler. Geçmişi sadece lisede okutulan tarih kitaplarından ibaret sayarak bir bellek oluşturma ihtiyacı gütmeyen kuşak da söz konusu. Burada iki husus önemli. Ama önce sorudaki aldatmacaya dikkat çekmek lazım. Çünkü esas soruyu örten veya içinde barındıran bir sorudur bu! Evet, duyar gibiyim hafıza denilen mefhum yaşayan bir organizmadır ve beslenmediği sürece de unutuşla yaralanmaya mahkumdur. Bir anlamda her halk unutmaya yazgılıdır diyebiliriz. Ama bunun için ilkin aldatmacaya aldanmamız lazım. Bunun içinde soruyu değiştirerek soralım: ‘Mücadeleci bir toplum muyuz?’

Hafızayı ve belleği mücadeleden ayrı salt soyut kavramlar olarak ele almak bizi bir yere götürmez. Çünkü hafıza, aynı zamanda bir bellek ve tarih oluşturma kaynağı olan mücadele içerisinde oluşur. Eğer yerleşim yerlerinin isimleri, kamusal alanların isimleri, semboller ve kavramlar, dil alışkanlıkları iktidarın yani işgalin dayattığı tarihe dönüştüyse; bu bizim hafızasızlaştırılmamıza tekabül eder; ama öncelikli olarak da buna karşı direnemediğimiz ve savunamadığımız anlamına da gelir. Çünkü Kıbrıslı Türkler için ‘aktarılan bir hafıza’ olmamıştır. Bu ülkeye işgal uçakları nasıl dışarıdan gelip bombalar yağdırmışsa, hafızamıza da belleğimiz de tarihimizde öyle uçaklarla gelen bombalar gibi dışardan gelmiştir. Tarih yazımının işgalcinin tarih yazımı olduğu bir çoğrafyada da pek tabii ‘aktarılan bir kolektif tarih, hafıza’ değil ‘dayatılan, yaratılan ve yeniden kurulan resmi bir tarih ve hafıza’ söz konusu olmuştur. Ve Kıbrıslı Türkler’in işgale, adadaki emperyalist kuşatmaya verdiği tepki kadar da asimilasyona, kültürel depolitizasyona ve hafızasızlaştırmaya da tepki vermiştir. Ama sadece tepki vermiştir! Kah bireysel olarak yerleşim birimlerinin eski isimlerini söylemekte inat ederek, kah yazılarda ve makalelerde Kıbrıs aksanını kullanarak yazarak kah günlük konuşma içinde ‘piçleşmiş’ kelimeleri ‘ari Türkçe’ yerine kullanarak! Fakat bunların hepsi onurlu ve erdemli çıkışlar olmasına rağmen bireysel bir direnişin de dışına çıkmamış, kolektif bir karşı duruşa dönüşmemiştir.

Kıbrıslı Türklerin tek tek tüm kurumları parçalanıp sökülüp elinden alındığı gibi yaşayış tarzlarından tutun da konuşma alışkanlıklarına, kadar hafızaları da sökülüp belleklerinden alınmıştır! Fakat bellek yok edilmemiştir. Çünkü bellek bir mücadelenin hafızasının yeşereceği bir yer olduğu gibi iktidar rejiminin de kurulabileceği yaşayan alanlardır. Bundandır ki bellek ve hafıza asla ve asla sınıf mücadelesinden bağımsız bir şekilde düşünülemez.

Mücadele ettikçe hatırlayacak, hatırladıkça geleceği kuracağız!

Salt hatırlamanın, hatıralar üzerine bir mücadele anlayışı kurmanın nereden baksak muhafazakar bir özü vardır. Nostalji denen duygu zaten bir yerde zamanı dondurarak, doyurulamayacak olan geçmiş arzusunun iç acıtırcasına yaşanmasıdır. Bu anlamda Kıbrıslı Türkler için hatırlamak veya bellek bir mücadele alanı olmaktan çok, nostaljik bir yolculuk, Kıbrıslı milliyetçiliğinin muhafazakar yüzüdür! Çünkü yukarıda altını çizdiğimiz gibi hafıza ve bellek bugün salt hatırlamak veya nostaljik bir meta olarak değil, bir hegemonya kavgası alanı olarak hayatlarımızda hüküm sürmektedir. Ve bu hüküm de iktidarın, muktedirin yaratımında olan, Kıbrıslı Türklerin varlığını tehdit eden bir hükümdür. Hafıza da mücadele ile aynı düzlemde kurulur. Fakat öncelikle şunun ayırdına ve farkına varmamız lazım, bugün özelleştirilen herhangi bir kurum ile dilimizden, kültürümüzden, manevi değerlerimizden alınan her bir değer arasında paralellik vardır. Ve bizler asimilasyona karşı mücadele soyut bağlamda, kavramlar dünyasında değil; bizzat özelleştirmelere, dayatma ekonomik neoliberal modellere karşı mücadele içerisinde örülebilir.

Elbette asimilasyona karşı, kültürel düzlemde verilecek mücadeleler olmalıdır ve olacaktır da, fakat maddi bir zemine dayanmayan; bütünün içinde kendisini konumlandırmayan bir hafıza mücadelesi, maddi zemin daraldıkça varolma olasılığı da yok olacaktır. Baraka olarak yıllardır ülkedeki özelleştirme politikalarının sadece yoksullaştırma değil, aynı zamanda da yoksunlaştırmaya ve Kıbrıslı Türklerin maddi manevi varoluşunu tehdit ettiğinin altını çizmekteyiz.

Dilin de, hafızanın da belleğin de maddi dünyada bir karşılığı vardır ve tüm bunlar tarihsellik içerisinde sınıflar mücadelesinin diyalektiği uyarınca şekillenirler. İktidar mücadelesinde geri kalan sınıf hafızasını da belleğini de karşı tarafın kontrolüne bırakır. O ancak direnebilir! Sermayenin egemenliği  ezilenler için sonsuz bir gericilik dalgasının hafızaya hakim olması demektir! Buna aynı zamanda tarihsizleştirme ve hafızasızlaştırma da eklenmektedir. Kendi tarihimize sahip çıkmak için kendi tarihimizin yaratıcı olmalıyız. Kıbrıslı Türklerin kendi hafızasına ve belleğine sahip olması nostaljik ve muhafazakar geçmişe özlem yakınmalarıyla değil, güncellik içinde ve tarihsellik kapsamında kolektif mücadeleyi yükselterek olacaktır.

Bu yazı Argasdi’nin 36. Sayısında yer aldı.

Hasan YIKICI

Baraka Aktivisti

 

Be the first to comment

Leave a Reply