FEMİNİSTLER YAŞANABİLİR BİR HAYAT PEŞİNDE – ÖZGÜL SAYGUN

‘Bir kadın’, ‘ilk kadın’, ‘bir hanfendi’. Bir tarafta alın size bir kadın aday neden yetinmiyorsunuz sanki? diyenler, bir tarafta feministler. Aklımdaysa yine bir Bertolt Brecht şiiri. Diyor ki Brecht;

”Böylesi çok iyi, değiştirmeyelim hiçbir şeyi!”
Bunu mu diyelim güle oynaya?
Bardağı görelim de ölmeyi mi seçelim susuzluktan?
Boşunu mu alalım dururken dolu bardak?

İşte bu yüzden susamıyorum, görürken tüm olanları, belkide Kıbrıs’ın tarihinde bir kadının, kadın olmanın bu kadar çok kullanıldığını, susamıyorum. Üzgünüm ama dolu bardak dururken, bir bardağı doldurmak varken, boş bardağı almayacağım.

Feminist ideolojinin farklılıkları olduğu muhakkak, ancak bir coğrafya özeline indiğimizde ve özellikle Kıbrıs’ın kuzeyine baktığımızda, Sibel Siber’in propaganda sürecinin neredeyse tüm feministleri rahatsız ettiğini söylemek, biraz sosyal medyaya bakarak birazda feminist bakışla anlaşılabilir bir durum olsa gerek. Peki o zaman bu feministler boş bardağı seçmiyor ama dertleri ne? Dert, Sibel Siber’in propaganda sürecinin tam da Kıbrıs’ın kuzeyinde oluşan ataerkil algıya hizmet etmesi.

Propaganda sürecinde kullanılan ”Erkekten ala iş yapan kadın”, ”Kızlar eski zamana uyacak değil ya” ve ”ilk defa çalışkan bir kadın var” gibi sloganlar ataerkil algıyı yeniden üretmektedir. ”Erkekten ala iş yapan kadın” söylemiyle ”erkek işi” yüceltilmekte ve normalleşmektedir. Bu söylemle devam edecek olursak, ‘erkekten ala iş yapan kadın’ dediğimiz zaman ‘erkek olma mertebesine ulaşmış kadın’dan bahsediyoruz. Yani Doğuş Derya’nın da dediği gibi, kıyasımız ‘bilgi’ ve ‘yetenek’ olmuyor da, erkek yani ‘güç’ oluyor. Fakat, farklı feminist kaygıları da göz önünde bulundurursak, sanırım feminist kaygının temel noktasının iktidarın zeminini oynatmak ve gücü eşit şekilde dağıtmak olduğunu söylemek doğru olacaktır.  Oysa, Sibel Siber’in propaganda süreci bu iktidarı yeniden üretmekte hatta, ‘kadın’ ‘kız’ söylemlerini kullanarak, kadınlar arası güç dinamiklerini de içine almaktadır.

Dahası, görsel olarak sunulan ‘Kadın Cumhurbaşkanı Adayı’ da Kıbrıs’ın kuzeyindeki erkek egemen düşünceye yakındır. Sibel Siber propagandalarındaki fotoğraflarda ‘narin’ bir şekilde kahve yudumlamakta, ‘şefkatle’ halkı kucaklamakta ve pahalı fularlarıyla ve diz üstü eteğiyle ‘siyasetti kadın’ görüntüsü oluşturmaktadır. Tabii, feminist ideolojiyle ne alakası var diyebilirsiniz, ama oluşturulan kadın imajı ve ‘çalışkan kadın’ propagandası, siyasette kadın bedeninin nasıl olması gerektiğini, hangi karakteristik özelliklere sahip olması gerektiğine işaret ediyor. Alternatif feminist bir bakış sunmuyor ve böylelikle eril düzeni yeniden üretiyor.

Kimlik politikasının Kıbrıs özelinde yapılması gerektiğine katılmakla birlikte, kimlik politikasının salt biyolojik cinsiyetle yapılmayacağını da göz önünde bulundurmamız gerekmektedir. Bu noktadaysa, Kıbrıs’ın kuzeyinde verilen kimlik mücadelesinde Dr. Sibel Siber’in biyolojik olarak kadın olmak dışında katkıları nelerdir buna bakmamız gerekmektedir.  Dr. Sibel Siber, Meclis Başkanlığı ve kısa süreli Başbakanlık süresinde ‘Kadınlık’ algısını Kıbrıs’ta kadınların yaşadığı sorunlar üzerinden değil kazanımlar üzerinden kurmuş, hiç bir zaman direk olarak kadın mücadelesine işaret etmemiş ve günümüzde kadın mücadelesinden ayrı düşünülemez olan ve Kıbrıs’ın kuzeyinde görünürlüğü neredeyse olmayan LGBTİ haklarını ağzına ve kalemine bile almamış bir adaydır. Diğer adayların farkı mı var? dediğinizi duyar gibi oluyorum. Haklısınız yok, ama biyolojik cinsiyet üzerinden yürütülen bir propaganda sürecinde sanırım bu cinsiyetten bahsederken belirli mücadele alanları da düşünülmeliydi.

İşte feministlerin peşinde oldukları şey de tam da burda oluşmaya başlıyor aslında.’Kadınların erkeklerle aynı statüde’ olduğu bir yaşamı savunuyoruz ve hatta ilk bakışta tam da feminist mücadele yeniden şekillenirken bir kadın aday çok akıllıca geliyor olabilir, ancak yukarda bahsedilen propaganda süreci de göz önünde bulundurulduğunda, bu heycan hatalı sonuçlanabilir, çünkü tahayyül edilen bu statünün üst düzeyini’ erkek’ ve ‘kadının erkeğe yetişmesi’ değil, bu bağlamdan kopuk ve farklı bir zeminde eşit haklar mücadelesi üzerinden kurmamız gerekir. Evet bu Kıbrıs özelinde ”marjinal” bir mücadele gerektirebilir. Çünkü ataerkil düzenin hayatımızın her noktasına nüfuz ettiği ve normalleştirildiği bir noktada feminist bakış zaten ‘marjinaldir’.

O zaman, bir kez daha Bertolt Brecht’e başvuralım ve diyelim ki;

Bizce en iyisi, kalkmak, yeter artık, demektir,
vazgeçmemek için kırıntısından bile yaşamanın,
karşı çıkmaktır var gücümüzle acıyı doğuranlara,
yaşanır hale getirmektir dünyayı bütün insanlara.

 

Özgül Saygun

Be the first to comment

Leave a Reply