Bir Yanım Yaprak Döker, Bir Yanım Bahar Bahçe – Şifa Alçıcıoğlu

Keskin yaz sıcaklarının ardından çatlamış toprağı ıslatacak yağmurlarıyla, geceleyin üşüten havasıyla gelmesini bekleriz o sarı renkli mevsimi.  Havaların değişkenliğinden midir bilinmez ama sonbaharın gelmesi, bir yandan içimizi ferahlatırken bir yandan da hüznü salıverir yüreğimize.  Ülke gündemi de sonbaharın hüznünden ve güzelliğinden payına düşeni yaşamakta. Herkesi yasa boğan trafik kazaları başta olmak üzere kadına şiddet, uyuşturucu, hayat pahalılığı, gece kulüplerinde yaşanan insanlık dramları ne yazık ki ülkenin içler acısı halini gözler önüne seriyor. Özellikle toplu taşımanın olmaması, her evde neredeyse en az iki arabanın olmasıyla birlikte trafik tam bir çile haline gelmiş durumda. Tüm bunlara bozuk, ışıksız ve bariyersiz yollar da eklenince kaza kaçınılmaz bir hale geliyor. Günün yorgunluğu ve stres gibi sebepler dikkatsizliğin artmasına neden olurken sürat trafik canavarının en korkunç suretine bürünüyor. Bir de tüm bu olanları gözetlemek için yol kenarlarına konan trafik kameraları var. Kameraların kazaları önleyemediği gün gibi aşikarken, trafikle ilgili iyileştirici yöntemler bulunması, yetkililerin üç maymunu oynamayı bırakıp bu konuya ivedilikle eğilmelerini elzem kılıyor. Hasan Hüseyin Korkmazgil sonbahara atıfta bulunmasa da  “Bu ne beter çizgidir bu, bu ne çıldırtan denge, yaprak döker bir yanımız, bir yanımız bahar bahçe” sözleriyle sonbaharı betimler adeta zihnimde

***

O öyle bir mevsimdir ki, üretimin sofralara taşındığı, kış hazırlığının adıdır aslında. Tüketim toplumunun daha yaratılmadığı zamanlarda insanlar kendi mutfak ihtiyaçlarını evlerde çoğu zaman yardımlaşarak, birlikte hazırlarlar, yardımlaşarak üretirlerdi.

Dalından koparılan yeşil zeytinin çakısteze dönüşmesi, dalında sıra bekleyen kara zeytin ise hem ağaçtan hem de yere serilen naylondan toplanarak, gaşalara(kasa) doldurulup yağlık- yemelik diye birer birer ayıklanırdı. Kadınlar, bulguru yoğurtla birleştirirken ellerde ya da kamışlarda şekillenen tarhana damlarda kurutulmaya bırakılırdı. Sıra sıra asılan bamyalar, kurutulan molohiyalar, kışa hazır hale getirilir, bağbozumunda toplanan üzümlerin ezilerek paluzeye ve sucuğa dönüşmesi için epey ter dökülürdü. Bin bir zahmetle dağlardan, tepelerden toplanan alıçların iri olanları meyve olarak tüketilirken, doğanın bize sunduğu bu nimet jöle kıvamına gelene dek kaynatılır ve reçel olarak kavanozlardaki yerini alırdı. Evlerde, bahçelerde bir şenlikti sonbahar ve bu yönüyle öyle güzeldi ki. Neden beklendiğini anımsatır. Şimdilerde bu faaliyetleri yapanlar azalsa da kültürümüzün değişmez bir parçası olan bu hazırlıklar, üretimle yoğrulan insanlarımızın, olmazsa olmazlarıydılar.

***

Şairler de en çok sonbaharı sever kanaatimce. Mesela, Metin Altıok, Sonbahar şiirinde -ki acının dipnotudur- diyerek tanımlar bu mevsimi,  Ataol Behramoğlu; Eylül sabahının serinliğinde anar adını, Fikret Demirağ’ın “Bir Sabah Sevgiyle Uyandır Beni” şiiri gibi hissettirir bana sonbahar:

Acımın alnından öperek uyandır bir sabah beni

dışarıda güneşi ve baharı yağarken yağmur.

Yüreğimde bir müzikle uyandır beni

tüy parmaklarını ağrıyan yerlerimde gezdir.

Saçlarımdan zamanı geçirerek uyandır bir sabah.

Sen günün şiiri ol, ben şarkını besteleyeyim.

Sen narin bir nar fidanı gibi salın rüzgarda

ben yanında yaralı bir dize gibi durayım.

Aşk ve Şiirle barışan bir dünyaya uyandır bir sabah beni.

Baraka Aktivisti

Şifa Alçıcıoğlu