EMEĞİMİZ RIZKIMIZDIR KORUMAK HAKKIMIZDIR – E. SABİH BENZETSEL

Çalışma hayatı binbir zorlukla doludur. Özellikle ortalama bir gelir ve ortalama bir iş yüküne sahip bir özel sektör çalışanı için bu tanım çok daha belirgindir. Her ne kadar bir emekçinin yaşamsal öğelerini saymak tek başına bu yazının haddi olmasa da “hak” kavramının nasıl da açgözülülüğün esiri haline geldiğini, insan emeğinin nasıl kıymetsizleştirildiğini ve birilerinin lüksünün birilerinin rızkına nasıl ipotek koyduğunu zerrece dillendirebilirsek boşuna yazmış olmayız. Nitekim bu yazının kapsamı ağırlıklı olarak güvencesiz, ekmeği patronun iki dudağının arasında olan, asgari ücretle çalışan hatta kimi işyerlerinde bunu bile alamayan insanlara yöneliktir.

Bir patron ürettiği, pazarladığı ürünü ya da sunduğu hizmeti üretmeyi, pazarlamayı ya da sunmayı olabildiğince düşük maliyetle gerçekleştirip olabildiğince yüksek fiyata  satmayı becerebildiği ölçüde para kazanır. Tabi bu bir beceriden çok hırsızlık diye tanımlanabilir. Neden mi? Üretilmiş ya da satılmış ürünün ve hizmetin ya da değişim değeri olan yani karşılığında bir şey talep edilebilecek olan herhangi bir tüketim nesnesinin değişim değeri kazandığı, daha basit ve aslında daha doğru bir deyişle para etmeye başladığı süreçte o düşürülmeye çalışılan maliyetin bir öznesi de emekçidir. O düşük maliyete getirilip yüksek fiyata satılan malı ve hizmeti alacak olan da çoğunlukla maliyeti düşük tutulan emekçidir. Açlık sınırı, hayat pahalılığı, enflasyon gibi kavramları hayatımıza sokan da çok becerikli ekonomistlerin çok teknik ve akıl dolu ekonomi programlarında bizlerin anlayamayacağı mükemmel çözümlemeleri değil bizzat hayatın bu gerçeğidir.

Halbuki hep başka anlatılmıştır, patron iş verir, işçi çalışır evine onuruyla ekmeğini götürür, patron namusuyla çalmadan çırpmadan ve işçiden daha zeki, birikimli, çalışkan ve programlı olduğu için daha çok para kazanır (işin aslı o parayı kazanacak parası zaten vardı ancak bunun derinlemesine inmek için insanlık tarihini burada hatmetmemiz gerekir, nitekim şahsen benim öyle bir birikimim ya da zekam olmadığından topu yine Marx’a atıyorum.), işçi ise kendi çapınca ve yeteneklerince koşullar elverdiği ölçüde ve de patron sayesinde geçimini sağlar. Patron vergisini verir devlet kalkınır, patron ne kadar çok kazanırsa devlet de o kadar çok kalkınır, halka o kadar iyi hizmet gider. Bir gün patron kazanmak için gerekli araçları tükettiğinde, sermayesi tavan yaptığında ama o sermayeyi uykudan kaldırabilecek, yani çalıştırıp daha fazla sermaye üretebilecek yani daha çok para kazanabilecek bir yol kalmadığında devlet gerekirse ona kendi hareket alanlarını devreder. Patron da böylece daha çok kazanır, daha çok işçi çalıştırır, daha çok vergi verir, ekonomimiz kalkınır, gelişir hatta kafanız yeterince güzelse uçar ! Pardon da o iş öyle değil. Tarih başka söylüyor. Tarih diyor ki; önceki zaten bir sömürü biçimiydi, bu aynı sömürünün hayatın başka alanlarına yayılmasıdır. Patron ne kadar çok işçi çalıştırırsa o kadar çok insanın maliyetini düşürmeye çalışıyor demektir. Patron ne kadar çok vergi veriyorsa o kadar çok kazanmıştır aslında, dahası bu vergi meselesi de iç ve dış piyasalarda pazara güven verip müşteri hacmini genişletmek için kullanılan bir prestij malzemesine çevrilmiştir zaten. Ne ki bunu umursamayan daha az zengin kesimi de olabildiğince vergiden muaf kalmanın yollarını zorlar, şanslıdırlar ki teşvik, ekonomiyi canlandırma girişimleri gibi yaldızlı isimlerle devletin de çokça çanak tuttuğu bir vaziyettir.  Ulaşım, enerji, barınma, beslenme gibi hayati gereçler de az önce kurduğumuz para etme denkleminin ortasında bulur kendisini ve bir bakarız ki terzi kendi diktiği elbiseyi satın alamaz olmuş ve inanılmaz bir şekilde her şey, bu yukarıda bahsettiğimiz her şey yasaldır, kitabına uygundur, kanunsuzluk yoktur, yürürlükteki kanunlarca hukuka aykırılık yoktur şu halde hakkaniyete uygundur. Uygun mudur? Afedersiniz ama bok uygundur!

Elbette emekçilerin de hukuken hakları vardır. Bu haklar yüzyıllar süren bir savaşımın sonunda mücadeleyle edinilmiş haklardır. Yani öyle lütfedilmiş, birilerinin bahşettiği bir iyilik sarmalından değil ter dökerek, can vererek, örgütlenerek, mücadele edilerek kazanılmış haklardan bahsediyoruz. Ancak düzen gün geçtikçe bu hakları budamaya devam ediyor. Henüz budanamamış olanlarsa patronlarca kolaylıkla görmezden gelinebiliyor. Brecht’in Kural ve Kural dışı adlı tiyatro eserinde geçen bir replik genel durumu çok iyi özetliyor; “En ağır işi yapan en az ücreti alıyor”. İşte tüm bu absürdlüğün karşısında emekçilerin de bir silahları olmalı: Sendika !

“Sendikasız Çalıştırılmak Yasaklansın” kampanyası yukarıda bahsedilen/bahsedilmeyen onlarca adaletsizliğin karşısında güvencesiz, karın tokluğuna, ağır koşullarda çalışan tüm emekçilerin hak mücadelesi verebilmesi adına bir yol açma çabasıyla sürüyor. Evet her ne kadar meşruluğu çok keskin olsa da “bu talebiniz devletten ne kadar yanıt bulacak” sorusu kulaklarımızda çınlıyor zira derdimiz bir kurtarıcı aramak değil, derdimiz emekçilerin kendi öz örgütlülüklerini yaratarak insanca bir yaşam için mücadele edebilmelerinin yolunun açılması.  Biz de biliyoruz ki ne şimdiki hükümet ne de bundan sonra gelecek olan düzen partileri bu yolu yürümeyecek hatta yürüyenlere atabilecekleri tüm çelmeleri atmaya çalışacaklar. Fakat bu çaba tarihselliği mağlup edemeyecek; Bugüne kadar emekçilerin tüm kazanımları mücadele ile elde edilmiştir, bundan sonrakiler de öyle olacak.

Kavgamızın yanı emektendir
ve siz, ancak bir ölününki kadar yüksek sesle bağıran suskunlar!
kesilmişse bu dünyadan kısmetimiz, sizin yüzünüzdendir…

Sendikasız Çalıştırılmak Yasaklansın!

Eyyüp Sabih Benzetsel

Be the first to comment

Leave a Reply