Brexit: Dağılmış pazar yerlerine benziyor AB – Celal Özkızan

Dün gece sonuçlanan referandumla birlikte, Britanya halklarının yüzde 52’si AB’den ayrılma, %48’i ise AB’de kalma yönünde oyunu kullandı…

Bu karar, Kıbrıslı Türkleri doğrudan etkiliyor; zira Kıbrıslı Türkler’in arzuladığı birleşik bir Kıbrıs özlemi, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin –halâ- AB’de olmasından dolayı, AB üyeliğini de otomatik olarak içeriyor. Bu nedenle AB’nin bugünü ve geleceği, bizlerin gelecekteki yaşamlarımızda –şimdilik ihtimal düzeyinde de olsa- ciddi bir etkiye sahip…

Bu açıdan baktığımızda, Kıbrıs’ın kuzeyinde bu konuyla ilgili kalem oynatanlar, ilginç bir şekilde “Britanya AB’de kalmalı” tavrını kararlılıkla ortaya koydular, hatta Britanya’da yaşayan pek çok Kıbrıslı Türk de bu yönde oy kullandı…

Bu konuda kalem oynatan Kıbrıslı Türkler ise, “Britanyalı milliyetçiler ayrılmayı istiyorlar, o yüzden ayrılmak kötü, Britanya AB’den çıkarsa, bu durum aşırı sağa güç verecek, diğer ülkelerde de milliyetçilerin sesi yükselecek, göçmen düşmanlığı artacak” diyorlar…

Bu tespitler elbette haksız sayılmaz, ancak bunlar sadece “sonuç”. Bu sonuca yol açan sebep, gerçekten basitçe AB’nin içinde kalıp kalmama meselesi mi ?

***
Her şeyden önce bilmek lazım, AB, başta Almanya ve Fransa odaklı olmak üzere Avrupa büyük sermayesinin kurduğu ve öncülüğünü yaptığı emperyalist bir kulüp. Özellikle 2007’den beridir bu kulübün –zaten temelleri 80’lerle birlikte ortadan kalkan- “sosyal refah” anlayışı iyice gözden çıkarıldı. Avrupa’nın emekçi halkları, “kemer sıkma önlemleri” adı altında, çok ciddi bir işsizlik, yoksulluk ve depresyon süreci içine itildiler. Bu durum da haliyle, anaakım siyasetlerin popülaritesini kaybetmesine ve alternatiflerin yükselişine neden oldu. Bu alternatifler arasında soldan olanlar da vardı, maalesef aşırı milliyetçiler ve faşistler arasından da. Yani kısacası, kapitalizmin tarihinin her döneminde olduğu gibi, aşırı milliyetçiliğin ve faşizmin yükselmesinin sebebi, ekonomik krizin kendisiydi ve bizzat AB’nin de başını çektiği sermaye güçleri, bu krizin bedelini emekçilere ödetmeye çalışarak, alternatif siyasal hareketlerin güç kazanmasına zemin hazırlamışlardı. Örneğin Yunanistan ve İspanya toplumlarında dengeler solun lehine olduğunda ve işçi sınıfı görece daha örgütlü olduğunda sol siyasal hareketler daha çok sivrilirken; İngiltere ve Hollanda gibi ülkelerde ise tam tersi yaşanıyordu…

Bu analizi yapmaksızın, “aman AB dağılmasın sonra milliyetçilik yükselecek” demek, “ben iktidarı ele geçirecek sosyalist bir alternatif yaratmak adına elimi taşın altına koymuyorum, ama rahatım da bozulsun istemiyorum, o yüzden lütfen faşistler ve aşırı milliyetçilerin de istediği olmasın, çünkü o zaman, şu an içinde bulunduğumuz görece burjuva demokratik düzlemde, hiçbir dönüştürücü faydam dokunmadan, entelektüel sermaye devşirme adına takındığım eleştirel duruşumu da korumanın bedeli büyük olacak” demektir…

Ancak bir laf vardır, hem pasta tüm, hem köpek tok olmaz…

***
Peki Britanya’nın AB’den ayrılmasına sevinmeli miyiz o zaman ?

Yani emperyalist bir kulübün çatırdaması mıdır olmakta olan ?

Sermaye güçleri bütünlüğünü mü kaybetti demeliyiz, olumlu bir durum mu bu ?

Bu sorulara yanıt vermek de, başka bir analizi gerektirir…

Her şeyden önce, Almanya ve Fransa, sanayi ve ticaret odaklı sermayenin yoğunlaştığı bölgelerken, İngiltere ise, ABD finans sermayesi ile ittifak halinde olan finans sermayesinin yoğunlaştığı bir bölge…

Yine tarihsel olarak Britanya, gerek askeri gerek stratejik anlamda ABD’nin etki sahasındayken, AB ise Almanya merkezli alternatif bir emperyalist odak haline geldi yıllar içinde…

Dahası bugün sermaye çevreleri arasında, kapitalizmin gittikçe içine battığı krizden nasıl çıkılacağına dair hararetli tartışmalar da sürmekte ve çeşitli “sermayelerarası hegemonik projeler” de kendi içinde çarpışmakta; bu çarpışma o denli ayyuka çıkmış durumda ki, IMF ve Dünya Bankası ard arda neoliberalizme ve oligopolleşmeye kısmen de olsa eleştirel diyebileceğimiz yaklaşımlar ortaya koymaya başladılar. Elbette bu tartışmalardan emekçiler lehine bir gündem çıkmayacaktır, ancak sermaye kurumları da, mevcut durumun sürdürülebilir olmadığının farkındalar…

Kısacası önümüzde çok değişkinli bir tablo var, ve burda yapmamız gereken şey bir taraf seçmek değil, bu keşmekeş arasına, işçi sınıfının kendi siyasal örgütlenmelerini ve en nihayetinde yerelliği de içererek aşıp enternasyonalist bir zeminde buluşacak sosyalist bir siyasal projeyi ortaya koyması için, kendi yerelliğimizden başlayarak sınıf mücadelesini yükseltmek olmalı…

Örneğin Fransa işçi sınıfı, aylardır muazzam bir örgütlülük ve kararlılıkla direniyor. Fransız milliyetçiler ise, bu öfkeyi kendi siyasi rantlarına alet etmek için şimdiden “AB’den biz de çıkmalıyız” propagandasına başladılar bile. Olası bir “Frexit” durumunda, yine durup “aman AB’den çıkılmasın sonra milliyetçilik yükselir” diye de hayıflanabiliriz, sekter ve yıkıcı bir tavırla “AB zaten emperyalist bir kulüp, bırakın çıksınlar” deyip, sözde radikallik adı altında aşırı sağ alternatiflerin yükselişine de tanıklık edebiliriz…

Oysaki bizim yapmamız gereken, ister milliyetçi olsun ister AB’ci, sermaye projelerinin arasında tercih yapmak değil, sınıf mücadelesini yükseltmek olmalı; en önce kendi topraklarımızdan başlayarak…

O yüzden ağzına “sınıf mücadelesi” ve “sosyalizm” sözcüklerini almadan ve bu tavırla mücadele etmeden “AB dağılırsa milliyetçiler yükselecek” diye ağlaşanlardan da, sekter bir tutumla “AB zaten emperyalist bir kurum, bırakın dağılsın” diyerek hiçbir derde derman olmayanlardan da uzak durup, kendi gündemimizi ve kendi projemizi ortaya koymaya başlayacağız…

“Tercih eden” değil, “tercih yaratan” olacağız…

Hade !

Celal Özkızan
Bağımsızlık Yolu