IŞİD’in İŞLEVİ – FATİH BAYRAKTAR

Dün gece Fransa’da 150’yi aşkın kişi henüz kesinleşmese de IŞİD tarafından katledildi. IŞİD ve katliam sözcüklerinin artık neredeyse eşanlamlı hale geldiği günümüzden yaklaşık bir yıl önce “sendika.org” yazarlarından Cenk Ağcabay’ın kaleme aldığı bir makale bugüne ışık tutacak nitelikte. 11 Eylül saldırılarını düzenleyen El-Kaide’nin Irak ve Afganistan işgallerini meşrulaştırdığı, NATO savaş makinesini harekete geçirdiği, yıkılan yerlerin yeniden inşasıyla ilgilenen sektörleri ihya ettiği bilinen gerçekler. Bugün IŞİD’in de benzer bir işlevi olduğundan bahsediyor Cenk Ağcabay. Paris, Ankara, Suruç katliamlarını bir de bu açıdan okumakta fayda var. Buyurun okuyalım…

IŞİD’in işlevi giderek daha da berraklaşıyor

Dayandığı toplumsal-sınıfsal güçler bileşimi, kurucu kadroları, ideolojik temelleri ve beslendiği sosyo-psikolojik ortam üzerinde doğru ve yanlış pek çok söylendi; gerçekliğin üstünün örtülmesi için pek çok “efsane” tedavüle sokuldu ve manipülasyonlar yapıldı, ancak “IŞİD tehdidi”nin güncel varlığının yarattığı kimi sonuçlara baktığımızda, onun işlevselliğine dair sağlam bir yargıya ulaşabiliyoruz.

İşbirlikçileri dışında, Ortadoğu halklarının neredeyse tümünün derin bir nefret beslediği ABD emperyalist iktidarı ve savaş aygıtı “terk ettiği” coğrafyaya adeta davul zurna eşliğinde karşılanarak bir “kurtarıcı” rolüyle “IŞİD tehdidi” sayesinde geri dönüyor. Boyundan büyük işlere girmeye kalkışan vekillerini “IŞİD tehdidi” sayesinde terbiye ediyor. “IŞİD tehdidi” ABD’nin gerçek düşmanlarını meşgul ediyor. Bütün propaganda dalgasının aksine, IŞİD’in Batılı merkezler ve İsrail için kısa vadede hiçbir ciddi tehdit içermediği herkes tarafından çok iyi biliniyor.

ABD’nin vekillerini “terbiye etme” süreci de kuşkusuz ki otomatik olarak yürümüyor, kozlar ortaya seriliyor, pazarlıklar yapılıyor; birleştirici optimum denge noktasının Suriye yönetiminin düşürülmesi olduğu giderek daha fazla ağırlık kazanıyor

ABD, 2013 Ağustos’unda vurmak için harekete geçtiği, ancak Rusya ve İran’ın ağırlıklarını ciddi biçimde koyması sonucu vuramadığı Suriye’den, hava savunma sistemini kendisine açmasını isteme cüretini “IŞİD tehdidi” sayesinde bulabiliyor.

Herhalde IŞİD yöneticileri Suriye’de ya da Irak’ta ele geçirdikleri Batılı gazeteci, yardım kuruluşu görevlilerinin boğazları kesilerek vahşice infaz edilmelerinin ve bu görüntülerin yayınlanmasının emperyalist merkezlerde ne tür tepkilere yol açacağını, Batı kamuoyunun bu görüntüler sayesinde egemenleri tarafından nasıl manipüle edileceğini biliyordur. Bu konuda yeterince deneyim var.

IŞİD yöneticileri muhtemelen üzerlerine çektikleri “haçlı güçlerine” karşı İslam aleminin en diri güçlerini kendi çevrelerinde toplama “parlak taktiği”nin gereği olarak bu eylemleri yapıyor. Ancak bu eylemler sadece Batılı merkezlerde İslamofobinin güçlenmesi, Batı-merkezli emperyalist “Medeniyetler çatışması” ideolojisinin güçlü dayanak noktaları ve daha fazla toplumsal meşruiyet kazanması sonuçlarını doğuruyor. Bir de hemen her coğrafyada farklı nedenlerle farklı derecelerde var olan fanatizmin İslami gruplar arasındaki üyelerinin kendine katılması sonucunu doğuruyor.

Dünyanın en yıkıcı silahlarına ve en güçlü savunma sistemlerine sahip olan Batılı merkezler “IŞİD tehdidi” ile yatıyor, “IŞİD tehdidi” ile kalkıyor. Batılı devletlerin çoğu zaman ismi verilemeyen istihbarat yetkilileri gazetelere “IŞİD tehdidi”ni anlatırken, hangi ülkeden kaç tane savaşçı olduğuna dair bilgiler de vermekten geri kalmıyorlar. Yani sayısını bilecek kadar derin ve kapsamlı bilgilere sahipler ülkelerinden Suriye’ye, Irak’a giden cihatçılar hakkında. Ortadoğu’ya müdahale ve kendi iç kamuoyunu düzenlemenin meşrulaştırılma aracına dönüşmüş olan “IŞİD tehdidi” Batılı merkezlerdeki polis devletleri açısından oldukça işlevsel.

Bugün (16/9/2014) Paris’te 30 ülkenin katılımı ile gerçekleşen Irak Konferansı’nın açılışını yapan Fransa devlet başkanı Hollande’de “IŞİD tehdidi”nin bertaraf edilmesinin yolunun Suriye’de “ılımlı muhalefet”in desteklenmesi ve mevcut yönetimin dışlanmasından geçtiğini belirtmiş. Katar, Suudi Arabistan ve Türkiye’nin de yer aldığı konferansta; Ortadoğu’daki korkunç tablonun asli yaratıcıları timsah gözyaşları dökerek bölgede yeni yıkımların planlarını yapıyorlar.

Batı emperyalizminin Suriye meselesindeki gerçek tasavvurunu görmek isteyenler, bu tabloyu Afganistan, Irak ve Libya örneklerinden izleyebilirler. Savaş ağaları ve aşiretler arasında parsellenmiş şiddetle sarmalanmış birimlerden oluşan, enerji kaynaklarının emperyalist merkezlerin şirketleri tarafından kontrol edildiği ülkeler…

Obama’nın aktarılan konuşmaları, özellikle son haftalarda oluşan atmosfer, Suriye’de IŞİD hedeflerine yönelik olarak düzenlenecek hava operasyonlarının, Libya’da Kaddafi yönetiminin düşürülmesinde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin Libya’da “uçuşa yasak” bölge oluşturulmasını öneren 1973 sayılı kararına dayanarak sahnelenen oyun benzeri bir taktiğe dönüşebileceği yönünde işaretler veriyor.

Suriye’de üç yıl içinde ortaya çıkan büyük yıkımın asli sorumluları bellidir; bu tip bir taktikle Suriye’nin vurulması, sadece bölgesel bir kapsam kazanma olasılığı yüksek bir savaşın fitilinin ateşlenmesi anlamına gelir. Her durumda sorumlular açıktır…

Fransız televizyonuna konuşan eski Fransa Dışişleri Bakanı Roland Dumas şunları söyledi:

“Britanya Suriye’ye yönelik örtülü operasyonları 2009’da planlamıştı. Suriye’deki şiddet başlamazdan önce başka bir iş için İngiltere’de idim. Üst düzey İngiliz yetkililerle yaptığım görüşmelerde Suriye’de bir şeyler planladıklarını söylediler. Suriye’ye saldıracak silahlı unsurlar hazırlıyorlardı.”

Henüz ortada ne “Arap Baharı” vardı. Ne de “Suriye Devrimi”… Ancak Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da halkların enerji ve öfkesinin birikmekte olduğu biliniyordu. Olası halk hareketlerinin manipüle edilmesi, içerilmesi yönünde çalışmalar hiç hız kesmemişti.

New York Times editoryası, 13 Eylül tarihli yazısında (A risky bet on Syrian rebels), Selim İdris komutasındaki “Özgür Suriye Ordusu”nun üç yıllık pratiğini anımsatıyor, CIA tarafından Obama’nın özel emriyle silahlandırılan ve eğitilen bu grubun nasıl çöktüğünü, silah ve mühimmatlarının “aşırılıkçı İslamcıların” eline nasıl geçtiğini hikaye ediyor.

Aktarılan hikayenin ardından, editorya şu soruları soruyor:

“Esad yönetimi ve bağlaşıkları Rusya ve İran, Obama planını mahkum etti, askeri kampanya başladığında nasıl bir reaksiyon olacak? Silahlar isyancılara IŞİD’in eline geçmeden nasıl ulaştırılacak?”

Bu soruların yanıtları, daha önce ifade ettiğimiz gibi Batı emperyalist merkezlerinin Suriye tasavvuru ile yakından bağlantılıdır. Bu konuda ise, eski CIA ve NSA başkanı Hayden’ın Newsmax’taki söyleşisi ipuçları içeriyor.

Hayden, bu yılın sonuna kadar Suriye’de sahada 5000 civarı ABD askerinin olacağını. Bunların savaşmayacağını, istihbarat, koordinasyon, danışmanlık ve komuta hizmetleri vereceğini söylüyor. Hava saldırılarının çok etkili olmayacağını savunan Hayden, ABD başarılı olduğu takdirde dahi Suriye’de savaşın üç ile beş yıl arasında süreceğini iddia ediyor.

Hava saldırılarının ardından üç ile beş yıl daha sürecek bir savaşın yaratacağı sonuçları geçen üç yılın yarattığı sonuçlardan yola çıkarak tahmin etmek hiç de zor değil.

ABD emperyalizminin ekonomik gücü aşınmakta olsa da, ekonomik, askeri ve politik kapasitesi onu emperyalist-kapitalist sistemin mevcut lideri kılmaya devam ediyor. ABD hala NATO bütçesinin yarısını tek başına karşılıyor, ABD askeri üsleri dünya çapında bir yayılıma sahip; IMF, Dünya Bankası ve FED’in merkezleri hala Vaşington’da bulunuyor.

ABD hegemonyasını sürdürmek amacıyla Ortadoğu’da, Asya Pasifik’te ve Doğu Avrupa’da agresif politikalar izliyor. Ukrayna sürecinde somut olarak gözler önüne serildiği gibi, Avrupa’nın iri ülkelerini ekonomik olarak kendi çıkarlarına olmamasına rağmen peşine takıp savaş atmosferinin içine çekebiliyor. Alman finans-kapitalinin şikayetleri bu durumdan hoşnutsuzluklarını açık biçimde dile getiriyor. Ancak bu homurtular pratik karşılık bulamıyor, ekonomik krizin derin etkileri ile boğuşan Avrupa ekonomileri Rusya’ya yönelik yaptırımlar nedeniyle yeni sıkıntılarla yüz yüze geliyor.

Batı emperyalizminin Ortadoğu’ya yönelik politikaları, dünya çapında yürüttüğü politikalarla aynı niteliktedir. Her tarafı “sürekli savaşın” coğrafyası haline getirmeye çalışmaktadır. Bugün Suriye, Irak ve Ukrayna’yı yakan bu savaş politikaları, bir süre sonra Asya’ya da sıçrayacaktır. Emperyalist-kapitalizmin halklara “sürekli savaş” dışında verebileceği yeni bir armağan yoktur. Dünya Halklarının tek çıkış yolu, işçi sınıfının dil, din, renk farklarını silen Enternasyonal karakterli Sosyalist mücadelesini büyütmektir. Bunun bugünkü konjonktürde en somut karşılığı hem IŞİD vahşetine, hem Ortadoğu’ya ABD ve Batı müdahalesine aynı anda karşı çıkan politik pozisyondur.

Fatih Bayraktar