GÖÇ YASASI VE SENDİKALARIN AÇMAZI-MÜNÜR RAHVANCIOĞLU

Daha yürürlüğe girmeden önce ülkemizde siyasal/sendikal dengeleri altüst eden Göç Yasası, hala daha yürürlükte ve bu yasanın yarattığı olumsuz sonuçlar katlanarak artıyor.

Öylesine katmanlı bir sorunlar yumağı ki sözünü ettiğimiz; bütününü incelemek belki de akademik bir çalışmanın konusu olabilir. Bu yazı bağlamında tartışmaya çalışacağımız ise, Göç Yasası’nın sendikal örgütlülük bağlamında yarattığı sıkıntılar ve bu sıkıntıların nasıl aşılabileceğine dair öngörüler olacak.

***

Sendikalar, Göç Yasası’na karşı tavırlarını yasa daha tasarı aşamasındayken net bir şekilde koydu. Dönemin CTP-ÖRP hükümeti karşısında direngen ve sert bir tutum sergilediler. Ardından gelen Eroğlu başbakanlığındaki UBP hükümeti döneminde de bu kararlılıktan taviz verilmedi. Ancak UBP tarafından ülke tarihine geçen baskı ve çatışma yöntemleri ile yasa geçirildi. Buraya kadar sendikaları takdir etmek gerekir. Çünkü o dönemde hem yasanın olumsuzluklarının öngörülebilmesi, hem birlikte hareket ederek yasaya direnilmesi hem de mevcut çalışanları kapsamayacağı halde daha işe girmemiş insanların haklarının savunulması boyutlarında sendikal tarihimize olumlu yansımaları olan örnek bir tavır sergilenmişti.

Ancak bu tavır yasanın geçmesinin ardından gelen süreçte ne yazık ki sürdürülemedi…

Yasanın geçmesi ile birlikte sendikal muhalefet başka alanlardaki mücadelelere odaklanarak bu konuda uzunca bir süre sessiz kaldı. Ta ki Göç Yasası kapsamında işe giren insanlar birikerek azımsanmayacak bir kitle oluşturana kadar…

Kamu emekçileri arasında ciddi bir yoğunluğa ulaşan yeni emekçilerin huzursuzluğu sendikalara da olumsuz yansımaya başlayınca önce KTÖS, ardından KTOEÖS ve son olarak da KTAMS içerisinde Göç Yasası’na özel çalışma yapan birimler oluşturuldu. Yasa kapsamındaki emekçilerin özel sorunlarına ilişkin diyalog kanalları açıldı ve sendikalar bu yasanın geri alınması için mücadele başlattılar.

İşte Göç Yasası’na Dur De İnisisiyatifi böyle bir sürecin sonucunda hayat buldu…

***

Yasanın yarattığı genel sorunlar arasında özellikle sendikaların yüzleştiklerinden hızlıca söz edersek:

– Yasa, 2011 öncesi girişli kamu emekçileri ile 2011 sonrası girişli kamu emekçileri arasında ciddi bir eşitsizlik yaratıyor, bu da emek mücadelesini bölüyor. Bu bölünme sadece aynı işi yapan kişilerin arasında bir eşitsizlik olarak değil, aynı zamanda bir güvensizlik olarak da hayat buluyor. Yani 2011 sonrası giren kişi aynı işi yaptığı ancak kendisinden fazla maaş alan 2011 öncesi gireni bir tür “hazır yiyici” olarak görüp duygusal bir yakınlaşmadan, emek kardeşliğinden uzak duruyor.

Sonuç: Gücünü “birlik”ten alan sendikal mücadele zayıflıyor.

– 2011 sonrası işe giren Göç Yasası mağduru kamu emekçileri sendikalara olan güvenlerini de kaybediyorlar. Çünkü sendikal yönetimlerde oturanlar genellikle 2011 öncesi girişili olduklarından kendi sorunlarına yeterince önem verilmediği duygusuna kapılıyorlar. Bu bir yandan sınıf dayanışmasını diğer yandan örgütlülüğü sekteye uğratıyor. Kamu emekçileri sadece birbirlerine değil önce mevcut sendikalara ardından sendikal örgütlülük fikrine giderek uzak duruyor.

Sonuç: Kamuda sendikal örgütlülük geriliyor.

– Kamuda maaşların ortalaması düştükçe, bu durum özel sektöre de yansıyor. Sermayedarlar daha iyi koşullarda iş bulma olasılığı bulunmayan özel sektör çalışanlarını Göç Yasası öncesinden de düşük maaşlara mahkum edebilme şansını buluyor. Kamuda yaşanan gerileme özel sektörde katlanarak hissediliyor. Bu da özel sektör çalışanları arasında kamu sendikalarına ve kamu emekçilerine yönelik büyüyen bir tepkiyi tetikliyor. Bu noktayı açmak lazım: Medya tarafından özel sektör emekçilerine hedef olarak gösterilen 2011 öncesi girişli kamu emekçilerinin lüks içinde yaşadığı algısı nedeniyle, aslında Göç Yasası’na karşı samimiyetle mücadele vermiş olan bu kesim, hedef tahtasına oturtuluyor.

Sonuç: Sendikalar sadece 2011 sonrası kamu emekçilerinin gözünde değil, özel sektör çalışanlarının gözünde de itibar kaybediyor.

***

Yukarıdaki özet tablonun da ortaya koyduğu gibi; Göç Yasası sonrası süreç sendikal muhalefet açısından tam bir açmaz oluşturmuş durumda. Hem kendi örgütlülüğü, hem örgütlü olan üyeleri arası ilişkiler hem de özel sektör çalışanları ile sınıf dayanışması imkânları giderek erozyona uğrayan bir sendikal açmazdır bu…

Göç Yasası’na Dur De İnisiyatifi bağlamında yürütülen bilgilendirme, uyarma, temas, diyalog gibi araçlara dayalı mücadele de bu açmazı rahatlatamıyor; aksine saldırgan neo-liberalizm ile uzlaşmaya çalışma girişimleri emekçilerin öfkesinin daha da büyümesine sebep oluyor, sendikalara olan güveni daha da zayıflatıyor.

Hayat Pahalılığı uygulamasının dondurulması kararı ile bu durumu çok iyi kullanan CTP-DP hükümetinin tavrından, bu durumu mevcut noktada bırakmayı düşünmediğini, neo-liberal saldırıyı daha ileri noktalara taşımak kararlılığını görebiliyoruz.

Sendikalar ise öylesine sıkıştırılmış bir haldeler ki, mevcut tüm çalışanları ve özel sektör çalışanlarını da etkileyecek olan bu hak gasbına karşı dişe dokunur hiçbir çıkış yapamadılar, yapamıyorlar…

Aslında tablo ortada; kavga her noktada açmaz yaşıyor. Genç emekçiler daha erken kamuya girmiş olan emekçilere, özel sektör emekçileri kamu emekçilerine, genel olarak tüm emekçiler de sendikalara güvenlerini kaybediyor. Emek cephesi geriliyor…

AKP’nin Maliye Bakanı Zeren Mungan’ın şahsında hükümet tarafından Hayat Pahalılığı hakkına vurulan darbede sendikaların etkisiz kalması bu durumun bir sonucu… Eğer fikirler alanındaki kavgayı kaybederseniz, maddi kazanımlarınızı korumanız imkânsız hale gelir.

Son yaşanan UBP ziyareti de sendikaların nasıl bir açmaz içinde olduğunu gösteren bir diğer olaydır… Sendikal muhalefe bildik “diyalog” metodu ile sorununa çözüm bulmak için “şeytan” ile bile görüşmeye hazır. Ancak sorun şu ki; amansız bir saldırı altındayken, kendi saflarınız düşman tarafından bölünmüş ve moralsizken, toplumun büyük bir kesimi sizi haksız buluyorken ne birisi ile görüşmeniz mümkündür ne de bu görüşmede herhangi bir pazarlık kozunuzun olması…

Yapılması gereken ise özel sektör ve kamu emekçileri arasında yeni bir sınıf kardeşliği ruhu yaratmaktır… Ortak düşman olan sermayedarlar ve işbirlikçi hükümetler karşısında emekçilerin birliğini, moralini ve örgütlü mücadeleye inancını yeniden inşa etmektir…

Kurnazlık, açıkgözlülük ve kestirmecilik değil; birlik-mücadele ve dayanışma pratiği sergilemektir…

 

Mütevazi Bir Öneri: Zorunlu Sendikalaşma Talebi

Sürecin böyle devam etmesi halinde kamu sendikacılığının 5-10 yıl içinde esamesinin okunmayacağını söylemek hiç de kötümserlik olmaz…

Sendikal muhalefet kalan gücünü, elindeki son kozları; ulaşılması imkânsız olan “geçmiş güzel günlerin yeniden inşası” hedefi uğrunda çar çur etmemelidir… Böyle ütopik, hayal ürünü ve ulaşılması mümkün olmayan maceralar, emek mücadelesinin dibe vuruşunu hızlandıracaktır…

Aksine yapılması gereken; zor da olsa mümkünler kapsamında olan, hiç değilse emekçileri yeniden birleştirme imkânı sunan bir karşı saldırıyı örgütlemektir. Bunun adı ise, hükümettten “zorunlu sendika yasası” talep etmektir.

Belli bir sayının üzerinde işçi çalıştıran tüm özel sektörün, zorunlu olarak bir sendikada örgütlendirilmesi talebi ile bu ruh yakalanabilir. Öncelikle özel sektörde gerileyen hakların yeniden kazanılması örgütlü mücadele dışında başka bir yolla mümkün olamaz. Özel sektör çalışanları da bunu çok iyi bilmektedirler. İşlerini kaybetme korkusu nedeniyle örgütlenmemekte olabilirler. Ancak “zorunlu sendikalaşma yasası” talebi ile yürütülecek bir kampanyaya büyük bir sempati geliştirecekleri ortadadır…

Bunun yanında aslında kendileri zaten sendikalı olan kamu emekçilerinin; özel sektör için böylesi bir kampanya örgütlemesi, bazı durumlarda uyarı grevi veya eylemler yapması sınıf kardeşliğini pekiştirecek; dayanışma ruhunu tazeleyecek ve emekçilerin gözünde sendikalara olan güveni kat kat arttıracaktır…

Ülkemizde yıllardan beridir var olan mevcut kamu sendikacılığı zamanını doldurmuş, neo-liberal saldırılar altında hasta yatağında kıvranıyor… Mevcudu yenilemek, eskisi gibi sürdürmek imkânsız… Hastanın ölümü sadece bir zaman sorunu…

Bizim sorunumuz ise, bu ölümden emek hareketi adına yeni bir doğum yaratıp yaratamayacağımız…

İşte bu çok zor, ama imkânsız değil…

Münür Rahvancıoğlu

Baraka Aktivisti

 

 

 

 

Be the first to comment

Leave a Reply