DON KİŞOT’A YEL DEĞİRMENİ LİBERALE KAMU SEKTÖRÜ – CELAL ÖZKIZAN

Derdimi anlatmadan önce, söyleyecek başka hiçbir şeyi olmayanların suistimallerini engellemek için bazı notlar düşmem gerek :

1 – Sosyalistler, “devletçi” ya da “kamu sektörcü” değildirler. Halkın hakları (parasız eğitim, sağlık, ulaşım, barınma) anlamında kamusal hakları elbette savunurlar ancak bu savunma, gündelik anlamdaki ve algıdaki devleti ya da kamu sektörünü savunmakla eşdeğer değildir. Hatta, liberallerin nerdeyse hepsi devleti az da olsa bir gereklilik olarak görürlerken (ki gerçekte sermaye sınıfı için pek çok açıdan devlet çok gereklidir), sosyalistler için devlet, belli başlı koordinasyon ve idari amaçlı kurumsal yapılanmalara ihtiyaç duyulmakla birlikte ortadan kalkması gereken bir yapıdır.

2 – Kıbrıs’ın kuzeyinde sosyalistler, üretken olmayan, verimli çalışmayan ve aşırı derecede şişkin olan “kamu sektörü”nün mevcut haliyle savunucusu değildirler. Hele hele evinde oturup da maaş çeken müşavirlerin varlığından ya da Göç Yasası öncesi ve sonrası kamuda istihdam edilenler arasındaki derin maaş ve hak farklılıklarından hiç memnun değildirler.

 

Peki öyleyse neden, ruhunu sermayeye satmış liberaller, kamu sektörünü “toplum yararına” küçültmeye, verimli ve adaletli kılmaya çalışan adalet ve özgürlük savaşçıları gibi kendilerini pazarlarlarken, sosyalistleri de sanki bu çarpık düzenin savunucusu gibi göstermeye çalışıyorlar ?

 

***

Bu önemli sorulara cevap verebilmek için, bazı şeyleri açıklamamız lazım…

 

Her şeyden önce sadece sosyalistler değil, aklı başında her insan, sorunların çözümünü, o sorunların doğurduğu sonuçlarda değil o sorunların sebeplerinde ararlar…

 

Elbette bazı sorunların sonuçlarının kendisi bir sorun haline gelebilir ya da bazı sorunların sonuçlarına müdahalede bulunmak da faydalı olabilir…

 

Öte yandan böyle bir fayda, ancak o sorunlar sebepleriyle birlikte ele alındığında gerçekleştirilebilir…

 

Kıbrıs’ın kuzeyindeki şişkin kamu sektörünün en temel sebeplerinden biri üretimden kopuk olmamızdır; hafif sanayi üretimi nerdeyse tamamen ortadan kaldırılmıştır, tarım ise hem kendi içinde ciddi bir planlamadan yoksundur, hem tüccarları zengin eden ithâlat yanlısı uygulamalar nedeniyle gelişememektedir hem de sanayi üretimi –olmadığı için- ile bağı kurulamadığından gelişememektedir…

 

Bunun anlamı açıktır : Kıbrıs’ın kuzeyindeki istihdam alanları, çok büyük çoğunlukla hizmet sektöründe toplanmıştır. Son yıllardaki resmi verilerin kabaca bir ortalaması alındığında, istihdam alanlarının dağılımı şöyledir : % 80 hizmet sektörü (kamu hizmeti, turizm, eğitim, ticaret, haberleşme, ulaşım…) % 8-9 sanayi sektörü, % 7 inşaat sektörü ve % 4-5 tarım sektörü…

 

Sanayi sektörünün ve tarım sektörünün yeterli istihdam yaratamadığı gerçeği gün gibi ortadadır; öte yandan, Annan Planı sonrası patlama yaşayan ancak bir süre sonra düşüşe geçen inşaat sektöründeki çalışma koşulları ise kölelik halidir…

 

Hizmet sektörünün kendi içindeki dağılımına baktığımızda, kamu hizmetinin toplam istihdam içindeki payı yüzde 20’yken ve gittikçe düşüyorken, özel hizmet sektörü ise yüzde 60 civarındadır ve artmaktadır. Özel hizmet sektörü ise, yanında çırak veya birkaç kişi çalıştıran esnaflar ve küçük dükkan sahiplerinden, büyük GSM şirketlerine kadar geniş bir yelpaze içinde çeşitlenmektedir…

 

***

Bütün meselemiz de burda başlıyor zaten…

 

Şu an, üretimden kopukluğun (ki söylemeye gerek bile yok ama Kıbrıslı Türk halkı, hafif sanayi üretminden nerdeyse tamamen, tarımsal üretimden ise kısmen, bizzat Türkiye devleti ve onun Kıbrıs’taki yerli işbirlikçileri tarafından koparılmıştır) en temel sonuçlarından biri, hizmet sektörünün istihdam anlamındaki ağırlığıdır…

 

Bu sorunu çözmeninse biri egemenlerin ve sermayenin işine yarayan diğeri ise halkın işine yarayan iki yolu vardır. Bunları ortaya koymadan önce, bir durum tespiti daha yapalım :

 

Egemenler, mevcut durumun en temel sebebinin üretimden kopukluk olduğunu asla dile getirmezler; üretimsizliği de hala savunurlar çünkü üreten bir halk hem bağımsızlığa daha eğilimli olur, hem de daha güçlü, örgütlü ve kararlı bir mücadele kültürüne sahip olur. Zaten bu yüzden Kıbrıslı Türk halkı üretimden nerdeyse tamam koparılmış, memur kadrolarına doldurulmuş ve üretimden doğan sağlıklı bir refahı geliştirmek yerine, finansal anlamda Türkiye’ye bağımlı bir yapıya sahip olmuştur. Bizimkisi gibi ekonomik değil stratejik sömürge olan coğrafyaların halklarının “huzursuzluk çıkarmaması” için böylesi “nispi ve suni refah” durumları yaratılagelmiştir hep. Ancak neoliberal döneme girmemizle birlikte, kapitalizmin krizinin doğurduğu sonuçlar, egemenlerin böyle tavizleri dahi vermesini olanaksız kılmıştır ve bu yüzden tüm kapitalist toplumlarda olduğu gibi bizde de, katı neoliberal uygulamalar (sözde Sosyal Güvenlik Yasası, Göç Yasası ve ardından gelen 2 ekonomik protokol, sosyal devlet uygulamalarının kısıtlanması, özelleştirmeler…) aracılığıyla bu nispi refah dahi ortadan kaldırılmak isteniyor.

 

Bu çerçevede, egemenlerin çözümü ve halkın çözümü şöyle ayrışıyor :

 

1 – Egemenler ve onların sözcüleri, kamudaki şişkinliğe sebep olan üretimden kopukluk değilmiş de sanki herkes durduk yere memur kadrolarına doldurulmuşçasına, bütün önlemlerini sorunun sebebine değil sonucuna yönlendiriyor ve ya kamu sektörünü/hizmetlerini daraltıyor (sosyal harcamaların kısıtlanması, özelleştirmeler…) ya da mevcut hacminin içinde bulunanların maaşlarında ve haklarında çok ciddi kesintilere gidiyor (Göç Yasası, sözde Sosyal Güvenlik yasası…) Öte yandan, Kıbrıs’ın kuzeyinde mevcut işsizlik zaten yüzde 10’ken, kamu sektörünün daralması sonucu hem işsizlik artacaktır, hem de işsiz insanlar çoğunlukla, mecburen, en geniş istihdam alanı olan özel hizmet sektörüne yöneleceklerdir. Özeldeki çalışma koşulları, mevcut durumda bile, tam bir kölelik halidir : aşırı güvencesiz çalışma, sendikasızlık, uzun ve belirsiz mesai saatleri, patronların aşağılmaları ve tepeden bakan tavırları ve daha nicesi… Egemenler ve sözcüleri, üretimsizliği bir sorun olarak asla kabul etmeyeceklerinden, yeni işsizler ordusu da haliyle özel hizmet sektörüne yedekleneceğinden, özeldeki koşullar bugünkünden de daha kötü olacaktır (çünkü dışarda o işleri dahi yapmaya muhtaç insanların sayısı artacak ve patronların “ne istersem yap, ne verirsem razı ol, çünkü dışarda o işi yapacak binlercesi var” kozu güçlenmiş olacaktır). Görüldüğü üzere, mevcut yapıya hiç dokunmadan, mevcut yapının içinde egemenler tarafından gerçekleştirilen sözde kamu reformlarının doğuracağı sonuç budur; yani daha fazla işsizlik, daha fazla yoksulluk, daha düşük ücretler, daha güvencesiz çalışma koşulları, yani daha beter kölelik koşulları. İşte “verimlilik, adalet ve özgürlük savaşçısı” diye kendini pazarlayan liberallerin bize sundukları budur.

 

2 – Halkın çözümü ise, mevcut yapının, bu yapı dibine kadar çarpık olmakla birlikte, bir sebep değil bir sonuç olduğunun bilinciyle şekillendirilmelidir. Kamu sektörünün şişkinliğinin sebebi üretimden kopukluk ve rejimin –kamu sektörü üzerinden- nispi refah yoluyla bir meşruiyet yaratma isteğiyse, iki şey dikkate alınmalıdır : Birincisi, emekçilerin kendilerinin, kendileri için örgütlediği bir hafif sanayi (ve buna ilişkilendirilmiş planlı bir tarım ve köy/köylü örgütlenmesi); ikincisiyse, rejimin artık bir meşruiyet kaynağı olarak kullanmakta gittikçe zorlandığı kamu sektörü istihdamları yerine yöneldiği yeni meşruiyet alanlarına (asimilasyon sürecinin boyut değiştirerek hızlandırılması gibi) karşı ciddi bir muhalefeti örgütlemek.

***

 

Bugün sürekli utanmadan adaletten ve eşitlikten söz eden liberaller, çok somut sorulara cevap veremiyorlar : Göç Yasası’ndan sonra işe giren kamu çalışanlarının eğer aile yardımları olmasaydı içine düşecekleri sefaleti, Hayat Pahalılığı düzenlemesi ile bu çalışanların maaşına fazladan 60-100 lira arası artış yaparak mı iyileştirecekler ? Özel sektördeki kölelik koşullarına, sendikalaşmanın olmamasına dair en ufak bir laf bile etmemeleri, bırakın sosyalistliği solculuğu, liberalliğin bile vicdanına sığar mı ? “Dinamik sektör” olarak nitelenen inşaat sektöründeki iş cinayetleri, yaralanmaları ve aşırı ucuz ve güvencesiz işgücü sömürüsü meselesi hangi ideolojik çerçeveye sığar ? Halkın tüm kesimlerinin alımgücünün düşmesiyle, küçük işletmelerin ve esnafın satışlarının azalması, böylece de dükkanların bir bir kapanıp, zenginliğin daha az elde toplanmasına yol açmayacak mı ?

 

Hantal olan kamu değil, rejim !

 

Çözüm de reform değil devrim !

 

Celal Özkızan

Baraka aktivisti

 

Be the first to comment

Leave a Reply