BİZ BİZİ BİLİRİZ İKİYÜZLÜLÜĞÜ – CELAL ÖZKIZAN

Kıbrıs’ın kuzeyindeki siyasi tartışmaların bir noktasında, nerdeyse her zaman, konu gelip “birbirimize saygı duyalım”,  “biz birbirimizi bilirik bunun içinde, bir avuç insanık zaten”, “birbirimizden başka kimimiz var” noktasına dayanıyor…

Elbette tartışma kültürünün demokratik bir zeminde ve karşılıklı saygı ortamında kalması tartışmanın içeriği kadar önemli olsa da, artık bu “saygı” meselesi tartışmaların içeriğini gölgeliyor…

Genç kuşaklar artık öfkeli…

Sadece genç kuşaklar değil, eski kuşaklar arasında da alım gücü ve yaşam kalitesi gittikçe düşen toplumsal kesimlerin sayısı gittikçe artmakta…

Etrafınıza bir bakın…

Lüks hayatını sürdürme şansına sahip olan zengin patronları ve memleketi sömüren para ağalarını ve eski orta sınıfların artıklarını saymazsak…

Aileden zengin ya da anne-baba parası yiyerek geçimini çok rahatça sağlayabilen ve bunu dert etmeyen genç kuşağın bazı üyelerini saymazsak…

Artık gittikçe büyüyen bir çoğunluğumuz için geçim derdi ve yaşam gailesi, her gün mücadele edilmesi gereken bir sorun olmakta…

Kıbrıs’ın kuzeyinde neoliberal uygulamaların ilk mağdurları ortaya çıktığında, bu mağdurların tepkileri “abartılı” bulunmuştu bazı kesimler tarafından ilk başta…

Göç Yasası’na karşı direniş 2009 yılından itibaren başlamıştı ancak Göç Yasası’nın yaratacağı kuşakların gerçek etkisi hissedilmemişti henüz…

2010 yılında, hiç de bize anlatıldığı gibi “siyasilerin beceriksizliğinden” dolayı değil, dünyada da örnekleri olduğu gibi gayet bilinçli ve becerikli bir şekilde özel havayollarına piyasayı bırakmak için tasfiye edilen KTHY’nin ardından, KTHY çalışanları, erzak, yiyecek, giyecek için yardım çağrısı yapacak kadar zor duruma düşmüştü; hatta hatırlayanlar olacaktır, o dönem KTHY’li bir ailenin kendi evlatlarının en temel gereksinimlerini bile karşılamakta yaşadıkları zorluklar, vicdanlı insanların yüreğini burkmuştu…

2011 yılında, AKP’nin dayattığı ve Kıbrıslı Türk emekçileri yoksullaştırma ve Kıbrıslı Türk halkının varlığını ortadan kaldırma amaçlı ekonomik paketlere karşı direniş ve Erdoğan’ın “besleme aşağılaması”, toplumsal öfkeyi daha da kabartmıştı…

Kıbrıslı Türk siyasi tarihih en işbirlikçi ve en onursuz kadrolarını barındıran UBP’nin hükümeti döneminde neoliberal uygulamalar tüm hızıyla devam ederken, aynı UBP zihniyetinin, Lefkoşa Türk Belediyesi’nde yarattığı bataklık 2012 yılında zirve yapmış ve bundan en olumsuz anlamda etkilenen yine emekçiler olmuştu ve LTB emekçilerinin büyük ve haklı öfkesi sonucu yaptıkları eylemler, yine bazı kesimler tarafından “anlayışsızlık ve saygısızlıkla” karşılanmıştı…

2013 yılında, toplumsal öfke, UBP hükümetini devirdi. Öyle bir devirdi ki, partinin genel başkanı İrsen Küçük, yeniden milletvekili bile seçilemedi. CTP, tıpkı 1993’teki gibi, tıpkı 2005’teki gibi yine tabanı tarafından umutla hükümete getirildi ancak CTP verdiği sözleri tutmayınca, neoliberal uygulamalara dair ciddi hiçbir girişim yapılmayınca, ve özellikle yılların da aradan geçmesiyle birlikte Göç Yasası’na dahil olanların sayısı arttıkça (ve kamuda çalışma koşulları kötüleştikçe, özel sektörde de çalışma köşülleri daha da kötüleştikçe) toplumsal öfke yeniden canlandı, eylemler daha sert ve radikal olmaya başladı ve böyle de devam ediyor, edecek de…

Bir yandan kamu emekçilerinin Göç Yasası’na karşı verdiği mücadele, öte yandan Bağımsızlık Yolu’nun başlattığı, özel sektör çalışanları başta olmak üzere sendikasız çalıştırılmanın yasaklanmasını talep eden kampanya, bu mücadeleyi daha da büyütecek…

***

İşte tüm bu gelişmeler ve bu gelişmelere karşı tepkiler gerçekleşirken, bir kısım sözde “tarafsız” ve “sağduyu” sahibi kişiler bizi sürekli “sakin olmaya”, “sağduyulu davranmaya”, “üslubumuza dikkat etmeye”, “öfkeli olmamaya”, “karşılıklı anlayış içinde davranmaya” ve eylemlerimizi “tatsız bir noktaya taşımadan” gerçekleştirmeye davet ediyorlar…

İşin en acıklısı, bu davetçilerin arasında, emekten, soldan, demokrasiden yana olduğunu söyleyen gazeteciler, vekiller, akademisyenler ve çeşitli partililer var…

Öncelikle belirtelim; elbette “mücadele için her şey mübah” gibi bir anlayışı kabul etmek zaten mümkün değil…

Ancak toplum gittikçe ısısı artarak kaynayan bir kazan olma yolunda ilerlerken, o kazanda yanmaya bırakılanların çığlıklarına cevap olarak “üslubumuza dikkat edelim, karşılıklı anlayışımızı yitirmeyelim” demek, soldan değil gerçekten de tam anlamıyla ‘sağ’duyudan yana olmaktır…

Bu “anlayışlı olalım” ikiyüzlülüğünün temellendiği şey ise, bizim küçük bir toplum olduğumuz, birbirimizi bildiğimiz, günün sonunda birbirimize kalalacağımız ve bu yüzden de ne yaşanırsa yaşansın “saygı sınırlarını” korumamız gerektiği düşüncesidir…

Kazanı yakanlara, gencecik emekçileri o kazanlara atanlara dönüp de “biz birbirimizi biliriz, nedir sizin yaptığınız” demeyen bu “sağduyulu” anlayış, kazana atılanların çığlıklarında “anlayış” ve “duyarlılık” arıyor…

Yangını çıkaranlara tek laf etmeyen bu “duyarlı” anlayış, yangını söndürmeye çalışanlara “suyun tazyiki çok fazla, lütfen kimseyi kırmadan bu işi çözelim” diyebiliyor…

Özel sektördeki patronlar özel sektör emekçilerinin ruhunu sömüre sömüre zenginleşirken sesi pek çıkmayan, genç kamu emekçilerini kıskacına alan Göç Yasası’na karşı sağlam ve kararlı bir duruş sergilemeyen ve memleketteki her adaletsizliği “kınamakla” ya da “üzüntü duymakla” geçiştiren bu sağduyulu çevre, buna isyan edenleri canhıraş bir şekilde “akl-ı selim”e davet ediyor…

Davetiniz kabulümüz değildir…

Biz, “keskin sirke küpüne zarar” sözünün hepimizin atasının değil, egemenlerinin atalarının sözü olduğunu bilecek kadar “sağduyuluz”…

Düzeninize öfke duymak ayıp değil, bir görevdir…

Biz öfkeyle kalktığımızda, siz zararla oturacaksınız !

Celal Özkızan

Be the first to comment

Leave a Reply