EVDE, SOKAKTA, İŞTE, ÖRGÜTTE KADINLAR HERYERDE-PINAR PİRO

25  Kasım 1960 sabahı, Dominik Cumhuriyeti’nde bir uçurum kenarında üç kelebeğin hayatı solarken, binlerce kelebek daha hızlı kanat çırpmaya başlar.

Bu üç kelebek Patria, Minerva ve Maria Mirabel kardeşlerdir. Trujillo diktatörlüğüne karşı mücadele ettikleri için, diktatörlüğün askerleri tarafından, tecavüz edildikten sonra vahşi bir şekilde katledilmişlerdir. Mirabel kız kardeşlerden birinin kod adının Kelebek olmasından da esinlenerek; o günden sonra bu üç kız kardeş, gerek Dominik’te gerek dünyada “Kelebekler” adıyla efsaneleştirilerek anılmaya başlarlar.

Bu olayın ardından,1981’de Dominik’te toplanan Latin Amerika Kadın kurultayında; 25 Kasım “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele ve Uluslararası Dayanışma Günü”  olarak kabul edilir. Daha sonra 1985 yılında, BM tarafından “25 Kasım, Kadına Yönelik Şiddetin Yok Edilmesi Için Uluslararası Mücadele” günü ilan edilir. 1981’den bu yana da,  dünyanın dört bir köşesinden kadınlar, efsaneleşen bu üç kelebeği çeşitli etkinliklerle anmaktadırlar.

 

***

Kadına Yönelik Şiddet ve Demokratik Kitle Örgütleri

Bu yıl da, 25 Kasım akşamı ülkemiz sokakları hep bir ağızdan haykırılan “Kadına Şiddete Son” sloganları ile yankılandı. Yürüyüşe katılan tüm kadınlar, erkekler, LGBT bireyler, omuz omuza vererek şiddete karşı mücadeleyi yükselttiler. Şiddetin kendilerine yakın olmadığını düşünenlerse, onları izlemekle yetindiler.

 

Oysa ki gazetelerde, televizyonlarda ve internet haberlerinde aşk cinayetleri, darp haberleri, taciz ve tecavüz girişimlerini içeren haberlere sık sık rastlamaktayız. Yani şiddet o kadar da uzağımızda değil. Bu haberlerdeki şiddet sebeplerinin her biri birbirinden farklı. Ancak hiçbir sebep kadına şiddet uygulamayı haklı çıkarmıyor. Ülkemizdeki şiddet uygulamaları haberlerde görüp duyduğumuzla da kalmıyor. Birçok evde, işyerinde, sokakta kadına yönelik şiddet uygulanıyor.  En çarpıcı örnekleri ile karşımızda duran şiddet, ne herhangi bir sınıfa özgü bir davranıştır ne de eğitim almışlık durumuna. Şiddet karşıdakini kendinden daha güçsüz görüp onu tahakküm altına alma girişiminin bir sonucudur. Ve çok uzun yıllardır kadınlar şiddet görmektedir.

 

Şiddeti sadece fiziksel boyutlarda düşünmek de, birçok kişinin düştüğü bir yanılgıdır. Başımızı kaldırıp da etrafımıza daha dikkatli baktığımız zaman farkedebileceğimiz, bir kez bile bedensel hiçbir zarara uğramamış, ancak babası, arkadaşı, kocası,patronu tarafından sözel olarak sürekli baskı görmüş, ezilmiş kadınlar, tahmin ettiğimizden çok daha fazla olacaktır. Bu türden bir şiddete belki de yüzlerce defa şahit olmuşuzdur da, bunun bir şiddet biçimi olabileceği aklımızdan bile geçmemiştir. Babamız annemize kızmıştır mesela, gömleğini ütülemediği için… Sevgilimizle tartışmışızdır giydiğimiz kıyafet, konuştuğumuz kişiler nedeni ile… Kadın iş arkadaşlarımız mobbinge uğramıştır da, biz farkında bile olmamışızdır.

 

Yani, kadına yönelik şiddete karşı mücadele ederken, şiddetin hemen yanıbaşımızda olduğunu bilerek atmak gerekiyor adımlarımızı. Hergün yüzlerce kadının çok sevdiği sevgilisi tarafından öldürüldüğünü, yüzleri morarmış kadınların pencerelerden dahi bakamadığını, işyerlerinde ve sokaklarda kadınların özgürlüğünün kısıtlandığını ve bu yüzden de ataerkil yapının ve güçsüzü ezme dürtüsünün aşılması gerektiğini unutmadan, olabildiğince çok kadının koluna girip doğrulmasını sağlamak, toplumda özgür bir birey olarak yaşayabilme koşulunu hepbirlikte oluşturmak gerekiyor.

 

İşte tam bu noktada da en büyük görev demokratik kitle örgütlerine, özellikle de karma örgütlere düşüyor. Bunun için önce örgütlerin kendi yapılarını düzenlemeleri gerekiyor. Nasıl bir dünya kurgulanıyorsa, öyle bir örgüt oluşturulması ve bu temellere dayanılarak mücadele etmek, hedeflenen dünyaya ulaşmak için en önemli unsurdur.

Evde, sokakta, iş yerlerinde kadın erkek eşitliğinden, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden bahseden ve bunun için mücadele eden tüm yapıların savundukları tüm ilkelere örgüt içinde de uyması gerekmektedir. Kadın üyelerine önem vermeyen, onların fikirlerini değersizleştirip dikkate almayan, kadın sorunlarını konuşmayı gündemlerinde alt sıralara aktaran, yönetimlerinde kadınlara yeterli sayıda yer vermeyen veya yer alan kadınlar üzerinde de baskı kurarak kararlarını etkilemeye çalışan, önemli gördükleri görüşmelere kadın temsilcileri göndermeyen, kadınları sadece kadınlarla ilgili konularla görevlendiren örgütler, sokaklara çıktıkları zaman içi boş cümlelerle mücadele etmekten başka bir şey yapmamaktadırlar.

 

Bugün kadınlar ataerkil sistemden kaynaklı bir çok sorunla başa çıkmaya çalışmaktadırlar. Bir yandan ev temizliği, diğer yandan çocuk bakımı ve kocasının gönlünü hoş tutma görevi hergün kadının omuzlarına yüklenmektedir. Ataerkil sistemde ezilen kadınlar, hayatta biryerlere tutunabilmek, özgürlüğünü kazanabilmek için iş ortamlarında yer almaya başlamış olsa bile, kadınlık görevleri peşini bırakmamaktadır. Tüm ev işlerinin yanına bir de çalışma hayatı eklenmiştir. Toplumsal bilinci biraz daha gelişmiş kadınlar da, çalışma durumuna bağlı olarak bir sendika veya karma bir demokratik kitle örgütüne üye olmayı tercih edebilmektedir. Ancak omuzlardaki yük hala devam etmektedir. Örneğin, ülkemizdeki hiçbir örgüt, üyeler çalışmalarını sürdürürken çocuklarını bırakabilecekleri bir ortamı onlara  sunmamaktadır. Evde temizlik ve yemek yapan kadınlar, örgütlerinde de bina temizliğinden ve ikramlardan sorumlu kişiler olarak görevlendirilmektedir. Tüm bunlara bakıldığında, kadına yönelik şiddetle mücadele etmeyi hedefleri arasına koyan örgütlerin öncelikle yapmaları gereken, kendi içlerine dönük analizler yaparak, erkek egemen yönetimden uzaklaşıp, eşitliğe dayalı bir yapı oluşturmaktır.

 

Örgüt İçi Şiddet ve Kadın Beyanı

Hayatını aşk veya töre cinayetinde kaybetmiş, defalarca tecavüze uğramış birçok kadın, anlattıklarına inanılmadığı için, sığınmak üzere gittiği kapılar yüzüne kapandığı veya korunmak için başvurduğu polis veya mahkeme onu geri çevirdiği için bu şiddete maruz kalmıştır. Bu aşamada demokratik kitle örgütleri devreye girmelidir. Bu örgütler, kadına yönelik şiddetin son bulması için, şiddete uğramış kadınların haklarını savunmalı ve ilgili kurumların görevlerini yerine getirmeleri için mücadele etmelidirler. Aynı zamanda da, toplumsal cinsiyet eşitsizliği ile mücadeleyi politikalarına alan demokratik kitle örgütlerinin, örgütlerinde  yaşanan kadına yönelik şiddete karşı da etkin mücadele ederek, yaşanan olaylar karşısında sessiz kalmayarak, soruşturma süreçlerini sağlıklı işletmeleri, şiddet uygulayan kişilere yaptırımlar uygulamaları çok önemlidir. Çünkü hayatın içinde yer alan kadına yönelik şiddet, ülkemizdeki birçok örgütte de yaşanmaktadır. Erkeklerin aldıkları kararları sorgulayan, yaptıkları yanlışlıkları eleştiren kadınlar, tehdit edilerek baskı altına alınmaya ve susturulmaya çalışılmaktadır.

Demokratik kitle örgütleri içerisinde yaşanan kadına yönelik şiddet ve taciz, görmezden gelinip saklanmaya çalışıldıkça, aynı eril tavırla kadınlar baskılanarak susturulmaya çalışıldıkça, mücadele zarar görecektir. Tıpkı evinde,sokakta, iş yerinde taciz ve şiddete maruz kalan kadınların, haklarını savunacak biri olmadığından susmayı tercih etmesi gibi, örgütler içerisinde de erkek egemen davranışlar normalleştirilmeye çalışılacaktır.

 

Bu bağlamda, örgütlerin yapabilecekleri en temel hareket, tüzüklerine kadın beyanı ile ilgili düzenlemeler eklemeleridir. Ve malesef, Baraka Kültür Merkezi dışında ülkemizdeki hiçbir örgütün tüzüğünde böyle bir düzenleme yapılmamıştır. Bir kadın tacize, tecavüze, şiddete uğradığını beyan ettiğinde soruşturma sürecinin başlatılması için bu yeterli olmalı, aksi kanıtlanana kadar kadının beyanı esas alınıp bu konuda disiplin kurulları devreye sokmalı ve konunun tarafsız bir şekilde incelenmesi sağlanmalıdır. Eğer örgüt içerisinde yaşanan bir şiddet varsa, örgütün adını lekeleyecek olan, bu durumun yaşanmış olması değil, saklanması ve inkar edilmesidir. Sokaktaki, evdeki, işyerindeki kadına yönelik şiddetin son bulmasının bir yolu, şiddeti uygulayan kişiye gerekli yaptırımların uygulamasından geçiyorken, örgütler içerisinde bu yol görmezden gelinmemelidir. Şiddetin son bulması için mücadele edilecek birçok etken vardır ancak üzerinde durulması gereken en önemli talep, şiddete uğradığını beyan eden kadının şikayetini dikkate alıp soruşturma başlatılmasını savunmak olmalıdır. Sokakta haykırılanlar, örgüt binalarına girilince unutulmamalıdır.

 

Ülkemizde kadına yönelik şiddetin son bulması için atılması gereken adımlar olduğu gün gibi açıktır. Bu adımlar kadın örgütleri ile birlikte atılabileceği gibi, her nekadar bahsedilen sorunları barındırsa da karma örgütlerde mücadele etmenin de gereklilik ve mücadeleye katkısı olduğu yadsınamaz bir gerçekliktir.

 

***

 

Sadece 25 Kasımlarda değil her gün sokaklarda bulunmaya devam edeceğiz. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğine, ayrımcılığa, ataerkil toplumsal şiddete, aile içi şiddete, savaşa,  ırkçılığa ve milliyetçiliğe,karşı; kadın dayanışmasını örecek, sesimizi yükselteceğiz. Kadına şiddet son bulana dek,  milyonlarca kelebekçesine kanat çırparak uçmayı sürdüreceğiz.

 

 

Baraka Kültür Merkezi Aktivisti

Pınar Piro

 Bu yazı, 29 Kasım tarihli Gaile Dergisi’nde yayınlanmıştır

Be the first to comment

Leave a Reply