Futbolda Irkçılık ve Biz – Mehmet Adaman

Yabancı düşmanlığı ve ırkçılık Almanya, İngiltere, Fransa, İtalya gibi göçmenlerin yoğun olarak yaşadığı ülkelerde hızla yükseliyor. Hayatın her alanına nüfuz eden ve kapitalizm denilen ekonomik sistem tarafından sürekli olarak pompalanan bu kendi gibi olmayandan nefret etme “hastalığı”, hayatın en önemli parçalarından birisi olan sporda ve özellikle futbolda hızla artıyor.  Özellikle faşizm denince akla gelen ilk figürlerden birisi olan Mussoli’nin ülkesi İtalya’da neredeyse her hafta bir futbol maçında siyahi futbolculara karşı yapılan ırkçı davranışların haberini okumaya başladık. İtalya dışında, diğer birçok Avrupa ülkesinde de benzer olayların korkunç derecede arttığını söylemek yanlış olmaz. Aslında bu sorun çok uzun yıllardır sporun içinde var ancak son zamanlarda Avrupa’daki göçmen düşmanlığının artmasına paralel bir şekilde ciddi bir artış söz konusu.

Endüstriyelleşen ve tamamen ekonomik bir savaş alanına dönüştürülen; barışçı ve birleştirici ruhundan uzaklaşan günümüz futbolunda bu tarz olayların yaşanması elbette ki tesadüf değildir. Kapitalizmin krizinden beslenerek yükselen faşist örgütlenmelerin yanı sıra, futbolu bir oyun olarak değil de adeta bir savaş olarak gören spor yöneticilerinin de bu olaylarda payı çok büyük. Futbolu yöneten tüm bileşenlerin üstün “gayretiyle” günümüzde artık futbolla ilgili neredeyse her unsur (taraftarından, yöneticisine; futbolcusundan, antrenörüne) birbirinden nefret ediyor. Bu kadar nefretin bir arada bulunduğu bir spor dalında, siyahi sporculara karşı nefret suçunun işleniyor olması çok da şaşılacak bir durum olmasa gerek.

Futbol sahalarında yaşanan ırkçılık olayları sadece tribünlerle sınırlı değil. Saha içinde birbirleriyle mücadele eden futbolcuların da gerek kendi takım arkadaşlarına gerekse de rakip takımdaki futbolculara sık sık ırkçı söylemlerde bulunduğunu görüyoruz. Tabii ki iyi örnekler de var. Saha içinde ırkçılığa maruz kalmış siyahi arkadaşına destek veren, bu davranışı yapanlara tepki gösteren sporcular da yok değil. 

Sergilenen tüm bu ırkçı davranışlara karşı ne Avrupa futbolunu yöneten UEFA ne ülke federasyonları ne de kulüp yöneticileri elle tutulur, etkili bir mücadele yürütmüyorlar. Birkaç göstermelik kınama açıklaması, etkisiz bir iki kampanya, ufak tefek üç beş cezayla bu sorunla mücadele ettikleri izlenimi yaratmaya çalışıyorlar. Oysa ki yaşanan bu ırkçı olaylar ve nefret suçu çok ciddi bir insan hakları ihlâlidir. Bu gibi davranışlara karşı verilecek mücadelenin çok daha büyük; cezaların ise çok daha ağır ve caydırıcı olması gerekir.

Türkiye’deki maçlarda, Avrupa’daki kadar sık olmasa da başka boyutlarıyla yine ırkçılık diyebileceğimiz olaylar görebiliyoruz. Özellikle Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı illerin takımlarıyla yapılan maçlar, ciddi provokasyonlara sahne oluyor. Bu maçlarda, stadyum hoparlörlerinden aşırı yüksek sesle İstiklâl Marşı okunması gibi, Kürt takımlara gol atan futbolcuların, gol attığı takımın taraftarlarının önüne gidip asker selamı vermesi gibi, yabancı futbolculara zorla Atatürk resimli giysiler giydirme gibi davranışlar da en az ırkçılık kadar sporun ruhunu zedeleyici davranışlardır.

Kıbrıs’ın kuzeyinde, siyahi futbolculara direkt olarak yöneltilen organize bir ırkçı saldırı pek olmaması elbette ki güzel bir durumdur. Ancak bizim ülkemizde de yine sporun barışçı ruhuna yakışmayan ırkçı davranışları değişik şekillerde sık sık görebiliyoruz. Örneğin geçen haftalarda faşist ELAM örgütünün kktc bayrağı yakma eylemi sonrasında oynanacak olan Dörtyol – Girne Halk Evi maçı öncesi Dörtyol takımı yöneticileri ciddi bir provokasyona giriştiler. Normal prosedürde olmamasına rağmen maçtan önce İstiklâl Marşı okunmak istemesi ve tüm stadın bayraklarla donatılması, tamamen Girne Halk Evi takımında forma giyen Kıbrıslı Elen futbolcuya yönelik yapılmış şovenist bir tutumdu. Girne Halk Evi yönetimi ise Kıbrıslı Elen futbolcusunu sahaya takım kaptanı olarak çıkardı. GHE’li futbolcular ellerinde çiçeklerle sahaya çıkarak, sporun kardeşlik ve barıştan uzaklaşması için uğraşan herkese adeta bir ders verdiler. 

GHE yöneticilerinin ve sporcularının, bu provokasyon girişimi karşısındaki takdire şayan tutumları, dünyada yükselen ırkçılık ve nefret suçlarına karşı verilmesi gereken mücadeleye dair de bize fikir vermektedir. Kapitalizm var olduğu sürece ırkçılık ve faşizm de var olacaktır. Irkçı davranışlara sporda yer olmadığı hatırlatmak, buna karşı doğru örnekleri göstermek bizlerin başlıca görevi olmalıdır.

Mehmet Adaman

Baraka Aktivisti